Arkadaşa Notlar-1: “Sosyalistler Nerede?” – Salih İncesoy
İllustrasyon: Julien Pacaud
Günümüz sosyalistlerinin, önceki iki dönemdeki yoldaşlarına göre kafaları net değil; olamaz. Köklü tarihsel değişim süreçlerinin yarattığı bir durum bu. Ezberler, yaşamda karşılık bulmaz, eskiyen pusulalar yön göstermez olur böyle dönemlerde.
Kapitalizmin içinden çıkamadığı büyük bunalım dönemi şu soruyu sordurtuyor: “Sistem, bu bunalımı da atlatabilecek mi?” “Atlatırdı, atlatamazdı” tartışmasını bir yana bırakalım, bu sorunun sistem içerisindeki akıllar tarafından çokça ve kaygıyla dile getirilmesi; kapitalizmin geleceğinin konuşulduğu zirvelerde, sistemin sürdürülebilirliğini tehdit eden risklerin sıralanması; hepsi bir şey anlatıyor: “Sıkıntı büyük; hem de çok büyük!”
Gerçekten de kapitalizmin sıkıntısı çok büyük. Bu yaşlı sistem, insanlığa artık hiçbir konuda gelecek vaat etmiyor. Sistemin hegemonya krizi, hastayı adeta çoklu organ yetmezliği noktasına doğru sürüklüyor. Savaşlar, hakikat-sonrasının sistematik yalanları, sağ popülizm ya da neo-faşizm; hiçbiri günü kurtarmaktan öteye sistemin derdine kalıcı çözüm getirmiyor. Evreni bu hale getiren zekânın yapay olanından ne çıkacak? Bilim ve üretim araçlarının özel mülkiyeti ilişkisi ters yüz edilmediği müddetçe, yapay zekâ meselesi de kimseye umut vermiyor. Öyle ya, kapitalizmin sicilinde, “atom fiziğinin bilimsel sonuçlarının atom bombası üretmek için kullanıldığı” yazıyor…
Çok katmanlı krizin yarattığı ekolojik ve sosyal yıkım, yeni isyan dalgasını da açığa çıkarmış durumda. Bu haliyle yerküre, tarihsel bir dönemi yaşıyor. Çeşitli tonlardaki halk isyanları, giderek öfkesinin yönünü kapitalizme doğru çeviriyor.
Evet, tarihsel bir dönem… Bir tarihsel eşik… İnsanlık tarihinde yeni bir sayfa mı açılıyor? Yine “katı olan her şeyin buharlaşmaya başladığı” günümüzde, bu sorunun sorulması hiç de yersiz değil. Eski ölüyor; yeni henüz doğamıyor… İnsanlığın tarihsel doğum sancısı, her yanı kaplıyor…
Türkiye de doğal olarak bu tabloya dâhil. Kapitalizmin krizi, rejim kriziyle harmanlanmış halde yaşanıyor. Bu yükün altında kalan 17 yıllık siyasi iktidar, bir çözülme sürecinin içerisine yuvarlanıyor.
Krizinin çok boyutluluğuna, şiddetli oluşuna, içinden çıkılamazlığına dair bunca söz söylenen, değerlendirme yapılan sistem kapitalizm. Dolayısıyla, kapitalizme karşı başka bir dünyanın savunucusu sosyalistlerin, tarihsel rollerini oynayacakları koşullar gelişiyor. Dünyada ve Türkiye’de, kriz bu boyuttayken ve halk isyanları yayılıyorken, olan bitenler bir biçimde sosyalist örgütleri güçlendiriyor olmalı. Fakat durum böyle değil. Sosyalist örgütlerin, ne Türkiye’de ne de halk isyanlarının yaşandığı dünyanın diğer ülkelerinde gidişata etkide bulunabilecek güçleri yok. Bir anlamda, kapitalist sistemle birlikte sosyalist örgütler de kriz içerisinde. Yıkılacak olanla yıkacak olan, aynı anda krizde…
Tuhaf bir durum gibi görünüyor fakat aslında bunda yadırganacak bir şey yok. Köklü değişim dönemlerinde, eskiye dair ne varsa değişime direnemez. Ya yenilenir ve tarihin açılan yeni sayfasına kendisini taşımayı becerir, ya da tarih olur. Sosyalistler açısından durum böyle. Eskinin ezberleri, yeniyi izah edemiyor. Aklını, fikrini yenileyemeyen sosyalist örgütler eskiyor, eriyor…
Nasıl çıkılacak bu işin içinden? Çok şey söylenebilir meseleyle ilgili. Öncelikle, “sosyalist kadroların bugün taşıması gereken nitelikler neler olmalıdır” konusu üzerinden bir şeyler söylemeye çalışalım.
Her farklı dönem, sosyalist kadroda bazı niteliklerin ağır basmasını şart koşar. Bu niteliklere en hızlı bürünebilen kadro, o dönemde öne çıkar, önderleşir. Fırtınalı bir değişim sürecinin kadrosu nasıl olmalıdır? Tarihsel doğum sancılarının yaşandığı bilinmezlerle dolu bu zamanlarda, hangi nitelikler ağır basmalıdır?
