Kriz, rekabet ve küresel kapitalizmin parçalanması | Michael Roberts ile söyleşi
Ashley Smith’in Michael Roberts ile sistemin içinden çıkılamayacak gibi görünen krizini, büyük güçler arasındaki yaklaşan savaş tehdidini ve militarizme karşı uluslararası işçi sınıfı dayanışmasına duyulan acil ihtiyacını konuştuğu söyleşini Karşı Mahalle, Türkçeye çevirdi.
Dünyanın dört bir yanındaki hükümetler ABD’deki Silikon Vadisi Bankasını ve diğerlerini kurtararak yeni bir küresel mali krizi (en azından şimdilik) durdurdular. Ancak, özellikle ABD ve Çin arasındaki devlet rekabeti küresel kapitalizmi parçaladığından, finansal ve ekonomik kriz sona ermekten çok uzak. Ashley Smith; Michael Roberts ile sistemin içinden çıkılamayacak gibi görünen krizini, büyük güçler arasındaki yaklaşan savaş tehdidini ve militarizme karşı uluslararası işçi sınıfı dayanışmasına duyulan acil ihtiyacı konuştu.
Michael Roberts The Long Depression: Marxism and the Global Crisis of Capitalism (Haymarket, 2016) ve Guglielmo Carchedi ile birlikte Capitalism in the 21st Century (Pluto, 2022) kitaplarının yazarıdır. The Next Recession adlı blogunda düzenli olarak yorum ve analizler yazmaktadır.
Hükümetler, ABD’deki Silikon Vadisi Bankası’nın iflasıyla tetiklenen finansal paniği kontrol altına almış gibi görünüyor. Peki bankacılık krizi sona erdi mi? Dünya finans sistemi ne kadar istikrarlı?
Bankacılık krizi sona ermedi, sadece yeni bir aşamaya geçti. Mart ayında yaşanan banka iflasları, merkez bankalarının enflasyonu sözüm ona “kontrol altına almak” amacıyla uyguladığı yüksek faiz oranlarının Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’daki finansal sistem üzerindeki etkilerini gözler önüne serdi.
Bankalar, müşterilerinin mevduatlarını bankalardan para piyasası fonları gibi daha iyi getirili alternatiflere kaydırdığını gördü. Daha yüksek faiz oranları genellikle daha iyi banka karları anlamına gelse de (ve bazı büyük bankalar kesinlikle daha büyük karlar elde etse de), mevduatlar daha küçük bölgesel bankalar için keskin bir şekilde düştü.
Mevduatlarını “güvenli” devlet tahvilleri almak için kullanan bu bankalar, faiz oranları yükseldikçe bu tahvillerin değeri hızla düştüğü için bir krizle karşı karşıya kaldılar. Silicon Valley Bank ve First Republic mevduat çıkışını finanse edemedi; sonunda da kamu parasıyla kurtarılmak ve daha büyük bankalar tarafından devralınmak zorunda kaldı. Avrupa’da, yetersiz fonlama sorunları olan çok eski bir banka olan Credit Suisse, İsviçre hükümeti tarafından rakibi UBS ile birleşmeye zorlandı.
Bankalardan mevduat çıkışları daha yavaş bir hızla devam ediyor ancak kriz şimdi de bankaların küçük işletmelere verdiği kredilerde ciddi bir azalma olmasına yol açtı. Bu durum finans dışı sektörlerde iflas riskini arttırmakta ve faiz maliyetleri yükseldikçe işletmelerin karlarını düşürmektedir. Avrupa’da Avrupa Merkez Bankası, kredilerin, giderek artan bir şekilde “gölge bankalar” olarak adlandırılan banka dışı kuruluşlar tarafından kendi denetimleri dışında verilmesinden ve bunun da yeni krizlere karşı önemli bir risk oluşturmasından endişe ediyor.
