AKP Faşizmi Hala Yerinde Mi? – M. Sinan Mert
Politik krizin, düzenin geleneksel partilerinin hegemonya üretme kapasitesini tamamen ortadan kaldırdığı koşullarda, iktisadi olarak egemen olan sınıf fraksiyonuna organik anlamda bağlı olamayan bu hareketin var olan kargaşaya ve düzensizliğe son vermesi ve krizi çözüme kavuşturması amacıyla iktidara gelmesine göz yumulduğu koşullar yoksa faşizmden bahsetmek mümkün değil.
23 Haziran seçimleri AKP faşizminin kurumlaşma hamlesini bütünüyle kadük hale getirdi mi? Seçimlerin dengeleri sarsan bir etki yaratması AKP faşizminden bahsetmeyi ve bahsetmiş olmayı anlamsız hale getiriyor mu?
Faşizm kavramının solun elinden çok çektiğini kabul etmek gerekiyor, dolayısıyla terimin yerli yersiz kullanımını eleştirenlere katılmamak mümkün değil. Sosyalist hareket genel olarak burjuvazinin farklı iktidar etme biçimleri arasında fazla bir ayrım görmüyor ve baskı-şiddetin arttığı dönemleri ise faşizm olarak değerlendiriyor. Bir sınıf iktidarının her durumda bir zor aygıtına sahip olması ve siyasi rakiplerini gerektiğinde zorla etkisiz hale getirmeye çalışması sıra dışı bir durum değil. En demokratik devletlerin en acımasız edimleri gözünü kırpmadan gerçekleştirmesi sık rastlanan bir olgu. Dolayısıyla bir rejimin zor uygulaması orada faşizmden ziyade genel olarak devletin varlığının bir tezahürü olarak ele alınmalı.
Faşizm ise genelde kendisine köktenci bir dönüşüm arayışında olma görüntüsü veren, alt ve orta sınıfların görece geniş kesimlerinin aktif desteğini alabilen ve ancak politik kriz koşullarında iktidara gelebilen bir kitlesel hareketin iktidarı altında ortaya çıkabilecek bir rejim. Politik krizin, düzenin geleneksel partilerinin hegemonya üretme kapasitesini tamamen ortadan kaldırdığı koşullarda, iktisadi olarak egemen olan sınıf fraksiyonuna organik anlamda bağlı olamayan bu hareketin var olan kargaşaya ve düzensizliğe son vermesi ve krizi çözüme kavuşturması amacıyla iktidara gelmesine göz yumulduğu koşullar yoksa faşizmden bahsetmek mümkün değil. Faşizmin en temel tezahürlerinden birisi de faşist partinin özellikle işçi sınıfını sokakta yıldırmak için yaslandığı paramiliter güçler, ortada sadece resmi devlet güçlerine yaslanan bir hareket varsa bunu daha genel anlamda otoriter rejimler kavramı çerçevesinde ele almak gerekiyor. Bu açıdan faşist rejimler ile askeri diktatörlükler büyük ölçüde farklı meşruiyet kaynaklarından ve iktidarlaşma dinamiklerinden besleniyorlar. Genelde faşist ideolojiler yeniden doğuşçu bir içeriğe sahipler. Amaç genelde görkemli günlerinin gerisine düşmüş eski bir medeniyetin yeniden ihyası olarak tarif ediliyor. Mussolini iktidarı açısından Roma’nın yeniden ihtişamını kazanmasının önemi hatırlardadır.
