Geride Kalanlar İçin 2 Temmuz

Toplumların uğradığı acılar bir yere kaybolmuyor. Zaman geçiyor, yaralar iyileşiyor sanılıyor ama olduğu gibi duruyor.

“…

Alaca renkler susar,

ortada tek “beyaz” kalır.

Çürür düzen zulüm biter,

kar altında gülüm biter,

vakit ulaşır yolum biter,

bir de yasak adım kalır.

Toplatılır yazılarım,

yakılır dizelerim,

kurutulur gözlerim,

geride genç ölüm kalır.”

Hasret Gültekin

Köy yeri, herkesin evinde televizyon yok birkaç ev dışında ama haber tez yayılıyor. Çocuk olsak da vakitsiz ölümler olduğunda havanın kasvetini anlıyor, bir şeylerin içimizi parçalarcasına kötü gittiğinin ayırdına varıyorduk. Bandik (Amasya’da kadınların giydiği şalvar) giymiş kadınların ne yapacağını bilmez telaşlı halleri, yangın yerinden kurtarılmış siyah beyaz kısa film şeridi gibi hatırımda duruyor.

****

Her Alevi’nin yolu mutlaka 2 Temmuz anmalarıyla kesişir.

2011 yılıydı.

Yolları yeni yeni yapılan, derme çatma binalarla mahalle olmaya çalışan, Alevilerin yoğun yaşadığı Avcılar Yeşilkent’te 2 Temmuz anması yaptığımızda tıpkı Madımak’ın yandığı gün hissettiğim şeyleri bilincimde daha da somutlaştırmıştım. Çünkü 2 Temmuz’a ve yapacağımız anmaya politik yönünden bakarken içinden geldiğimiz toplumun tarihsel yaşanmışlığının duygusunu kaçırıyorduk.  Mahallede ilk defa 2 Temmuz anması yapılacak olması dahi heyecanlandırıyordu bizi. Odaklandığım sadece katılımın nasıl olacağına dönüktü, zira mahallede çok az insan tanıdığımız gibi ilk defa yapılacak olan eyleme insanlar katılır mıydı? Yürüyüşün giderek büyüyen kalabalığın önündeki sarı kumaşın üzerine elle kırmızı renkte yazılmış “Pir Sultanlar Ölmez Direniş Sürüyor” pankartına sıkı sıkıya sarılmış, belki de ilk defa slogan atan kadınlar vardı.

Programda yer alan otelin yakılma anına ait görüntüleri izlediğimiz o yaz akşamı tıpkı o çocukluğumdaki gibi kasvetsiz havaya dönüşmüştü. Kalabalığın en önünde yerde otururken bir an geri dönüp baktığımda görüntüleri izleyenlerin gözünden akan yaşlar yüzlerce yıllık yaşanan acıların izleriyle karşı karşıya getirmişti beni. İşte o zaman Alevilere ve Aleviliğime başka gözle, başka duyguyla bakmaya başladım.

****

Şimdi 26. yılı, dile kolay…

Toplumların uğradığı acılar bir yere kaybolmuyor. Zaman geçiyor, yaralar iyileşiyor sanılıyor ama olduğu gibi duruyor.

Sivas Katliamı da aradan 26 yıl geçmesine rağmen tazeliğini koruyor. O gün doğmamış olan bugünün yetişkinleri katliamın izlerini hem taşıyor hem de sürüyor.

Her yerde yapılan anmalar, konuşmalar, yazılar, filmler belgeseller vs. ile artık mücadelenin kopmaz bir parçası haline getirilerek unutmanın önüne geçiyor. Tıpkı İstanbul’un en ücra mahallelerinde bir parkta yapılan anmada kadınların gözündeki yaş gibi…

Fakat en önemli kısımlardan biri de bir toplum, yaşadığı dayanılmaz acılara rağmen neden intikam hissi duymaz? Ya da soruyu tersinden işletirsek neden bir toplum “son bulsun savaşlar kimse ölmesin, barış güvercini uçsun dünyada” demesine rağmen katliama maruz kalır?

