Enflasyonun çaresi, reel ücret azalmasına yönelik bir para politikası mı?
Bu yazı Kanada Merkez Bankasının, ülke dışındaki maliyetlerden kaynaklanan enflasyon ortamında işsizliği artırıp ücretleri daha da düşürecek olan ve emeğin milli gelirdeki payını azaltabilecek ‘faizi artırarak enflasyonu düşürme’ politikasına Ottowa Üniversitesi profesörü Mario Seccareccia tarafından verilen yanıttır.

“Bu denli saldırgan bir politikadan çıkarılabilecek tek mantıklı sonuç, Banka’nın emekçi ücretlerinin yükselmesini ve enflasyon oranında artmasını engellemek suretiyle kasıtlı olarak emeğin karşısında yer aldığıdır.”
Kanada Merkez Bankası (MB) 13 Temmuz 2022’de politika faiz oranını 100 baz puan yani %1 gibi agresif bir oranda artırarak neredeyse çeyrek yüzyıldaki en büyük artışa imza attı. Yüzde 2’lik enflasyon hedefi ve Mayıs ayında %7,7’ye ulaşan enflasyon oranı göz önüne alındığında, yeni bir faiz artışı görmek pek de şaşırtıcı değildi.
2022 Ocak ayının sonunda Merkez Bankası, Covid salgınının başlangıcından bu yana politika faiz oranını iki yıldan uzun bir süredir sadece %0,25’te sabit tutan ileriye dönük taahhüdünü resmen kaldırdı ve o zamandan beri ileriye dönük faiz taahhüdünde sürüp giden bir revizyon gördük. Şimdi, hedef gecelik faiz (politika faizi) oranının, orta noktası yüzde 2-3 arasında olan enflasyonist olmayan “nötr” faiz oranı tahmini aralığına ulaşmasıdır. Bu yüksek faiz de, MB’ye göre Kanada’daki enflasyonun 2024 yılına kadar %2 hedefine geri dönmesini sağlayacaktır.
Dolayısıyla, resmi uyarılar göz önüne alındığında, Mart ayı başında 25 baz puanlık (%0.25´lik) hafif bir artışla başlayan politika faiz oranının yükselmesi kesinlikle öngörülebilirdi. Ancak, politika faizini 2022’deki hedeflenen “nötr” seviyesine zamanından önce ulaştıran ani faiz artışları bir sürpriz yarattı. Politika faizi ilk olarak 2022 Nisan ayında ve Haziran ayı başında 50’şer baz puan artırıldı ve şimdi bankanın başkanı Macklem’in “önden yüklemeli” olarak adlandırdığı bir durum söz konusu: Temmuz ayında ani 100 baz puanlık bir artış! Bu da gecelik faiz oranını yaklaşık beş ay içerisinde on katına çıkararak %2,5 değerine yükseltiyor. Başkan’a göre, enflasyonist beklentilerin fiyat/ücret belirleme sürecinde yerleşik hale gelmesini önlemek için bu ani agresif önlemin alınması gerekiyordu. Zira başkanın ifadesine göre, toplam enflasyon artık genelleşti ve Banka’nın Kanada’nın enflasyon oranına ilişkin “çekirdek” ölçümleri son zamanlarda %3.9’dan %5.4’e sıçradı.
Birçok kişi kolaylıkla Kanada Merkez Bankası’nın teknik dünyasının tuzağına düşebilir. Gerçekten de Kanada’daki pek çok politika analisti, Banka’nın enflasyonla mücadele eden modern bir merkez bankası olarak önümüzdeki iki yıl içinde programlı bir dezenflasyon planlayabileceği ve bunu başarıyla gerçekleştirebileceği yönündeki tekrarlanan iddialarından etkilendi. Ancak, Banka’nın elindeki bu kör enstrüman göz önüne alındığında, Banka’nın bir kredibilite sorunu ile karşı karşıya kalması pekala mümkün olabilir. Banka, bu sert faiz oranı deneyinde son derece ciddi riskler olduğunun farkında; ne yazık ki bu faiz oranı artışlarının “atası”, kırk yılı aşkın bir süre önce ABD’de yaşanan meşhur “Volcker şoku” olarak daha önce de karşımıza çıkmıştı.
