Arap isyanlarından bugüne İsrail, Lübnan ve Gazze Savaşı’na bakış
Mehmet Yılmazer yazdı: Arap isyanları geri çekilmişti ancak hala bir “direniş ekseni” vardı. Suriye, Hizbullah, Hamas ve elbette İran ABD ve İngiltere’nin paylaşım hesaplarını bozdu.
Arap isyanlarından günümüze 10 yıldan fazla zaman geçti. Bugünkü kıyametin nedeni aslında o günlerde yaşananlarda yatıyor. Bu isyanlar bölgedeki hemen her ülkeyi farklı ölçülerde de olsa sardı. En öne çıkan ülkeler Tunus ve Mısır’dı. Özellikle Kahire Tahrir Meydanı’nın günlerce işgali ve Mubarek’in yerinden edilmesi bölgede sık rastlanan olaylardan değildi. “Korku duvarları” aşılmıştı.
Uzun yıllar süren yozlaşmış, çürümüş diktatörlükler sallanmaya başlamıştı. Bir sınıfla sınırlı kalmadan hemen bütün tabakalar sokağa çıkıyordu. Burada bir noktaya özel vurgu gerekiyor. Bölge nüfusunun yüzde 60’ı gençlerden oluşuyordu. Bu yaygın genç nüfus ve gelecek yokluğu büyük patlamalara yol açtı.
“…. Ayaklanmaların ortak nedenlerine rağmen halkın talepleri ülkeden ülkeye değişiklik göstermektedir. Fakat toplumsal açıdan heterojen olan bu ayaklanmaları birleştiren ve baskın olan bazı moral ve etik ilkeler de vardı: adalet (adalah), özgürlük (hurriyah), onur (karamah) ve saygı (ihtiram).” (Arap Halk Ayaklanmaları ve Yeni Düzen İnşası: Mehmet Salih Gün) Yoksulluğa karşı isyanın yanında adalet, özgürlük, onur, saygı gibi moral değerlerin öne çıkması sosyal tepkinin farklı bir derinlik kazandığının en güçlü işaretidir.
ABD tarafından 2003 başlarındaki Irak işgali bölgedeki dengeleri kökünden sarsan bir adımdı. Washington’a göre bölgenin haritası kökten değişecekti. Bu işgal bölgedeki çürümüş rejimleri derinden sarstı. Ancak ABD ve ve Batı bu kadarını istemiyordu. Özgürlük ve onur isteyen bölge halkları emperyalizmin planlamadığı bir gelişmeydi. Onlar süper gücün liderliğinde bölgeye yeni bir sömürü sistemi dayatmaya hazırlanıyordu. Arap isyanları emperyalizm için çok fazlaydı. Bu süreçte Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri isyanın bastırılmasında merkez rolü oynadılar.
Katar Mısır’da Müslüman Kardeşleri desteklediği için Arap dünyasında bölünme yaşandı. Katar’la ilişkiler kesildi, sekiz ay kuşatma altında kaldı. Mısır’da isyanı çalan İhvan kısa süreliğine iktidar oldu, ancak Sisi’nin darbesiyle devrildi.
Arap isyanları çürümüş diktatörlüklerden kurtulmak için büyük bir potansiyel taşıyordu. Ancak yeterince örgütlü olmamaları, hedeflerinin kesin olmayışı isyanların ömrünü kısalttı. Potansiyelin varlığının en iyi kanıtı, 2011 isyanları yavaş yavaş geri çekilirken 2018’de Sudan ve Cezayir’de yeni isyanların patlak vermesidir. Bölgede emperyalizmi ürkütecek ölçüde derin bir öfke birikimi vardı.
Mısır demokratik bir gidiş yakalayamadı, Tunus’ta seçimle gelen İslam iktidarı eski kalıplardan öteye gidemedi ve düştü. Direnen Libya’yı NATO müdahelesi ile parçaladılar. Suriye ayakta kalmasına rağmen büyük güç kaybetti.
