İklim Sorunu Konusunda Farklı Eylem Planları – Ayşe Tansever
2013’te Monthly Review’da Fred Magdoff tarafından yazılan yazıda “Dünya zenginlerinin %10’unun tüketim payı %59 iken en yoksul %50’nin ise %7’dir.” Baş tüketici merkez ülkeler dışındaki geri ülke milyonlarca insanı, görülmedik fırtınalar, kuraklık, seller, hastalıklar ve açlık karşısında yerlerinden edilir, yollarda telef olurlar. Bu yeni ırkçılık ve sömürgeciliğin bedelidir.
Aralık ayı başında Madrid’de 200 ülkeden 25 bin politikacı, bilim insanı, aktivist ve 50 devlet başkanının katıldığı Dünya İklim Konferansı COP25 yapıldı. “Yanmakta” olan dünyamızın nasıl söndürüleceği üzerine Paris Anlaşması 6. Maddesinin uygulama planını çıkartmaya çalıştılar. Verilen süre yetmeyince iki gün daha uzatıldı ve “yangına” bir kova su dökme kararı bir yıl sonraki toplantıya ertelendi. Olayı trajikomik bir şekilde böyle anlatabiliriz.
İklim değişikliğinin artık geri dönülmez felaketler noktasına geldiği herkes tarafından kabul edildi ancak eylem planı konusunda büyük farklılıklar var. Bu farklı görüş ve eylem planları üç ana grupta toparlanabilir. Elbette grupların kesin sınırları yoktur. Biz sadece farklı bakış açılarının ana hattını çizmek istiyoruz.
Birinci grup COP25 konferansına damgasını vuran, dünyamız egemen güçlerinin görüşü ya da başka bir deyişle sorunun temel sorumlularıdır. Bunlar dünya neoliberal ekonomik sistemin ana hakim güçleri, karbon gazı salımının sorumlusu şirketler ve yandaşları merkez ülke politikacılarıdır. Petrol, doğal gaz, kömür çıkarımı yapan BP, Shell, Coca-Cola, Bayer, büyük tarım ve endüstriyel üretim tekelleri, bunlara büyük krediler açan bankalar vs. olarak sayılabilir. Merkez ülkeleri iklim kirliliğinin %78’inden sorumludurlar. Çözüm enerji kaynaklarının karbon salınımı yüksek maddelerden rüzgar, su ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına dönüştürülmesidir. Yani iklim kirliliğinden kurtulmanın yolu dünya egemenlerinin üretim biçiminin yeni enerji kaynaklarına dönüştürülmesidir. Ama bu şirketler sorunun dayatmasını görüp bu işten en zararsız bir şekilde çıkma derdindedirler. Paris Anlaşması’nda karara bağlanan kirliliğe karşı kurulacak Yeşil Fon’dan en çok payı kapma, işi uzun süreye yayma ayrıca mümkün olduğunca engelleme ve kendilerini suçsuz gösterme mücadelesi veriyorlar. COP25 Madrid toplantı salonlarında bunlar cink atarak ellerinden gelen oyalamayı yaptılar ve başarılı oldular. Çözüme ilk adımı atma bir yıl sonraki görüşmeye atıldı.
İkinci grup ise sorun ve sorumluluktan kaçmak değil onu çözme yolunda ceplerini doldurma peşinde koşanlar olarak tanımlanabilir. Bunlara sosyal demokrat ya da reformist gruplar diyebiliriz. Aralarında farklı görüşler olsa bile genel söylemleri, yeni enerji sisteminin üzerine kurulu Green New Deal (Yeşil Yeni Uzlaşma) çerçevesindedir. Bir şekilde birikmiş olan ve çeşitli sosyal ve kamu kaynaklarından elde edilecek paralar rüzgar, su ve güneş enerji çıkarımına ve de onlarla çalışacak bir endüstri ve özellikle taşıma araba sektörlerine yatırılarak zaten bir açmazda olan sanayi yapısı yenilenecektir. ABD’de Demokrat Parti Başkan Adayı Bernie Sanders bu doğrultuda 16 trilyon dolarlık bir yeni yatırımdan söz ediyor. İddialarına göre bu proje ile karbon salınımı 2050 yılına kadar sıfırlanacaktır. Ayrıca 2.3 milyon yeni iş yeri açılarak işsizlik sorununa da çözüm getirilecektir. Avrupa Birliği Topluluğu da COP25 sırasında kendi Yeni Yeşil Uzlaşma planını açıkladı. O da 2050 yılına kadar bölgesini karbon salınımından arındırma dışında bunu tüm dünyaya yayabilmenin olanaklı olduğunu savunuyor. Onlar da bu işe 130 milyar dolarlık bir fon veriyorlar.