Yüzeysel olarak 13 Temmuz’daki kararına bakıldığında, Banka’nın şu anda artan enflasyonist beklentilerin “yerleşik” hale gelmesini önlemek için önemli bir “şok” etkisi başlatabileceğine ve Kanada ekonomisi Covid-19 krizinden çıkmaya çalışırken ülkenin kırılgan büyümesine zarar vermeden yumuşak bir dezenflasyon veya “yumuşak iniş” yönetebileceğine dair bir bahse girdiği görülüyor.
Ne yazık ki buna herkes inanmıyor – finans çevreleri bile! Önemli bir örnek olarak, 100 baz puanlık faiz artırımının açıklanmasının hemen ardından Kanada dolarının geçirdiği evrimi gösterebiliriz: (ders kitaplarının büyük bir faiz artışında öngördüğü gibi) para biriminde beklenen değerlenme yerine, Kanada doları, faiz artışının hemen ardından, ABD doları karşısında son 20 ayın en düşük seviyesine geriledi.
Kanada dolarındaki bu düşüşü ABD Federal Fon Faizinin Temmuz ayında 75 baz puan artacağı beklentisiyle açıklayanların aksine, bence asıl neden Kanada Merkez Bankası’nın bu keskin tutumunun, özellikle de son iki yılda Covid-19’un korkunç zararlarını gördükten sonra, Kanada’da yeni bir resesyona yol açabileceği korkusudur.
Görünürde, Banka’nın Kanada’daki bu programlanmış dezenflasyonu özellikle iyi yönetemeyeceğine inanan birçok kişi var. Aslında, Kanada Politika Alternatifleri Merkezi’nde David Mac Donald tarafından yakın zamanda yapılan bir çalışmada da kabul edildiği üzere, son yarım yüzyılda merkez bankamızın ciddi bir durgunluğa neden olmadan son birkaç ayda kümülatif olarak tanık olduğumuz büyüklükte önemli faiz artışlarını yönetebileceğine dair tarihsel bir emsal yoktur. Banka, artan kemer sıkma politikalarına yavaş yavaş geri dönülmesi nedeniyle 2023 ve 2024 yılları için daha yavaş bir büyüme tahmin ediyor ama Mac Donald’ın tarihsel kanıtlarının işaret ettiği negatif büyümeyi yani küçülmeyi öngörmüyor.
Bunun ışığında, tüm Kanadalıların sorması gereken birkaç temel soru var: Banka neden bu tür bulguları dikkate almıyor? Ve neden son birkaç aydır alışılmadık derecede düşük işsizlik ve yüksek işgücü açığı oranlarının yaşandığı bir dönemden sonra yüksek işsizlik seviyelerine dönme arzusunu dile getirerek “sert iniş” riskini almaya istekli?
Sonuçta, işgücü piyasasındaki bu azalan işsizlik, aşırı ısınan bir ekonominin normal bir özelliğinden ziyade, devam etmekte olan pandemiden kurtulmaya çalışan bir ekonominin özelliği olabilir. Yakın zamanda yapılan bazı çalışmalar, örneğin Kanada’da savaş sonrası erken dönemde hakim olan tam istihdama yakın işsizlik oranlarından hala çok uzak olduğumuzu göstermektedir.