Bu çerçeveden bakıldığında AKP’nin faşizmle ilişkisinin kimi özgün yanları var. Birincisi AKP bir faşist hareket olarak iktidara gelmedi ancak iktidardayken faşistleşti. AKP iktidara gelirken kendisini bir merkez partisi olarak inşa etmeye çalışan, “Milli Görüş gömleğini çıkarma”yı bir marifet olarak savunan bir çizgiye sahipti. Emperyalizmin Ortadoğu’nun yeniden inşası konusunda kendisine biçtiği rol ise iktidara gelmesi açısından önemli bir destek sağlamıştı. Bu destek “eski rejim”le hesaplaşmasında da kendisine büyük olanaklar sağladı, dışarıdan akan ucuz para alt ve orta sınıfların rızasının üretilmesini kolaylaştırdı. 2013 bu açıdan çok kritik bir dönüm noktası olarak bu bahsedilen çapaların neredeyse tamamını ortadan kaldırdı. Arap Baharı’na hızlı katılım sonrası emperyalizm ile açı farkının oluşması, Gezi sonrası özellikle kentli orta sınıflar üzerindeki hegemonyanın büyük oranda çözülmesi, Cemaat ile girişilen iktidar mücadelesinde devletin zor aygıtına duyulan güvensizliğin hat safhaya çıkması AKP’nin faşistleşmesini önemli oranda koşulladı. Özellikle Suriye Savaşı sürecinde cihatçı çetelerle girişilen işbirliği, İtalyan faşizmi için I. Dünya Savaşı’nın yarattığı etkinin bir benzerini üretti. 15 Temmuz darbesine sokakta verilen yanıtta bu bağlantının izlerini görmek mümkün. Ordu içinden kimi mafya liderlerine biat videolarının yayınlanması da paramiliterleşmenin özgün boyutlarını gösteriyor.
AKP faşizmin özgün ekonomik temeli ise Anadolu sermayesinin 17 yıllık iktidar boyunca finans kapital ile ekonomik olarak boy ölçüşebilecek bir birikim ortaya çıkaramadığından dolayı ekonomik talanda öncelik kazanabilmek için siyasi iktidara duyduğu mutlak bağımlılıktır. Faşizm üzerine çalışanların bu rejimde “siyasal olanın ekonomik olana baskın görünmesi”nin altını kalın kalın çizmeleri ile yukarıda söylediklerimiz arasında bir rezonans olduğu açıkça görülüyor.
Bütün yetkilerin tek elde toplanması ve siyasi olanın, yürütmenin önündeki tüm denge ve denetleme mekanizmalarının ortadan kaldırılması ekonomik olarak zayıf bir egemen sınıf fraksiyonunun toplumsal artığın aslan payını siyasi mekanizmalarla kendisine yönlendirme ihtiyacından kaynaklanıyor. Egemen sınıfların tümü açısından 7 Haziran sonrası Gezi dinamiğinin ve Kürt özgürlük hareketinin birlikte ezilmesi ihtiyacı finans kapitalin rejim değişimine ses çıkarması gereğini ortadan kaldırıyordu fakat ekonomik kriz koşullarında faşizmin alt ve orta sınıflar üzerindeki hegemonyasının çözülmeye başlaması ve bunun 23 Haziran seçimleri ile açık biçimde ortaya çıkması düzen cephesinde yeni siyasi arayışların ortaya çıkmasını mümkün kıldı. TÜPRAŞ’taki toplu sözleşme ile ilgili uzatılan barış çubuğunu bu ilişkinin dinamiği içinde anlamlandırmak gerekiyor.
“Her köşede faşizm keşfetmek” ne kadar saçmaysa bir seviyede muhalefetin bulunmasını “faşizmin yokluğunun delili” saymak da o derece cehalettir. İtalyan faşizmi 1922’de Roma Yürüyüşü gibi cafcaflı bir okazyon ile iktidarı ele geçirdikten sonra da seçimleri yaptı, hatta en büyük siyasi krizini de 1924 yılında sosyalist siyasetçi Matteotti’nin faşist çetelerce katli sonrasında binlerce insanın sokağa döküldüğü dönemde yaşadı. Sosyalistler ve komünistler birbirlerine düşüp manasız bir boykotu temel taktik olarak benimsemese İtalyan faşizminin iktidarı çok daha kısa ömürlü olabilirdi.
Bu tartışmayı haftaya da sürdüreceğiz. Siz bu arada şu yazı ile bu yazıya da bir bakıverin.