Dahası, düzenlemeler ve kurallar, göründügü kadarıyla banka iflaslarını ve kredi sıkışıklığının finans dışı sektöre yayılmasını durdurmakta açıkça başarısız oldu. Tüm bunların bir sonucu da bankacılığın giderek yogunlaşması ve tek elde toplanmasıdır. Örneğin ABD’nin en büyük bankası JP Morgan şu anda tüm mevduatların yüzde 40’ına sahip ve küçük bankaları yutuyor. Aynı şey Avrupa’da da olacak.
Böyle bir yoğunlaşma, finans sektörünü kamu mülkiyetine geçirmeyi ve spekülatif kaynaklı krizleri sona erdirmeyi daha da cazip ve ilgi cekici hale getiriyor. ABD Merkez Bankası (Fed) ve Avrupa Merkez Bankası faizleri arttırmaya devam ederse, mevduat çıkışları devam edecek ve krediler azalacak, resesyona doğru olen egilim artacaktır.
Fed ve diğer merkez bankaları daha fazla faiz artırımında bir duraksamaya doğru gidiyor gibi görünüyor. Peki neden? Yumuşak inişi başarabilecekler mi? Bu oranların Küresel Kuzey ve Küresel Güney’deki işçi sınıfları, özellikle de yüksek borçlu ülkeler üzerinde nasıl bir etkisi oldu?
Fed, Avrupa Merkez Bankası ve İngiltere Merkez Bankası’nın faiz artışlarına ara vereceğinden emin değilim. Fed bunu bu ay yapabilir ama gelecek ay devam edebilir ve Avrupa Merkez Bankası ve İngiltere Merkez Bankası kesinlikle tekrar artıracaktır.
Enflasyon oranları hala “yapışkan” – yani enerji ve gıda fiyatları biraz gerilediği için genel oranlar düşüyor, ancak gıda ve enerjiyi hariç tutan çekirdek enflasyon oranları oldukça yavaş geriliyor. Bu oranlar 2025 yılına kadar hala salgın öncesi enflasyon oranların oldukça üzerinde olacak. Yüksek faiz, bir süre daha devam edecek.
Enflasyon oranları yavaşlıyor olabilir ancak 2020’den bu yana fiyatlardaki birikmiş artış şu anda yüzde 15 ve üzerinde ve bu oran orada duruyor. Aynı dönemdeki ücret artışları çok daha azken, konut kredisi oranları ve kiralar son otuz yılın en yüksek seviyelerine fırladı.
Eğer “yumuşak iniş” doğrudan bir ekonomik çöküş anlamına gelmiyorsa, bu (reel GSYH’nin daralmaması) ABD’de teknik olarak mümkün ama Avrupa’da mümkün değil. Fakat bu “yumuşak iniş”, makul bir ekonomik büyümenin, örneğin yılda yüzde 2’nin üzerinde (hala oldukça düşük), yeniden başlaması anlamına geliyorsa, bu işçilerin reel gelirlerinin artması ve fiyatların düşmesi ile birlikte olacaksa, önümüzde bir “yumuşak iniş” görünmüyor.
Daha yoksul olan Küresel Güney’de ise durum daha da vahim. Yüksek küresel faiz oranları ve güçlü dolar pek çok yoksul ülkeyi borçlarını ödeyemez hale getirdi. Temel emtia fiyatlarındaki enflasyon arttıkça yoksulluk seviyeleri de yükseliyor. Dünya Bankası’na göre, şu anda yüksek borç sıkıntısı riski altında olan on dört düşük gelirli ülke var ve 2024’ün sonunda, gelişmekte olan ekonomiler olarak adlandırılan tüm ülkelerin yaklaşık üçte biri, 2019’a kıyasla kişi başına daha düşük gelire sahip olacak.
Faiz artışlarına rağmen ABD ekonomisi şaşırtıcı derecede dirençli görünüyor ve borsa artık resmen yükseliş dönemine girdi. Buna karşılık, Avrupa Birliği şu anda resmen bir durgunluk içinde ve sıfır-COVID’in sona ermesinden sonra muazzam bir büyüme atağı yaşayan Çin şimdi yavaşlamaya başlıyor. Bu durum sizin Uzun Depresyon analizinize nasıl uyuyor? Küresel kapitalizmin ana itici güçleri nereye gidiyor?