Dahası, MB Başkanı Macklem, Trudeau hükümeti tarafından sadece altı ay önce Aralık 2021’de kabul edilen Kanada Merkez Bankası’nın yeni yetkisini unuttu mu yoksa kasten mi göz ardı etti? Keyfi faiz oranı politikasının, tahmin edilebileceği üzere çok daha yüksek bir işsizlikle birlikte önemli bir durgunluk yaratabileceğine dair kanıtları görmezden mi geliyor? Kanada Merkez Bankası’nın önceliği %2 enflasyon hedefi olmaya devam ederken, faiz oranı politikasının işsizlik oranı üzerindeki potansiyel etkisini resmi olarak göz ardı edemez – ne de olsa yeni beş yıllık para politikası görev tanımında resmi olarak belirtiliyor.- Banka’nın faiz artışlarını agresif bir şekilde “önden yüklemesiyle” sert iniş riskleri tamamen göz ardı ediliyor.
Ayrıca Banka, resmi açıklamasında Kanada’daki enflasyon oranının başlıca etkenlerinin “Ukrayna’daki savaş ve arz kesintileri gibi küresel faktörler” olduğunu kabul ediyor. Yine de, aynı nefeste, “aşırı talepten kaynaklanan yurtiçi fiyat baskılarının daha belirgin hale geldiği” sonucuna varıyor. Peki, talep yönlü faktörlerin enflasyon oranını yukarı itmede “daha belirgin” bir rol üstlendiğine dair kanıt tam olarak nedir?
Yukarıda da belirtildiği üzere, tarihsel olarak yüksek olan istihdam açığı oranı, ürün piyasalarındaki genelleşmiş talep fazlası sorunlarının bir göstergesi değil, yalnızca pandemiden çıkış sürecimizle bağlantılı spesifik işgücü piyasası sorunlarının bir belirtisi olabilir. ABD’de üretilen ve bazı ABD Merkez Bankası ekonomistleri tarafından yapılan çalışmaları da içeren ampirik kanıtların çoğu, ürün fiyat artışlarını açıklamada talep yönlü faktörlerin hiç de baskın olmadığını ve enflasyon oranının aslında işsizlik oranı gibi talep yönlü göstergelere bir şekilde tepkisiz hale geldiğini ve böylece nispeten düz bir Phillips Eğrisi ortaya çıkardığını gösteriyor (https://www.ineteconomics.org/perspectives/blog/the-fed-tackles-kalecki). (ayrıca bkz. https://medium.com/@monetarypolicyinstitute/monetary-policy-and-the-phillips-curve-d8f532c49323).
Enflasyon oranı artan işsizliğe karşı pek duyarlı değilse ve enflasyonun çoğu uluslararası petrol fiyatlarındaki artışlar gibi Banka’nın kontrol edemediği arz yönlü sorunlarla ilgiliyse, o zaman neden Kanada ekonomisine daha yüksek işsizlik sıkıntısı çektirelim? Enflasyon oranını az da olsa düşürmenin yüksek fedakârlık oranı göz önüne alındığında, Banka’nın enflasyonla mücadele politikasının yükünü neden maaşlı çalışanlar çeksin?
MB Ücretli Emeğe Karşı
Faiz oranlarının artmasını destekleyen bu sert politikadan çıkarılabilecek tek mantıklı sonuç, Banka’nın ücretlerin yükselmesini ve enflasyon oranını yakalamasını engelleyerek kasıtlı olarak emeğin karşısında yer almasıdır. Bunu başarmak için, özellikle örgütlü emeğin pazarlık gücünü zayıflatmak amacıyla işsizlik oranını önemli ölçüde artırması gerekmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen kanıtların çoğu, 2021 boyunca ve 2022’nin başlarında ticari işletmelerin kar artışlarında önemli büyümeye işaret ediyor. İşgücü geriden gelmektedir. Aslında emekçiler, fiyat artışlarının önemli ölçüde gerisinde kalan ücretleri için yüksek ücret artışları talep etmekteler ama bu talep fiyatlar ve ücretler arasındaki genişleyen uçurumu düzeltmekte çok yavaş kalmaktadır.
