Seçimler Neyi Değiştirir? – M. Sinan Mert
2018 seçimleri sonrasında hızla pes eden, yaşanan anti-demokratik uygulamaları yeterince teşhir edemeyen, iktidarın yaması haline dönüşen ve hızla kendi iç iktidar mücadelelerine kilitlenen muhalefetin bir kez daha yüksek bir motivasyon yaratma şansı son derece düşük.
Yerel seçimlere iki aydan az bir süre kaldı. İçinden geçilen ekonomik, politik ve ideolojik krizin tüm veçheleri seçim sürecinde de kendisini bütün ağırlığıyla ortaya koyuyor.
2013 yılından bu yana neredeyse her sene yaşanan seçimler öncelikle bir demokratikleşme ve normalleşme olanağının kendisini ortaya koyması (2015), sonrasında üzerine yine bu olanağın tetiklediği bir devlet sınıfları koalisyonu eliyle beton dökülme çalışması süreçlerinin köşe taşı oldu. Faşizmin inşasında seçimlerin oynadığı işlevsel ve meşrulaştırıcı rol son derece belirgindir. Bu durumun yaratabileceği karşıt bir bilinç hali ise devam edegelen seçim yağmuru ile örselenmeye devam ediyor. Toplumsal muhalefetin seçimleri temel politika aracı olarak gören bir siyaset tarzının dışında bir ruh ve bilinç geliştirebilmesi yeni seçimin yarattığı “faşizmi geriletme olanağı” algısı ile olanaksızlaştırılıyor. Seçimler, neredeyse hiçbir biçimde içinden çıkılamayan bir ana oyun planı olarak toplumsal muhalefetin şekillendirilmesinde çok önemli bir rol oynadı ve oynamaya da devam ediyor. Bu yüzden 31 Mart 2019 seçimlerinin en umut verici yönü hiç kuşku yok ki bu seçimler rallisinin şimdilik sonu gibi görünmesidir.
İktidar bloğunda, ekonomik kriz dolayısıyla toplumsal tabanında yaşanan erozyonun nasıl telafi edebileceğine dair net bir planın yokluğunun yarattığı sersemleşme hali “seçimci” muhalefete bir tür umut pompalama imkânı olarak görülüyor. Seçimin en önemli merkezi İstanbul’a atanan meclis başkanının hali bu çaresizliğin en açık örneği olarak ortada duruyor. Bu tablodan yola çıkarak yapılan yorumlarla “Bu sefer başarmaya çok yakınız” hissi yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Ancak 2018 seçimleri sonrasında hızla pes eden, yaşanan anti-demokratik uygulamaları yeterince teşhir edemeyen, iktidarın yaması haline dönüşen ve hızla kendi iç iktidar mücadelelerine kilitlenen muhalefetin bir kez daha yüksek bir motivasyon yaratma şansı son derece düşük.
Türkiye’de rejim seçimlerle geri döndürülebilecek bir eşiği aştı mı? Bu soruya olumsuz yanıt vermek mümkün değil. Peki böylesi bir aşamanın geride kaldığını görmeyen ve göstermeyen, kendisini bu yeni koşullara göre yeniden yapılandırmayan bir muhalefetin kitlelerde bir heyecan ve atılım yaratması mümkün olabilir mi? Neyin köklü biçimde değiştiğini bile açıkça ortaya koyamayan bir muhalefetin, içinde bulunulan krizin kurbanı değil suç ortaklarından birisi olduğu ortadadır.
CHP ve HDP arasında gerçekleşen “utangaç” ittifak, Gezi sonrasındaki ilk yerel seçimlerde gerçekleşebilmiş olsaydı sokakta son derece aktif olan direniş dinamikleri sayesinde çok daha çarpıcı sonuçlar elde edilebilirdi. CHP yönetimi o seçimlerde en azından İstanbul’u her açıdan harap-bitap vaziyetteki Erdoğan’dan alma olanağını, kendi içindeki muhalefeti -Sarıgül’ü- tasfiye edebilme arzusuyla güle oynaya harcamıştı. Şimdi de benzer biçimde CHP içindeki temel motivasyonun “faşizmi geriletmekten” ziyade seçimler sonrasındaki “büyük kurultaya hazırlanmak” olduğu anlaşılıyor. CHP’nin bu haliyle seçimler sonrasında kendi bütünlüğünü kaybetme riski ile karşı karşıya kalacağı şimdiden görülebiliyor.
Kuruluşundan bu yana Türk, Kürt ve diğer halklardan emekçilerin sorunlarını ortak bir programla çözme irade ve iddiasındaki HDP, son süreçte yeniden iki farklı gerçekliğe iki farklı siyaset öneren bir noktaya evrildi. Tecride karşı geliştirilen haklı ve meşru mücadele çizgisi, Batı’da krizle boğuşan emekçiler açısından anlaşılır bir çerçevede ifadesini bulamıyor. Partinin Batı illerinde hayata geçirdiği “AKP’yi geriletmek adına muhalefetin adaylarının desteklenmesi” çizgisi iyi niyetli bir adım olmakla birlikte büyük bedellerle yaratılan Batı’daki parti tabanının da dağıtılması gibi bir riski ortaya çıkarıyor.
Olumsuzlukları ve riskleri alt alta dizerek kendini temize çekebilmenin mümkün olmadığı bir dönemdeyiz. Faşizme karşı her yönüyle dirençli bir mücadelenin ve umudun büyütülmesini, dışımızdaki güçlerden bekleyecek bir durumda değiliz. Yerel seçimler, her açıdan zorla ayakta tutulmaya çalışılan bir “kararsız istikrar” döneminin sonunun habercisidir. İktidar ve muhalefet bloğunun içindeki çatlakların derinleşeceği, en başta büyük bir hızla yükselen işsizliğin sosyal sorunları dayanılamaz noktalara taşıyacağı ve birçok açıdan ezberlerin bozulacağı bir dönemin eşiğindeyiz. Suriye’de gelinen yol ayrımı ve ABD-Rusya mengenesinde askıda kalma hali de bu tabloyu besliyor. Böylesi koşullarda seçimlerin sersemletme etkisinden hızla çıkacak, tüm zorluklara rağmen toplumsal direnci örgütleyebilecek, dağılan sözde muhalefet odaklarının hapsettiği dinamikleri enerjik bir biçimde kendi ekseninde toparlayabilecek bir aktörün inşası için net bir irade ve bilinci hızla ortaya koymalıyız.
Bu iddiayı ortaya koyamayan bir solun sadece kendisi dışındakileri eleştirmekle yetinmesi devasa sorunlarımıza hiçbir çözüm sunamaz.