ABD borsası, enflasyon oranlarının düşmesi ve kârların (küçük bir şirket eliti için) güçlü olmaya devam etmesi nedeniyle yükseliyor gibi görünüyor. Ancak borsa endeksindeki yükseliş sadece birkaç enerji ve teknoloji devinde yoğunlaşmış durumda; geri kalan şirketlerin piyasa fiyatları yerinde sayıyor. Şirketlerin büyük bölümünün karları azalıyor.
Üretime yönelik yatırımlar zayıf kalmaya devam ediyor ve aslında üretkenlik düşüyor. En iyi performans gösteren gelişmiş kapitalist ekonomi olan Amerika Birleşik Devletleri’nde ekonomik büyüme bu yıl yüzde 0,5’i geçemeyecek ve 2023’ün ikinci yarısında ve 2024’e kadar daralabilir. Bu bir yükseliş sayılamaz. Resmi işsizlik oranı tarihsel olarak düşük seviyedeyse de yükselmeye başladı ve istihdama katılım oranı değişmiyor.
Çoğu işyerinde enflasyon artışlarını karşılayacak kadar ücret ödenmiyor. Dahası, istihdam yaklaşan durgunluğun gecikmeli bir göstergesidir – önce karlar, sonra yatırımlar, sonra satışlar ve daha sonra istihdam gelir.
Avro bölgesi ekonomileri can çekişiyor ve Almanya ekonomisi daralıyor. İngiltere ise, yüzde 10’a yakın enflasyon ve GSYH’sındaki duraksama sonucu feci bir karmaşa içinde. Çin bile dünya ticaretindeki düşüş ve artan şirket borçlarının kendi kapitalist sektöründeki karları sıkıştırması nedeniyle artık pandemi öncesi büyüme oranlarını yakalayamıyor.
Benim görüşüme göre, dünya ekonomisi hala GSYH, yatırım, verimlilik artışı ve karlılığın düşük kaldığı, benim Uzun Depresyon olarak adlandırdığım bir dönemdedir. Bu durum 2009’dan bu yana yaklaşık on dört yıldır devam etmektedir. Önceki depresyonlar (1873-97 ve 1929-46) daha da uzun sürmüştü. Dolayısıyla, kapitalist üretimde yeni ve uzun bir patlama ya da toparlanma ihtimali hala uzak.
Marksist ekonomik analiz, kapitalizmin örneğin yirmi yıllık bir dönem için yeniden canlanmasının, öncelikle üretime yönelik yatırım sektörlerinin karlılığında keskin ve sürekli bir artış gerektirdiğini öngörmektedir. Bu da ancak kapitalist sektörün “çürük tahtalarını”, yani kar etmeyen zombi şirketlerini temizleyen ciddi bir ekonomik çöküşle mümkün olabilir. Böyle bir kriz yaygın iflasları ve muhtemelen çift haneli işsizlik oranlarını beraberinde getirecektir.
Böyle bir krize karşı siyasi tepki, mali otoritelerin ve hükümetlerin korkup büyük bir krizden kaçınmak için kurtarma paketlerini, ucuz krediyi ve artan kamu borçlanmasını tercih etmelerinin ve böylece Uzun Depresyon’u uzatmalarının nedenidir. Öyle ki, ekonomiler 2008-09 ve 2020’de bu tür iki çöküş yaşadı. Ancak hükümetler bir çöküşü önlemek için kurtarma paketlerine ve sübvansiyonlara başvurarak borçları artırdı.
Karlılık yeterince artırılabilirse, şirketler üretkenliği artırmak ve uzun vadede işgücünü azaltmak için yeni yapay zeka/robot teknolojilerinden faydalanabilir. Bu da kapitalizm için yeni bir büyüme dönemi sağlayabilir.