Kanada’da bile ücret artışlarının enflasyonun önemli ölçüde gerisinde kaldığını gördük. Örneğin Mayıs ayında tüketici fiyatları yüzde 7,7 artarken ortalama saatlik ücretler yüzde 3,9 arttı. Ücret artışlarının Haziran ayında %5,2’ye sıçrayarak hızlanmaya başladığını gören Banka, bu ücret artışının yakalanmasını önlemek için faiz kaldıracını sonuna kadar kullanmaya karar verdi. Faiz artırımının potansiyel etkisi ekonomiyi önemli ölçüde yavaşlatmak ve daha yüksek işsizlik yaratmaktır. Emek açısından bakıldığında, böyle bir politikanın enflasyonu kimin için kontrol altında tutacağı gibi temel bir ahlaki soruyu gündeme getirmesi gerekir.
Özetle, Banka ücret artışını kontrol etmeyi başarırsa, fakat enflasyon oranı Banka’nın gerçekte kontrol edemediği uluslararası faktörler tarafından sürdürülmeye devam ederse ne olur? Banka neden enflasyonun yükünü işçilere yükleyerek fiilen taraf tutmuş olsun ki? Banka’ya hatırlatmak gerekir ki, 1980’lerden bu yana devam eden “önce enflasyon” diyen para politikası dönemi boyunca, özellikle Küresel Finansal Kriz’inden önceki dönemde uzun vadede ücretler tüketici fiyatlarıyla aşağı yukarı orantılı bir şekilde artmış olsa da, işçiler milli gelirden aldıkları payın önemli ölçüde azaldığını gördüler. Bilindiği gibi, emeğin payının bu on yıllar boyunca azalmasının nedeni, ekonominin verimliliği artarken reel ücretlerin sabit kalması ve böylece emeğin payı pahasına kar ve faiz geliri elde edenlerin paylarının artmasıydı.
“Sıradan çalışan Kanadalılar üzerindeki etkisine mercek tutulduğunda, Banka’nın gözle görülür bir şekilde duyarsız kaldığı temel bir ahlaki sorun ortaya çıkıyor.”
Merkez Bankası, 13 Temmuz 2022’deki faiz artışı ile enflasyonla mücadelesinde, sadece emeğin milli gelirden aldığı payda aslında tanıdık (yani Kanada’da çalışan insanların 1980’lerden bu yana zaten çok büyük ölçüde muzdarip olduğu) bir düşüş olasılığı sunmakla kalmıyor, aynı zamanda önümüzdeki yıllarda reel ücretlerde de öngörülebilir bir düşüşe neden olacak politikaları savunuyor. Sıradan çalışan Kanadalılar üzerindeki etkisine mercek tutulduğunda, Banka’nın gözle görülür bir şekilde duyarsız kaldığı temel bir ahlaki sorun ortaya çıkıyor. Mevcut bağlamda, tek öngörülebilir sonucu ücret artışını yavaşlatarak daha yüksek işsizlik anlamına gelen faiz oranlarını bu kadar hızlı bir şekilde yükseltmek yanlıştır. Kanada Merkez Bankası, üzerinde hiçbir kontrolünün olmadığı ithal uluslararası arz nedenli enflasyonu, daha da arttıracağını hesaplayarak ücretlere müdahale etmektedir.
Başka yerlerde de dile getirildiği üzere (1,2) bu ücret-fiyat sarmalı meselesine, hükümetin önemli bir kurumunun emeğe karşı taraf olmayı seçtiği bu “sınıf savaşından” daha adil bir çözüm düşünmek gerekir.
Referanslar:
1. (https://www.ineteconomics.org/perspectives/blog/the-fed-tackles-kalecki
2. Seccareccia, Mario (2022), “Can the Pursuit of Fiscal and Monetary Policies Achieve a Meaningful Full-Employment Objective without Inflation? Learning from the Canadian Historical Experience, including the Recent COVID-19 Crisis”, XXII. Mali ve Finansal Ekonomi Seminerinde sunulan makale, Kamu ve Özel Kredi: Mevcut Krizde Ulusal ve Küresel Deneyimler, Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi, Mexico City (30 Mart).