Çürüme ve çözülme sürecine dair bir değerlendirme
Çürüme ve çözülme sürecini yalnızca dış faktörlere dayandırmak mümkün değildir. Bu süreç, toplumsal hafızanın zayıflaması ve kolektif bilincin kaybıyla doğrudan ilişkilidir. Günümüzde, toplumsal hafızayı yeniden canlandırmak ve kolektif bir bilinç oluşturmak her zamankinden daha büyük bir önem taşımaktadır.

*İlk olarak Yol dergisinde yayımlanan ‘Çeteleşmenin anatomisi ve umudun inşası’ başlıklı yazı, dizi hâlinde Karşı Mahalle’de yayınlandı. Yazı dizisinin ilk bölümünü bu bağlantıdan, ikinci bölümünü de bu bağlantıdan okuyabilirsiniz. Bu son bölüm.
Neoliberal kapitalizm, gençlerin potansiyelini bir tehdit olarak görüp onları görmezden geldi ve ötekileştirdi. Bu dışlayıcı tutum gençlerin sistemin dışında kalmasına neden oldu. Dışlanmışlık ve umutsuzluk duygularıyla biçimlenen örgütsüz öfke, neoliberal düzenin yarattığı çelişkilerin en somut yansıması hâline geldi. Gençler, desteklenmek yerine yalnızlığa ve çaresizliğe itildi. Bu durumun sonucunda toplum olarak bir kuşağı kaybettik. Bu acı gerçeği yok saymak mümkün değil; zira bu kayıp yalnızca bugünümüzü değil geleceğimizi de tehdit ediyor.
Çürüme ve çözülme sürecini yalnızca dış faktörlere dayandırmak mümkün değildir. Bu süreç toplumsal hafızanın zayıflaması ve kolektif bilincin kaybıyla doğrudan ilişkilidir. Günümüzde toplumsal hafızayı yeniden canlandırmak ve kolektif bir bilinç oluşturmak her zamankinden daha büyük bir önem taşımaktadır.
Neoliberal saldırılara karşı sağlık ve eğitim gibi temel hakların korunması için verilen mücadeleler, dönemin koşulları açısından kritik bir öneme sahipti. Bu bağlamda dayanışma çalışmaları ve alternatif faaliyetler taktiksel açıdan mücadelenin güçlenmesine büyük katkılar sağladı.
Bazı siyasi yapılar 90’ların ortasından 2000’li yılların başına kadar çürümeye, çeteleşmeye ve mafyalaşmaya karşı mücadeleye odaklanmıştı. Özellikle Dayanışma Evleri’nin yürüttüğü “Halkın Savunmasını Örelim” kampanyası bilinç yükseltme, kamuoyu oluşturma ve örgütlenme açısından önemli bir başarı örneği oldu. Bu süreçte “Siyaset Meydanı” gibi programlara çıkacak kadar geniş bir etki yaratılırken savunma perspektifini aşan ve gençlik üzerinde etkili olacak yeni araçlar da geliştirildi.
Uyuşturucu, çeteleşme ve çürümeye karşı uygulanan devriye taktikleri bir tür “ikili iktidar” perspektifinin prototipi olarak öne çıktı. Bazı mahallelerde yüzlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen bu faaliyetler farklı bir atmosfer yaratırken dönemin özgün taktiklerinin gelişmesine olanak tanıdı. Aynı zamanda anti-faşist mücadele açısından mevzilerin korunması ve savunulması hayati bir rol oynadı.
Bu dönemde devrimci kurumlar, halkın güvenini kazanarak bir tür “karakol” işlevi görmeye başladı. İnsanlar her gün yaşadıkları sorunları bu kurumlara taşıyarak birlikte çözüm arayışına girdi. Aleviler, okulda ve sokakta karşılaştıkları ayrımcı politikalara karşı bu kurumlarda çözüm ararken mahalle sakinleri ise hırsızlık, gasp, çek-senet mafyası, rantsal dönüşüm projeleri, çeteleşme ve uyuşturucuya karşı yine bu yapılara başvurdu.
Ancak devrimci hareketin taktikleri genellikle dönemsel ihtiyaçlarla sınırlı kaldı. Oysa devrimci politikalar uzun vadeli bir stratejiyle desteklenmeliydi. Bu eksiklik, hareketin etkili bir sıçrama yaratamamasına neden oldu. Eski yöntemlerin tekrarına saplanıp kalan devrimci hareket gerekli yenilikleri gerçekleştiremedi ve stratejik bir ilerleme sağlayamadı. Bu süreçte biz de bir eşiği aşarak stratejik hedeflere ulaşmayı başaramadık.