Bu grubun eleştirisi de belirsizliklerdir. En başta ABD ve AB arasında bu konularda ciddi görüş ayrılıkları bulunmaktadır. İyi niyet üstüne kurulmakta ve karbon enerjisi üzerinde kurulu şirketlerin baskıları karşısında bir mücadele gerekliliği görülüp bir strateji belirlenmiyor. Greta Thunberg ve diğer iklim protestoları ile yetinilebileceği düşünülüyor olmalı. Öte yandan özellikle ABD Yeni Yeşil Uzlaşmacıları ordunun %5 olarak hesaplanan karbon salınımındaki payını hiç dikkate almıyor. Ayrıca ABD askeri devi bilindiği gibi karbon salınımının sorumlusu şirketlerin pazarlarının uluslararası düzeydeki korumalarıdır. Yeni Yeşil Uzlaşmacıların onlarla bir derdi yok gibi gözükmektedir. Ayrıca kırların, toprağın baş kirleticilerinden olan dev tarım şirketleri ile hiçbir sorunları yok gibidir. AB ise bir topluluk olarak soruna bakmaktadır ama içindeki ülkelerin farklı bakışları, özellikle ekonomisinin büyük bir kısmı kömür çıkarımı üzerine kurulu Polonya’nın bu konuda hiçbir geri adım atmayacağı biliniyor. Açıklanan uzlaşma ile gönüllülük çerçevesinde sorun çözülecek gibi bir iyimserlik taşımaktadır.
Üçüncü grup ise sadece iklim sorununa odaklanmanın çözüm getirmeyeceği, bunun bir sistem değişikliği sorunu olduğunu savunur. Yeni Yeşil Uzlaşmayı da kapitalist ve son aşaması neoliberalist olarak görüyor. 1995’de Fidel Castro’nun söylediği ve Maduro’nun da COP25’e yolladığı mesajında belirttiği gibi dünyada “sosyal adalet olmadan iklim adaleti olamaz” düşüncesini taşıyor. Yani sistem değiştirilmeden bu soruna odaklanmak olanaksızdır.
İklim sorunu günümüz yeni sömürgeciliğidir. Kapitalist anayurtlar kendi kar ve çıkarları için tüm dünya iklim dengesini değiştirmiştir ve şimdi bunun bedelini üçüncü dünya yoksul ülke halklarından çıkartmaktadır. 2013’te Monthly Review’da Fred Magdoff tarafından yazılan yazıda “Dünya zenginlerinin %10’unun tüketim payı %59 iken en yoksul %50’nin ise %7’dir.” Baş tüketici merkez ülkeler dışındaki geri ülke milyonlarca insanı, görülmedik fırtınalar, kuraklık, seller, hastalıklar ve açlık karşısında yerlerinden edilir, yollarda telef olurlar. Bu yeni ırkçılık ve sömürgeciliğin bedelidir. Bu felaketlerden korunmak için de yine merkezlerden borç alırlar ve yeni bir dünya borç batağına gömülürler. Hayır, merkezler bunu ödemelidirler. Yeni Yeşil Uzlaşma “beyaz deri ve yeşil maskedir.” Sonuçta bu gruba göre iklim sorununun çözümü üçüncü dünya yoksul ülkelerinin sömürge olarak kullanılmasından uzaklaşılması, uluslararası bir sosyo-ekonomik adalet ve eşitlik sağlanmasında yatar. Yeni yatırım değil tersinden yatırımları azaltmak gerekmektedir. Ekonomik büyüme sorununu sorgulamalıyız. Doğayı başka şekilde kullanmalıyız. İklim sorunu sırf çıkarım endüstrisi, sırf karbon salınımı ile değil örneğin metan ve başka gazlarla da ortaya çıkmıştır. Ormanları korumak, yeniden ağaçlar dikmek lafları ile iklim ve doğamızı koruyamayız. Bu konuda daha kapsamlı bakış açılarına ihtiyaç var. Doğayı sömürme görüşü terk edilmelidir. Doğa bir meta olarak görülmemelidir. İnsan ve canlı organizma arasında başka bir ilişki vardır. Bu ilişki bozulmuş; yeniden düzeltilmelidir. İklim değişikliği kapitalizm ve sömürgecilik yaratığı kötü bir virüstür.
Sonuçta, birinci grup kirliliğin sorumlusu olarak varlıklarını bir şekilde koruma mücadelesi verirken, diğer bir grup da yeni bir kapitalist ekonomik yapı sevdası içindedir. Üçüncü grup ise iklim sorununun çözümünü kapitalizm öncesi doğa dengesinde arıyor gibidir. Onun konuyu sistem sorunu olarak görmesine katılmakla birlikte uyarlanmasında birliksizler bulunmaktadır.