Ancak kapitalizmin bunu gerçekleştirmesi giderek zorlaşıyor. ABD hegemonyası zayıflıyor ve küreselleşmiş kapitalist dünya parçalanıyor. İklim krizi hızla yaklaşıyor. Bu durum sermaye için yeni bir altın çağın habercisi değil.
Başta ABD ve Çin arasında olmak üzere devletlerarası artan çatışmaya ve bunun dünya ekonomisi üzerindeki etkisine dönelim. Joe Biden yönetimi bir tür Keynesçiliğe ve sanayi politikasına yöneldi. Ne yapıyorlar ve neden? Bunun diğer ekonomiler üzerindeki etkisi nedir? Çok uluslu sermaye nasıl tepki veriyor?
ABD’de Biden’ın “sanayi stratejisine” dönmesi, ABD’nin dünya piyasalarındaki ve dolar üzerindeki hegemonyasının görece zayıflamasına dayanıyor. Küreselleşme ve serbest ticaret 1980’ler ve 1990’lardaki neoliberal politikaların temelini oluşturuyordu. Washington Konsensüsü bunun kutsal kitabıydı.
Şimdi ise 2008-2009’daki Büyük Durgunluğun ardından küreselleşmenin sona ermesi ve Çin’in rakip bir ekonomik güç olarak şaşırtıcı yükselişi, ABD sermayesinin strateji değişikliğine gitmesine yol açtı. Donald Trump’tan başlayarak ABD, daha fazla koruma, sübvansiyonlar, sanayinin yer değiştirmesi ve rakip ekonomilere, özellikle de Çin’e karşı yaptırımlar için; Dünya Ticaret Örgütü’nü ve ticaretin serbestleştirilmesini bir kenara bıraktı.
Uluslararası Para Fonu, küreselleşmenin bu şekilde tersine dönmesinin dünya ekonomisinin büyümesi ve ticaretin genişlemesi beklentilerine zarar verebileceğine dikkat çekerken, ABD’li büyük çokuluslu şirketler de bu dönüş nedeniyle kar kaybı yaşamaktan korkuyor.
Yeni Washington Uzlaşısı sadece yerli sanayiye yönelik sübvansiyonlar, yüksek gümrük tarifeleri ve rakip ekonomilere yönelik yaptırımlar anlamına gelmiyor; ABD aynı zamanda Avrupa ve Asya’daki diğer kapitalist ekonomilerin de Çin ve diğerlerine karşı aynı önlemleri uygulamasını ya da sonuçlarına katlanmasını talep ediyor. Sonuç olarak bu ekonomiler zayıflayacaktır.
Hoşlarına gitsin ya da gitmesin, şirketler tedarik zincirlerini Çin’den başka bölgelere doğru yeniden düzenlemeye zorlanıyor ki bu imkansız olmasa da çok zor ve verimliliği düşürüp fiyatları artıracak.
Bu devletlerarası rekabet küresel kapitalizmi nasıl etkiliyor? Üretimin ülke içine veya dost ülkere taşınması ile küreselleşme düşüşe mi geçiyor? Apple’ın ürünlerini üretenler gibi küreselleşmiş tedarik zincirleri yeniden mi organize ediliyor? 1990’ların başındaki gibi yeni bir tür üçlü yapıya mı doğru gidiyoruz?
1980’ler ve 1990’lardaki küreselleşme eğilimi 2008-2009’daki Büyük Durgunluk ve ardından gelen 2010’lardaki Uzun Depresyon ile sona erdi. Bu aynı zamanda ABD’nin Çin’e yönelik politikasında da bir değişiklik anlamına geliyordu. Daha önceki Çin’le ilişki kurma ve Çin’e yatırım yapma politikası, yerini Çin’in ekonomik yükselişini engellemek, onu siyasi olarak izole etmek ve askeri olarak çevrelemek politikasına bıraktı.