Trump’ın başkanlık yıllarında (2017-2021) Arap isyanları geri çekilmiş hatta ezilmişti. Abraham anlaşması ile bölgede yeni bir dönemin başlangıcı yapılacak, Filistin sorunu tarihe gömülecek, Arap dünyası İsrail ile ilişkilerini geliştirecekti. Başarısız Arap isyanlarının bedeli emperyalizmin bölgede istediği yeni düzene boyun eğmek olacaktı. Trump İsrail’e o güne kadar hiçbir ABD başkanının vermediği desteği verdi.
“Ama Mısır’ın günümüzdeki Bonapart’ı, eski Genelkurmay Başkanı, sonra Cumhurbaşkanı el Sisi 2012 seçiminde İhvan adayı olarak başa geçmiş olan Muhammed Mursi’yi bir darbeyle devirince, bütün tablo yeniden değişiyordu. Sisi’yi Arap Ortadoğusu’nun ana karşı devrimci gücü Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) destekliyordu: İkisi birlikte, darbeyi izleyen yıllarda Mısır’a 23 milyar dolar akıtacaklardı. Bu yalnızca Arap dünyasında devrime karşı bir hamle değildi. Elbette öyleydi, ama aynı zamanda İhvan’a karşı bir ataktı. Bu hareketin Vahhabi tarzı İslam’a uzaklığı ve ümmetçiliği Körfez’in bu ikİ hükümdarlığının yanı sıra Kuveyt ve Bahreyn’i de ürkütüyordu.” (Sungur Savran, Arap Devriminin Dirilişi)
Arap isyanları sadece stratejik faklılıklardan değil, din temelli ideolojik ayrılıklardan da büyük yaralar almıştı. Büyük bir demokratik potansiyel sanki eriyordu. Ortalık sakin, Arap dünyasının üzerine ölü toprağı serpilmişken Hamas’ın 7 Ekim saldırısı çıkageldi.
Arap isyanları geri çekilmişti ancak hala bir “direniş ekseni” vardı. Suriye, Hizbullah, Hamas ve elbette İran ABD ve İngiltere’nin paylaşım hesaplarını bozdu.
Bugün İsrail, Gazze’yi yıktıktan sonra şimdi Lübnan’a saldırıyorsa, bilincinde Arap isyanlarının yarattığı korku vardır. Onun kalan güçlerini ve kalıntıları silip süpürmek istiyor. İsrail, bütün gücüyle “direniş eksenini” yıkarken, toprağın altında hâlâ nelerin kaldığından emin değildir. Bütün bölgeyi sarsan Arap isyanları ne ölçüde ezildi, olayların yeni akışında çıkıp gelme olasılığı var mıdır?
Lübnan saldırısı bazı özel koşullar nedeniyle İsrail için en uygun bir moment olarak görünüyor. Lübnan’ın güneyinde bir tampon bölge oluşturabilmek için zaman uygundur. Çünkü, Lübnan’daki büyük çöküş Hizbullah’ın durumunu zorlaştırıyor. Öte yandan İran zayıfladığı için taktik olarak Hizbullah’la birlikte savaşa katılmak istemiyor. İsrail, en pervasız saldırılarla ilerlerken İran’ı savaş alanına çekmek istiyor. İsrail yaptığı katliamlarla kendi içinde ve dünyada itibar kaybederken onun çektiği alanda İran’ın savaşa girmesi taktik olarak doğru görünmüyor.
Ve ABD, başkanlık seçimlerinden dolayı İsrail elini çabuk tutmak zorunda.
Bütün bu taktik, güncel nedenlerin yanında bölgede Arap isyanlarından beri biriken öfkenin kendini nasıl ortaya koyacağı İsrail’in bir anlamda korkulu rüyası olarak kalmaya devam ediyor. 2011’de başlayan ilk dalga geri püskürtüldü. Emperyalizm tıkanan sermaye birikim rejimini savaşlarla onarmak istese de gücü 15 yıl öncesinden geride. Ukrayna-Rusya savaşı, Batı’ya karşı tepkiyi “küresel Güney”de yaygınlaştırıyor. 2011’de hedefe ulaşamayan Arap isyanları dalgası, dayanılmaz hâle gelen bölge koşullarında neden yeniden yaşanmasın? İsrail’in vahşi yıkımı yeni bir dalganın gelişini gömmek yerine neden yolunu döşemesin?