“Acı Düştü Peşime” – Çilem Küçükkeleş
Aleviler her dönem yaşadıkları cehennemden çıkma formülü bulmuş bir toplumdur. Çünkü Xızır’a inanmak hayata inanmaktır. Demokratik toplumun kendini küllerinden var etme değerlerine inanmaktır. Xızır’a inananların peşine acı düşse de ayaklarının değdiği her yeri yeşerttiler.
Lise öğrencisiydim o yıllarda, henüz tanışmamıştım devletin kanlı elleriyle. Sekiz saat sürdü ekran başında bir otelin, içindekilerle birlikte, cayır cayır yakıldığını izlemek. Öyle bir ateşti ki, televizyon ekranından izleyeni de cayır cayır yakan bir ateş…
Genç yüreğimle anlamaya çalışıyordum. Atılan sloganları, insan yakmayı, kini, nefreti ama anlamak imkansızdı bu insansızlığı.
Elinde bir tas su ile gelen yoktu, “durun yapmayın” diyen yoktu, “insan yakılır mı, insanlığa yakışır mı” diyen yoktu. Ama “Yakın yakın!” sesleri kulaklarımızı çınlatıyordu. Yanan sadece Madımak Oteli değildi. Doğduğumuz topraklar, mezarlarımız, çocukluğumuz, anılarımız, içtiğimiz su, soluduğumuz hava yanıyordu. En önemlisi de insanlık adına hissettiğimiz tüm duygular yanıyordu.
Her konuşmada adı geçen “kardeşlik” bu muydu? “Aleviler de bu ülkenin asli vatandaşıdır” diyenler bunu mu kastediyordu? Kardeşliği de, vatandaşlığı da anlamam Sivas’ın hakikati ile olgunlaştı.
Ateşle Sınanan Bir Toplum
Alevi katliamlarının tarihine bakınca her neslin nasıl katliam şahidine dönüştürüldüğünü gördüm. “Acı düştü peşime” demişti Metin Altıok, Kavaklar şiirinde. Acı düşmüştü hep peşimize; her neslimizi katliama boğmuştu, nefessiz bırakmak istemişti.
Anneannemi Dersim’in, ondan önceki büyüklerimi Koçgiri’nin tanığı, annemi Maraş ve Çorum’un, beni ise canlı yayınla Sivas’ın tanığı yapmıştı. Zorla Türk ve Sünni olmaya ikna edilmek istenen bir toplum kanla, kırımla ve en sonunda da ateşle sınanmıştı. Koçgiri, Dersim, Maraş, Çorum ve Sivas’ta çizilen resim ile topluma, “Bakın bu resme ve karar verin” diyordu sistem. Resme bakmak zordu. Resmi kabul etmek ise imkansız.
Katliamların Rakamları Yoktur
Ben Sivas’ın resmine hiç bakamadım. Yanan 33 can değildi sadece, yanan hepimizdik. Sistem yaptığı her katliamda rakamlarla izah edilmeyecek kadar insan öldürüyor, sözle anlatmaya yetmeyecek kadar da duygu yaşatıyordu. Çocukluğumun kentine öyle bir yas yazıldı ki ne havasında Hasret Gültekin’in kokusu ne de toprağında Koray’ın külleri silinemezdi.
1 Temmuz’da şehirde dağıtılan bildirileri okuyunca Hasret “Ne yapacaklar bizi yakacak halleri yok ya” demişti. Hiç olmayacağını düşündüğü şey 2 Temmuz’da olmuş, bir otele doldurulup yakılmış, onun da külleri Sivas’ın toprağına havasına bir daha gitmeyecek şekilde sinmişti. Hasret’in sözleri yaşadığımız katliamların özeti gibiydi.
Hiç ummadığımız, insanlığa yakıştırmadığımız yöntemlerle hep hazırlıksız ölmüştük. Gizlenen, manipüle edilen tarihimiz bu kez canlı yayınla tüm dünyanın seyrine sunulmuştu. Bu kez ilk defa yaşadığımız katliamın tanığını, mezarını, failini aramıyor, canlı canlı izliyorduk. Sebebi teknolojinin gelişmesi değildi. Teknolojinin gelişkinliği ispatlanmak istenseydi yarım saat sürmezdi katliamı engellemek. Canlı yayın yaparak bir ülkeyi bir bütün katliama tanık etmekti.