ABD’nin ekonomik ve siyasi gücünün göreceli olarak zayıflaması ve doların hakimiyeti, birçok ülkenin ABD ve küçük emperyalist ortaklarıyla aynı hizaya gelmek istemediği daha parçalanmış bir dünyaya yol açıyor. Bu çok kutuplu dünya, hiçbir gücün şartları dikte edemediği 1930’ların iki savaş arası yıllarına benzemeye başlıyor. On dokuzuncu yüzyılın sonlarındaki buhran döneminde 1890’lardaki durum da böyleydi. Bu eğilimlerin, dünya savaşı ile nasıl “çözülmüş” oldugunu düşünmek korkutucu.
Son olarak, sanayi politikasının geri dönüşü solda bir tartışma başlattı; Dylan Riley gibi bazıları bu tür politikaları desteklemememiz gerektiğini savunurken, diğerleri desteklememiz gerektiğini savunuyor. Sol bu politikalara nasıl yaklaşmalı ve aynı zamanda artan devletlerarası rekabetin ortasında uluslararası dayanışmayı nasıl inşa etmeli?
Sosyalistler emeğe fayda sağlayan ve sermayeyi zayıflatan şeylerden yola çıkmalıdır. Eğer sanayi stratejisi kamu yatırımlarını ve çevreci sanayilerde daha fazla istihdamı içeriyorsa, bunu desteklemeliyiz. Ancak Biden ve diğer hükümetler tarafından planlanan sanayi stratejisinin çoğu aslında kapitalist şirketler için büyük yardımlar ve vergi muafiyetlerinden ibaret – bu projelerde yer alan şirketler için karlar yükseliyor.
En önemlisi, sözde sanayi stratejisi ABD ekonomisini dönüştürmede başarılı olamayacaktır. Biden’ın programı Franklin D. Roosevelt’in 1930’lardaki Yeni Düzen’inin soluk bir taklidi, ki o bile tam istihdam ve güçlü büyüme getiremedi. Bunu yapmak için savaş gerekmisti.
Biden’ın borç tavanı saçmalığından sonraki bütçesi, silahlanma ve savunma için yılda 1 trilyon dolardan fazla harcamayı planlarken, kamu hizmetleri ve ihtiyaçları için (sosyal yardımlar dışında) yılda sadece 600 milyar dolar harcamayı planlıyor. Eğitim, sağlık, ulaşım, sosyal bakım, hepsi savaşa hazırlanmak için gerçek anlamda kesintiye uğruyor.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve ardından binlerce insanın katledilmesi ve milyonlarcasının göç etmesi, Asya’da ABD ve onun “istekliler koalisyonu” ile Çin arasındaki daha da yıkıcı bir çatışmanın kostümlü provasıdır.
Rusya, Ukrayna, Çin, Avrupa ve Asya’daki işçi hareketleri arasında daha önce hiç olmadığı kadar güçlü bir uluslararası dayanışmaya ihtiyacımız var. Şu anda bu ülkeleri yöneten hükümetler, sermayenin gücünü ortadan kaldıran ve daha sonra yoksulluk, iklim değişikliği ve doğal kaynakların korunmasıyla birlikte başa çıkmak için işbirliği yapabilecek ve sürekli savaşların olmadığı bir dünya kurabilecek demokratik işçi hükümetleri ile değiştirilmelidir. Bunu sermaye yapamaz, sadece emek yapabilir!
*Söyleşiyi yapan Ashley Smith Burlington, Vermont’ta yaşayan sosyalist bir yazar ve aktivisttir. Truthout, International Socialist Review, Socialist Worker, ZNet, Jacobin, New Politics, Harpers ve diğer birçok çevrimiçi ve basılı yayın dahil olmak üzere çok sayıda yayında yazdı. Halen Haymarket için Sosyalizm ve Anti-Emperyalizm başlıklı bir kitap üzerinde çalışmaktadır.
*Söyleşinin orijinali 14 Haziran 2023’te Spectre’da yayınlanmıştır.