Çeteleşmenin anatomisi ve umudun inşası

Cemaat, mafya, sermaye çetesi, devlet ve siyaset iç içe geçmiş bir ilişkiler ağı oluşturdu. Bu ağ, organize suçların kurumsallaşmış hâlidir. Biat kültürü, kara para aklama, uyuşturucu ticareti, çökme, talan ve yağma, bu ilişkiler ağının temel dayanaklarını oluşturur. Dönemsel operasyonlar ise bu yapının gerçek yüzünü gizlemeye yetmedi. Devlet çeteleşirken, çeteler devletleşti.

*İlk olarak Yol dergisinde yayımlanan ‘Çeteleşmenin anatomisi ve umudun inşası’ başlıklı yazı, dizi hâlinde Karşı Mahalle’de de yayınlanacak. Yazı dizisinin ikinci bölümü yarın sitemizde.

Çeteleşme, yalnızca belli bir döneme özgü bir olgu değildir. İktidar ile toplum arasındaki ilişkilerin hemen her aşamasında bu tür yapılanmalarla karşılaşmak mümkündür. Kapitalist devletlerin siyaset ve ekonomi politikaları çetelerin niteliğini doğrudan ya da dolaylı olarak belirler.

Tarihsel ve sistematik bir olgu olan çeteleşme gelişmiş kapitalist devletlerde piyasa dinamiklerine uyum sağlayarak daha esnek bir yapıya sahipken yarı-sömürge ya da hiyerarşik devletlerde daha yaygın ve baskıcı bir karakter sergiler.

Türkiye’de de çeteleşmenin seyri toplumsal ve siyasal değişimlere paralel olarak farklı biçimler almıştır. 1980 öncesinde “kabadayılar” daha çok yerel ve mahalle ölçeğinde etkili olurken “babalar” olarak bilinen figürler düzenin sağladığı imkânlarla daha geniş bir etki alanı kazanmıştır. 12 Eylül öncesi mafya grupları farklı siyasi aidiyetlerle anılırken darbe sonrası bu grupların büyük oranda devlet destekli organize yapılara dönüşmesi bu süreçte önemli bir dönüm noktasıdır.

Çeteleşmenin kurumsallaşması ve toplumsal çürüme 

1978 yılı devrimci mücadelenin en belirgin şekilde yükseldiği yıldır. Bu yükseliş karşısında finans kapital, 1978-1980 yılları arasında kaotik bir ortam oluşturarak devrimci hareketin iktidara odaklanma gücünü zayıflatmaya çalıştı. Bu süreçte Beyazıt, Maraş, Çorum ve Malatya’da yaşanan katliamların bir kısmı, ülkücü mafya örgütleri tarafından gerçekleştirildi.

12 Eylül darbesinin ardından cemaatler, mafya, devlet ve siyaset iç içe geçerek bugüne kadar süregelen bir yapı oluşturdu. Bu dönemde çeteleşme; bürokrasi, yerel yönetimler, yargı, polis teşkilatı ve devletin diğer kurumlarında kök saldı. Çürümenin yukarıdan aşağıya doğru yayılması siyasi ve iktisadi politikaların bir tezahürüdür. Bu yayılmada, Kürdistan’da yürütülen kirli savaş da etkili olmuştur. Susurluk Kazası, devlet-mafya-siyaset ilişkisini gözler önüne seren en önemli olaylardan biridir.

1980 sonrası uygulanan neoliberal politikalar, çeteleşmenin güçlenmesine zemin hazırladı. Kamusal alanların özelleştirilmesi ve sermayenin önündeki engellerin kaldırılması, halkın yaşam alanlarının ve kamu kaynaklarının yağmalanmasına neden oldu. Bu süreçte sağlık sektöründeki hak ihlalleri, kara para aklama, uyuşturucu ticareti, yasa dışı bahis oyunları, kamu ihalelerindeki yolsuzluklar ve çete cinayetleri gibi olgular toplumsal dokunun bozulmasına ve çürümenin derinleşmesine yol açtı.

Çeteleşmeye teşvik ve kuşatma stratejisi

2002’den 2015 Haziran seçimlerine kadar tek başına iktidar olan AKP, 7 Haziran’da bu çoğunluğu kaybetti. Ancak hükümetin kurulamaması üzerine koalisyon seçeneği tercih edilmedi ve baskın seçim kararı alındı. Bu süreçte sınıf hareketi güçlü ve örgütlü bir alternatif sunacak yapıya sahip değildi. Düzen içi muhalefet ise pasif bir tutum sergileyerek AKP’nin baskın seçim stratejisine entegre oldu.

AKP, 7 Haziran seçim sonuçlarını tanımayarak ülkeyi 1 Kasım’da yeniden sandığa götürdü. Bu süreçte Ankara Garı ve Suruç katliamları gibi olaylarla kaotik bir ortam yaratıldı. Haziran-kasım arasındaki bu gerginlik, 1 Kasım seçimleri sonrasında yeni bir egemenlik anlayışının temellerini attı. Bu dönemde sermaye çeteleri, kapitalizmin “gayrimeşru” bir uzantısı olmaktan çıkarak düzenin temel aktörleri hâline geldi. AKP bu dönemde tarihin en büyük servet transferini gerçekleştirdi. Uluslararası uyuşturucu ticareti, yerel yönetimlerin yönlendirdiği ihaleler, özelleştirme, yağma ve talan politikaları üzerine kurulu bir sistemle “saray faşizmi” olarak adlandırılan yeni bir düzen inşa edildi.

