Dünya Bir Dergahtır Sınırlara Ve Sınıflara Ayrılamaz – Çilem Küçükkeleş

Modern dünya dedikleri aslında tam da bu sanırım. Dönemin ruhunun ürettiği kelimelerle döneme cevap olmak. Dönemin sınırları içinde bir süre sonra cümle kuramaz olmak.

İnsanlığın doğduğu coğrafyada boğulmaya çalışıldığı günlerden geçerken insanlığın bin bir emekle yarattığı her kavramında nasıl ters yüz edildiğine şahitlik ettiğimiz günlerden geçiyoruz. Diller öyle hoyratlaşıp birbirine benzedi ki ortaklaştığımız birçok kavramın içi adeta iğdiş edilerek boşaltıldı. Kavramların içi sonsuz tüketim hırsıyla boşaltılırken aslında zihin dünyamızın altının dinamitlendiğini unutuyoruz. Toplumsal olanı öylesine bir kenara bıraktık ki dilimizi devletler sardı desek yeridir. Sekiz yılı aşkındır süren Suriye savaşında -ki ben bir süredir Ortadoğu’da üçüncü dünya savaşının yürütüldüğünü düşünüyorum- savaşın başındaki dilimizle bugünün dili arasındaki büyük farklılaşmaya bakınca militarizmin, devlet aklı ve dilinin hayatlarımıza nasıl nüfuz ettiğini görüyorum.

Ağzını açan sınır bütünlüğünü savunur hale gelmiş. Söyleyenlerin çoğu farklı siyasi çizgilerde insanlar. Fakat ne hikmetse sınırlar söz konusu olunca hepsi hemfikir. Sınırsız ve sınıfsız toplum diye yola koyulanlar en şaşırtıcı olanlar tabi. Çünkü diğerleri iktidarını zaten bu sınırlar sayesinde yürütüyor. Ortada bir sınır olmasa onun iktidarı da olmayacak zaten. İnsanlığın başına bela olan tam da bu sınırlar. Sınırlar içinde konuşunca insanlık düşmanı savaşları da o sınırların iktidarları aracılığıyla konuşmak zorunda kaldık. İnsanlığı, tarihini, coğrafyasını talan eden, vahşet yerine vahşeti üretenlerin köşe kapmacalarından bahsettik. Bugün Suriye diye lafa başlayan herkes Amerika, Rusya, Türkiye, İran demeye başlıyor. Acılar kimsesiz bırakılıp yenme yenilme üzerine cümleler kuruluyor. Ekranlar tankla topla dolu, ekranlar kanla gözyaşıyla dolu, ekranlar kadın da olsa erkek de olsa asker doğanlarla dolu. Ortada insanlık adına kalan bir şey yok. Yangına bir tas su döken de yok.

“Konjonktür böyle henüz o aşamaya gelmedik” diyenler olacak elbette. Ama benim itirazım zaten gün be gün konjonktüre göre kaybettiklerimize. Coğrafyanın ürettiği kadim kültürden gün be gün eksilttiklerimize. Israr ettiklerimize, uğruna bedel ödediklerimize şimdilik bir kenarda dur demeye ya da görmezden gelmeye. Modern dünya dedikleri aslında tam da bu sanırım. Dönemin ruhunun ürettiği kelimelerle döneme cevap olmak. Dönemin sınırları içinde bir süre sonra cümle kuramaz olmak. Orta Doğu tam da böyle yorumlanıyor bu günlerde. Uzun süre ait olduğu coğrafya ve kültürü bir kenara bırakıp Batı’ya heves edenlerin, yabancılaştıkları Ortadoğu hakkında hangi cümleyi kursalar boşa düştüklerini gördük. Sonra da “Burası Ortadoğu; beş dakika öncesi ile beş dakika sonrası bir birini tutmaz.” gibi beylik laflara tutunduklarına, işin içinden çıkamayanların da “bataklık” deyip kendini avuttuklarına tanık olduk.

Biliyoruz ki bugün Ortadoğu’yu bataklığa çevirenler iktidarları için yarın başka başka coğrafyaları bataklığa çevirmekten sakınmayacaklar. Orada Ortadoğu’da denenen her şey dünyayı saran siyasete dönüşüyor. O yüzden kimse Ortadoğu’dan bağımsız bir hayat yaşamıyor. Bu kadar Batı’ya yoğunlaşınca dilsiz kaldığımız bu coğrafyanın aslında kadim dilinin derde deva cümleleri toprak altında kaldı.

Kapitalist modernitenin bireyci bencil aklına karşı vicdan değersiz kaldı. Oysa vicdan toplumsal olandı. Kar odaklı akıl her daim silah, savaş, dolayısıyla ölüm dedi. Toplumsallığa odaklı vicdan ise barış dedi, yaşam dedi. Beyin kişinin, vicdan ise toplumun doldurduğuydu. O nedenle vicdan toplumsallık adına vazgeçilmez olandır.

Aleviler dünyanın bir dergah olduğuna, dergahın içindeki her şeyin de kutsallığına inanır. O nedenle hiçbir coğrafya değer olarak diğerinden farklı değildir. Sınırlar yoktur, mültecilik yoktur. Dergahın her yeri herkese açıktır. Bu dergahın talipleri ayağının değdiği her yeri yeşil yapan, elini uzattığı her derdin xızırı olandır. O nedenle yapay çizilen hiçbir sınır insanı mülteci yapmaz. Sınırsız ve sınıfsızdır. Kapitalizmin çırılçıplak olduğu, bunalımının halklar nezdinde teşhir olduğu bugünlerde yeniyi aramaktan ziyade bin yıllardır keşfettiğimiz hakikate sahip çıkmak gerekir. Ortadoğu’nun kendi toplumsallığının bedelini ödediği bu günlerde o toplumsallığa sahip çıkmak gerekir. Kan değmedik çakıl taşı kalmamış bu topraklarda toplumların kadim kültüründen yola çıkarak çözüm üretmek gerekir. Yoksa binlerce yıldır yaşanılanı, biriken kültürü yok sayarız ki IŞİD gibi karanlık bir güç de en çok yok sayılsın diye, girdiği her yerde önce tarihi yok etti. Erkeklerden çok kadınlara savaş açtı çünkü kültürü taşıyan kadınlardı. Kültür yok olursa insanlık yok olur. Bu coğrafya Alevilik gibi kadim birçok kültüre sahip. Hangisinden tutsanız dünyayı gül bahçesine çevirir çünkü yaşanmıştır, çünkü gerçektir. 

Suriye savaşından çıkardığımız gerçek de şudur; barış, başına bombalar yağanların mücadelesi ile değil hep beraber bomba üretenlerle mücadele edebilirsek gelir. Yoksa üretilen her silah mutlaka birimizin yaşamını yok edecek ve onun hangimiz olacağı hiç belli değil. Kapitalizmi savaşlar ve sınırlar yaşattıysa karşı olan herkesin de en kadim bilgimiz olan barış için sınırsız bir dünya mücadelesi şarttır.  

Yazarın Diğer Yazıları