İki nitelik çok önemli: “Soru sormak ve sürekli otokritik.” Üstelik büyük sorular ve amansız, acımasız bir otokritik. İlki, yeniyi aramak, bulmak, kavramak için şart; diğeri yenilenmek için.
Temel soru; “Sosyalistler nerede?” Bu sorunun yanıtını arama çabası, bir dizi soruyu daha önümüze getiriyor. Yaşanan sosyalizm deneyiminin dersleri ve kapitalizmin yaşadığı değişimin açığa çıkarttığı sonuçlar, sosyalistlerin programında karşılığını nasıl bulacak? Yine kapitalizmin değişiminin, gelişiminin sınıfların yapısındaki yansıması ve bunun sosyalistlerin stratejisindeki karşılığı ne olabilir? Tarihsel değişimin öznesi işçi sınıfı, günümüz isyanlarında neden bu tarihsel rolüne uygun pozisyon almıyor? Bir dönemin sınıf mücadelesinin açığa çıkarttığı örgüt modeli sendikalar, bugüne yanıt üretiyor mu? Sosyalistler, yeni toplumsal hareketlerle nasıl bağ kurabilir? Yeni toplumsal hareketler, sosyalistlerin stratejisinde nasıl yer alabilir? Lenin’in Ne Yapmalı’sında tariflenen Bolşevik Parti tarzındaki öncü örgüt modeli, bir asrı aşkın süre sonunda bugün yine aynı şekilde geçerli mi? Ve bunlara benzer nitelikte daha birçok soru…
Bu dönemin sosyalistleri, kafalarında böylesi büyük soru işaretlerini taşımak zorunda. Türkiye devrimci hareketi tarihinin önceki dönemlerinde bu tarz bir durum yoktu. 1920’lerde başlayan 1. dönemde de, 1960’lardan sonraki 2. dönemde de mücadeleye atılacak sosyalistlerin kafalarında bu düzeydeki teorik problemler dönüp durmuyordu. Aksine onlar, net ve keskin yanıtlarla atıldılar mücadeleye; kimisi kırlara, kimisi fabrikalara…
1. dönemin netliğini sağlayan ana faktör Ekim Devrimi’ydi. Teori, pratikte sınanmış ve doğrulanmıştı. 2. dönemdeyse Çin, Küba, Vietnam Devrimlerinin etkisi büyük oldu. Mevcut pusula, yine şaşmamıştı. Yola koyulacakların yollarını kaybetmemeleri için o pusulaya sıkıca sarılmaları yeterliydi. Kafalar, bu anlamda gayet netti.
Bu noktada, Türkiye’de sosyalist mücadelenin yol açıcılarından Dr. Hikmet Kıvılcımlı için bir parantez açmalıyız. 1. dönemden itibaren mücadelede yer alan Kıvılcımlı’nın, dönemin diğer sosyalistlerinden farklı olarak “soru sorma ve otokritik yapma” nitelikleri oldukça yüksekti. Mücadele yürüteceği bu toprakları derinlemesine kavrama çabası üzerinden sorduğu sorular, onu Marksizm’e de katkı değerini taşıyan Tarih Tezi eserini ortaya koyacak derinleşmeye kadar götürdü. Otokritik yeteneği ise Kıvılcımlı’yı, teorik eserleri kutsal kitaplara çeviren dogmatizmden ve pratikte defalarca yanlışlanan ezberlerin esiri olan taş kafalılıktan uzak tuttu. Bu nitelikleri, günümüz sosyalistleri açısından çok önemli bir örnek gerçekten. Fakat bütün bunlara karşın, temel tezleri yaşamda doğrulanan Marksizm’in ve o tezlerin bir doğrulaması olan Ekim Devrimi’nin parlak ışığıyla Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın kafası da ışıl ışıldı.
Bugün durum hepsinden farklı. Günümüz sosyalistlerinin, önceki iki dönemdeki yoldaşlarına göre kafaları net değil; olamaz. Köklü tarihsel değişim süreçlerinin yarattığı bir durum bu. Ezberler, yaşamda karşılık bulmaz, eskiyen pusulalar yön göstermez olur böyle dönemlerde.
O zaman, bugün mücadeleye atılan militan, aynı zamanda kafasında taşıdığı büyük soruların da yanıtını yaşamın içerisinde aramalı. Ve pusulasını yeni dönemin ayarlarına getirene dek, gerektiğinde pusulasız da yola koyulabilmeli…
Hayatı, mücadele alanlarını laboratuvar ortamı gibi değerlendirmek… Bir bilim insanının taşıdığı o büyük merakla, yaşama her dokunuştan elde edilen verileri sürekli sürekli analiz edebilmek… Atılan her adımı, vakit kaybetmeden teorik sonuçlar da çıkartabilecek derinlikte sıkı bir değerlendirmeye tabi tutmak… Pratiğinin teorisini yapacak, soyutlama yeteneğine sahip olmak… Bugünün sosyalisti, tüm bunları becermek zorunda.
Mücadelede ve yaşamın tam orta yerinde var olmakta ısrar; doğru sorular ve güçlü bir otokritik… Böylesi bir yolculuk, “sosyalistler nerede” sorusunu anlamsız kılacak günlere bizleri belki de çok geç olmadan taşıyacaktır…