Türkiye’nin önemli gelir kaynaklarından biri uyuşturucu ticaretidir. Ve bu durum, Venezuela ile yakın ilişkilerin perde arkasındaki nedenlerinden biridir. Bu ticaretten elde edilen kazanç, devletin her kademesiyle paylaşılmakta; polis, yargı ve siyaset, bu faaliyetlere ya göz yummakta ya da doğrudan destek sağlamaktadır. Kasım seçimlerinden itibaren bu çürüme hızla yayılmıştır. Çeteleşme ve toplumsal çürüme her alana nüfuz ederek derin bir çözülme şeklinde gelişmektedir.

Cemaat, mafya, sermaye çetesi, devlet ve siyaset iç içe geçmiş bir ilişkiler ağı oluşturdu. Bu ağ, organize suçların kurumsallaşmış hâlidir. Biat kültürü, kara para aklama, uyuşturucu ticareti, çökme, talan ve yağma bu ilişkiler ağının temel dayanaklarını oluşturur. Dönemsel operasyonlar ise bu yapının gerçek yüzünü gizlemeye yetmedi. Devlet çeteleşirken, çeteler devletleşti.

Saray rejimi, siyasi egemenliğini pekiştirmek amacıyla organize suç mekanizmasını sürdürülebilir bir stratejiyle yapılandırdı. Gözaltılar, tutuklamalar, uyuşturucu ticareti ve çeteleşme gibi araçların yanı sıra cemaatler ve tarikatlar aracılığıyla uygulanan dinselleştirme politikaları ve sadaka kültürünün yaygınlaştırılmasıyla toplumsal çürüme hızlandırıldı. Rejim, bu araçlarla halkın dayanışma ve direniş potansiyelini aşındırmayı ve toplumsal çözülmeyi hedefledi.

2015 sonrası dönemde, örneğin Sedat Peker gibi bir mafya liderine “hayırsever iş insanı” sıfatı kazandırıldı. MHP ile kurulan ittifakın bir sonucu olarak Alaattin Çakıcı ve Kürşat Yılmaz gibi isimler serbest bırakıldı. Bu kişiler, Devlet Bahçeli’yi ziyaret ederek fotoğraflarını kamuoyuna servis etti. Rejim, bir yandan bu kişilere dokunulmazlık tanırken diğer yandan toplumsal muhalefeti baskı altına almayı hedefledi.

Yoksul mahallelerde parklara ve okul bahçelerine resmî kayıtlarda görünmeyen karakollar inşa edildi. 2015-2017 yılları arasında, yüzleri maskeli özel harekât polisleri düzenli olarak devriye atarak halkı baskı altına aldı. Devrimci gençler takip edildi, dergi bıraktıkları kafeler mühürlendi, ev baskınlarıyla toplumsal kaygı artırıldı.

Faşist yöntemlerle ezilen toplumsal kesimler kuşatıldı. Üniversitelere ve belediyelere kayyum atamalarıyla baskı kuruldu, demokratik alanlar felce uğratıldı. Yoksul mahallelerdeki devrimci ve demokratik kitle örgütleri, Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) kapatıldı ve toplumsal direnişin kırılması hedeflendi.

Mahallelerdeki pek çok örgütlenme aracı, hem rejimin baskıları hem de bazı devrimci hareketlerin halktan kopuk politikaları nedeniyle işlevsiz hâle geldi. Varoşlarda oluşan boşluk çeteler tarafından dolduruldu. Gençler uyuşturucu, lüks yaşam, eğlence ve gösterişli hayat tarzıyla çekildikleri sahte bir dünyanın parçası hâline getirildi. Çeteler, kısa sürede uluslararası ittifaklar kurarak küresel boyuta ulaştı.

Sürecin gelişimine dair birkaç örnek

Bu sürecin en çarpıcı örneklerinden biri Gülsuyu Mahallesi’nde Hasan Ferit Gedik’in uyuşturucu çeteleri tarafından katledilmesidir. Benzer şekilde devrimci kurumların baskınlar sırasında hedef alınması çeteleşmenin boyutunu gözler önüne sermektedir.

Gazi, Nurtepe ve Okmeydanı gibi mahalleler de bu süreçlerden etkilendi. Örneğin, 2021 yılında Okmeydanı’nda iki çete arasındaki çatışmalar aylarca sürdü; bir kişi hayatını kaybetti, birçok kişi yaralandı, esnafların dükkânları kurşunlandı. Çeteleşmeye karşı açıklama yapmak isteyen devrimciler polis tarafından engellendi ve mahalle abluka altına alındı.

Sokaklardan yükselen öfke, kontrolsüz ve sınır tanımaksızın kendini ifade etmeye devam ediyor. Yakın dönemde X çetesinin esnaf üzerinde baskı kurma ve çökme girişimine karşı çıkan devrimciler, Gülsuyu örneğine benzer bir karşı hamleyle bastırılmak istendi. Ancak bu girişim, geçmişte yaşanan deneyimlerin ışığında etkisiz hâle getirilerek başarısızlığa uğratıldı.

Bu tür gelişmeler, varoşlardaki toplumsal yapıyı ve genel durumu anlamak açısından oldukça öğretici bir nitelik taşımaktadır. 2013 yılına kadar bu mahallelerde devrimciler, halk arasında büyük bir sempati ve saygı uyandırmıştı. Gençler arasında sorunlu davranışlar sergilendiğinde veya herhangi bir olay meydana geldiğinde devrimciler olay yerine gelince çevrede şu söz sıkça duyulurdu: “Siyasiler geliyor, herkes kendine çeki düzen versin.” Bu ifade, devrimcilerin mahallelerdeki otoritesini ve toplumsal güvenilirliğini açıkça ortaya koyuyordu.

Günümüzde ise bu durum tamamen değişmiş, devrimci etkiler büyük ölçüde zayıflamış; toplumsal çözülme ve çürüme süreci giderek derinleşmiştir.