Hiçbir Katliam Tesadüf Değil
Peki bu kadar aleni yapılan katliamın failleri, sorumluları yargılandı mı? Cevap tabi ki hayır. İnsan yakmak zaman aşımına uğradı ve biz bugün hala bu ülkenin siyasetçilerine yaşananın “Sivas hadisesi”, “Sivas olayları” biçiminde adlandırılamayacağını anlatmaya çalışıyoruz.
Katledildiğimiz her dönemin aynı zamanda yaşadığımız coğrafyada siyasetin de karanlık ellerle yeniden şekillendirildiği dönemlere denk gelmesi hiç de tesadüf değildi. Koçgiri ve Dersim’in Cumhuriyet’in tek tipleşen siyasetine, Maraş ve Çorum’un yükselen devrimci demokratik mücadeleyi bastırmak üzere 80 darbesine ve en son Sivas’ın yine demokratik muhalefeti sindirerek siyasal İslam’ın güçlenme zeminine dönüştürülmesi bir tesadüf değildi.
Bugün AKP ve MHP faşizmiyle yönetilen bu sistem, bu katliamlar zinciri üzerinden şekillendirilerek inşa edildi. Tekçi ve inkarcı akıl, ihmal ettiğini düşündüğü siyasal İslam ayağını, Alevileri iç tehdit olarak ilan edip bu politikasını Sivas Katliamı ile besleyip rabia işaretinde somutlamıştır. Bu nedenle Alevi katliamları ile yüzleşmek aynı zamanda tekçi, inkarcı, katliamcı sistemle ile de yüzleşmektir.
Menekşe Ve Koray’ın Birlik Çağrısı
Aleviler her dönem yaşadıkları cehennemden çıkma formülü bulmuş bir toplumdur. Çünkü Xızır’a inanmak hayata inanmaktır. Demokratik toplumun kendini küllerinden var etme değerlerine inanmaktır. Xızır’a inananların peşine acı düşse de ayaklarının değdiği her yeri yeşerttiler.
Bu toplum Sivas’ın ateşinden ders çıkararak örgütlenerek çıkmak istedi. Çünkü Menekşe ile Koray’ın birbirine sarılı bulunan bedenleri birlik çağrısıydı. Alevi toplumu kendi kurumlarını Sivas’ın külleri üzerinden inşa etti. Yok edilmeye çalışılan bu toplum kendi kurumları ile bulunduğu her yerde var olduğunu göstermek istedi. Kent merkezlerinden silinmek istenen Aleviler, Sivas’ta parçalanan Pir Sultan heykelinin her parçasını yan yana getirip kurumlarına yeniden dikti.
Utanmak İnsan Olmanın Gereğidir
Her yıl Sivas’ı güçlü anıyoruz. Çok sayıda Cemevimiz ve kurumlarımız var ama Madımak hala utanç müzesi değil. Bu yıl da dikkatimi çeken şeylerden biri utançtan arındırılmış müze söylemleri. Utanç kelimesi kimilerince bir tarafa bırakılmış gibi. İnsan yakmaktan utanılmayacaksa müze neyi anlatacak bilmiyorum.
Madımak’ın bulunduğu alan bir ziyarettir, ateşle sınanmış bir ziyarettir. Eskiden böyle mekanları taş koyarak, mum yakarak kaybolmaz kılardık. Nesilden nesile kendi geleneğimiz ile anlatırdık. Bundan vazgeçtik belki ama Utanç Müzesi demekten vazgeçemeyiz.
İnsanlık, insan yakmaktan utanmaz ise Madımak’la bu toplumu yüzleştiremeyiz. Hakikat yerini bulamaz. Madımak’ta insan yakmaktan utanmak aynı zamanda Koçgiri’de, Dersim’de, Maraş’ta, Çorum’da da insana kıymaktan utanmaktır, unutmayalım. Utanç müzesini kalıcı kılalım ki yok sayan katliamcı akıl sürekli bir utanç içinde olsun. Kalıcı kılalım ki bizden sonraki kuşaklar peşlerine düşen acılarla yaşamasın.