Ayrıca devrimci hareketin “adalet” adı altında yaptığı bazı uygulamalar halkın güvenini zedeledi. Örneğin bir gencin hırsızlık yaptığı iddiasıyla, üzerine “Ben hırsızım” yazılı bir döviz asılarak mahallede dolaştırılması ya da başka bir gencin linç edilmesi gibi yöntemler halkın hareketten uzaklaşmasına neden oldu. Bu tür uygulamalar devrimci hareketlerin sosyolojik yönünün zayıf olmasının yanı sıra meşruiyetini zayıflatarak toplumsal bağların kopmasına yol açtı.
Toplumsal çürüme ve mücadele yolları
Neoliberal kapitalist politikalar bireyselleşmeye, çürümeye, toplumsal çöküşe ve intihar vakalarındaki artışa zemin hazırlamaktadır. Bu koşullar altında güçlü bir empati kurmak, sınıfsal farkındalık yaratmak ve toplumsal mücadeleyi örgütlemek kritik bir öneme sahiptir.
Çeteleşme, ancak kapitalizmin aşılmasıyla ortadan kaldırılabilir. Bu nedenle çeteleşmeyle mücadele, kapitalist sömürü düzenine ve onun yarattığı adaletsizliklere karşı verilen mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu bağlamda işçi sınıfının örgütlü mücadelesi yalnızca çeteleşmeye değil, kapitalist sistemin tüm yozlaştırıcı etkilerine karşı da bir çözüm yoludur.
İktidar mücadelesi, eleştiri-özeleştiri mekanizmalarının etkin bir şekilde işler hâle getirilmesi ve devrimci bir yenilenme sürecinin hayata geçirilmesiyle mümkün olabilir. Çürümeyi besleyen etkenlere karşı umudu yeniden inşa etmek, emekçileri siyasetin belirleyici öznesi hâline getirmek ve yapısal sorunlara karşı etkili çözümler geliştirmek hayati bir zorunluluktur.
Varoşlardaki örgütlenme taktikleri çoğunlukla ahlaki veya kültürel bir çerçeveyle sınırlı kalmış ve kimliksel ya da iyi-kötü gibi dar değer yargılarına hapsedilmiştir. Ancak varoşlar yalnızca sorunların kaynağı değil, aynı zamanda sınıfsal dönüşümün dinamik gücüdür. Politik, iktisadi ve demografik yapısı sosyolojik bir perspektifle ele alındığında bu potansiyel daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla ahlaki ve kültürel sınırların ötesine geçmek ve varoşlara yönelik uzun vadeli bir mücadele hattı geliştirmek kaçınılmazdır.
Çürüme, çözülme ve umutsuzluk ortamında umudu yeniden inşa etmek yeni bir devrimci kuşağın kararlı müdahalesiyle mümkündür. Karanlığa, umutsuzluğa ve pesimist bir ruh hâline teslim olmayan analizler, gerçeği yansıtan bir temel oluşturmalıdır. Ancak yalnızca gerçeği tespit etmekle yetinmek yeterli değildir; asıl hedef bu gerçeğe teslim olmadan devrimci bir dönüşümü hayata geçirmektir.
Ve bu dönüşüm katı ve dar örgütlenme modelleriyle sınırlı tutularak mümkün değildir. Sosyolojik bir bakış açısıyla toplumun her kesimi dikkatle incelenmeli, toplumsal dinamikler doğru analiz edilmeli ve ideolojik, politik ve pratik ilişkiler kurulmalıdır. Bu dinamiklerin çelişkileriyle sınıfsal bir bağlam oluşturulmalıdır. Böylece toplumun içinde kök salan ve geniş kitleleri kapsayan bir dönüşüm süreci başlatılabilir. Bu perspektif, devrimci hareketin geniş bir tabana yayılmasını ve etkili bir dönüşüm gerçekleştirmesini mümkün kılacaktır.
Dönemin sorumluluğu, öfkenin sınıfsal bir perspektifle örgütlenmesidir. Sınıfın güncel ihtiyaçlarına uygun yeni taktikler geliştirip stratejik yönelimlerle bağ kurarak hareket etmek bu sürecin başarısının anahtarıdır.
Bunun yanı sıra kararlı bir irade de büyük önem taşır. Bedeller ödemek kaçınılmaz olsa da hedeflere ulaşmanın tek yolu bu zorluklarla yüzleşmeye ve onları aşmaya kararlı olmaktır. Bugün atılacak her adım yeni mevzileri kazanmak için kritik bir basamaktır.
Çözüm yollarını birlikte arayacağımız sorularla tartışmayı ilerleyen yazılarda derinleştirebiliriz. Ancak bu noktada Antonio Gramsci’nin şu sözlerini hatırlamak gereklidir:
“Her yenilgi entelektüel ve moral düzensizliği beraberinde getirir. En kötü korkuların karşısında umutsuzluğa kapılmayacak ve aptallığın coşkusuna düşmeyecek ciddi ve sabırlı insanları yaratmak gereklidir. Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliğidir.”