Neden her şeye rağmen inandığı değerlerden vazgeçmeyenlere zulüm reva görülür?

22 yıl sonra Madımak otelinin önünde “Allah’ım bu senin Cehennem ateşin” diyenlerle Cizre’nin yerle bir edilmiş binalarının bodrumlarında duyulur diye nefes dahi almayan onlarca insanı, pet şişelerin içine doldurdukları benzinle yakanların bir bağı olamaz mı?

Yakma, boğaz kesme, toplu öldürme isteği-eylemi sadece Suriye’de karşımıza çıkan IŞİD, El Nusra ve cihadist radikal örgütlere mi mahsus?

Ankara Çubuk’ta CHP Genel Başkanı’na yumruklu saldırı sonrası sığındığı evin dışındaki atılan sloganlar ve kitlenin arzusu, 2 Temmuz’da yaşananlardan farklı mıydı?

Ya da en son Esenyurt ve İkitelli’de sokaklarda Suriyeli arayıp dükkânlarını yağmayanlar, Sivas’ta tekbir getirip otel yakanlardan farklı mı?

“Ama onlar da…” diye başlayan cümlelerin hiçbir haklılık payı olabilir mi? Aynı “ama”lı gerekçeler Sivas katillerinin de sözleri değil mi?

Ara ara kendini tekrar ettiren katliamlar, toplumlara yaşadığı coğrafyadaki yerini hatırlamasını sağlar. İlginç olansa Alevilerin bir taraftan bu silkelenme ve mücadele azminin yanına zulme uğradıkları devletin bekçisi olma iddiasını koyuyor olmasıdır.

Devletin, Osmanlı’dan söylem ve kavramlardan başkaca ne ayrı gayrılığı var?

“Olmasaydın olmazdık” diyenler şunu mu diyor “olmasaydın daha fazla öldürülürdük”

Velhasıl bu devlet bizi hem kıyama uğratıp hem de bekçisi yapıyor. Ne güzel dünya!

****

“Hacı Bektaşoğlun günahkar gördüm

Aradım isyanı özümde buldum

Yüzümün karasın elime aldım

Aman Şahım mürüvvet deyu geldim”

Bu dizeler Yavuz’la Şah İsmail’in savaşında sessiz kalan Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhına sitem edip isyanın yanında yer alan Pir Sultan Abdal’a ait.  (Yalnız belirtmekte fayda var, dergah her zaman Osmanlı’nın yanında yer almamıştır. Şah İsmail-Yavuz Sultan Selim savaşından 16 yıl sonra Kalender Çelebi öncülüğünde Osmanlı’yı dehşete düşüren ayaklanma gerçekleşmiştir.) tarihten ders almak gerekiyor. Osmanlı karşısında sessiz kalan, Cumhuriyet’in kuruluşunda hem askeri hem de maddi destek veren dergâhın Alevi toplumunda yerini doğru tayin etmeliyiz. Buradan dergahı reddetmek değil doğru yere koymayı ifade ediyorum.

Şimdi “olmasaydın olmazdık” mottosunu zalim ve muktedirlere karşı var olma (direniş) bayrağını dimdik tutan Hz. Hüseyin’e, Kalender Çelebi’ye, Pir Sultan Abdal’a ve 2 Temmuz şehitleri gibi sayısız öncülere atfetmeliyiz.

Ve yazımızı bitirirken bir kez daha 2 Temmuz’da yitirdiğimiz bakır kalaycısı, söz yazarı ve cura ustası Nesimi Çimen’in Barış Güvercini ezgisini dinleyelim;

“İnsancıl insanlar barıştan yana
Ancak zalim olan kıyar insana
Barış aşkı yayılmalı cihana
Barış güvercini uçsun dünyada”

2 Temmuz şehitlerimizin anılarına sonsuz bağlılıkla…

Yazarın Diğer Yazıları