Saray düşerken
Bu uzun Mayıs/Haziran evresinde bir kez daha Sırat Köprüsü’nden geçeceğiz. Dönemin risklerinin farkında olarak ancak öncelikle kazanmak için büyük bir arzuyla, gerçekten değiştirmek için büyük bir iştahla, halkın iradesini gasp etmeye dönük her türlü girişime karşı kararlılıkla, halkın ihtiyaç duyduğu cesaret ve özgüvenin yaratıcısı olma azminin en belirgin örnekleri olarak ancak sağ salim ulaşabiliriz öte yakaya.
10 yıl sonra bir kez daha çok uzun sürecek bir Mayıs/Haziran döneminin kapısından geçtik.
2013’ün 29 Mayıs gecesi kopan o güzelim kıyametle hızlanan Gezi Direnişi; Arap Baharı’nın ve 45 yıllık Kürt İsyanı’nın mucizevi meyvesi Rojava’nın ayağa kalkışıyla birlikte 2015 sonrasında yaşanan rejim değişiminin kodlarının temel belirleyicisi olmuştu. Rejim değişimi büyük oranda, Gezi ve Rojava ile simgelenebilecek iki büyük dalganın yakınlaşmasının yaratabileceği olası devrimci demokratik dönüşümlere duvar örmeyi amaçlayan bir gericiliğin ürünü olarak ortaya çıktı. Devlet, 15 Temmuz sonrasında kendi içindeki çatlakları büyük bir hışımla teyellemeye çalışarak 28 Şubatçıların umduğu gibi 1000 yıl sürecek bir rejim inşasına bu sefer İslamcılar eliyle girişti.
Bugün şahit olduğumuz bu rejim inşa girişiminin gürültülü çöküşüdür.
Gezi ile düzenin merkezinden kopuşan kentli orta sınıfların bir daha kazanılamaması, kayyum rejiminin inşasına rağmen Kürt halkının siyasi özne konumunu başarıyla koruması, finans kapitali de heyecanlandıran Ortadoğu’daki karmaşadan ucuz enerji kaynaklarına ulaşarak çıkmayı sağlayacak bir yeni-Osmanlıcılık projesinin fiyaskoya dönüşmesi, 2013’e kadar rejimin meşruiyet kazanmasını sağlayacak finansal hareketlerin sağladığı desteğin ortadan kalkması sonrasında orta burjuvaziye ucuz kredi temini takıntısının halkı açlık ve öğün eksiltme riskiyle karşı karşıya bırakan sonuçları bir araya geldiğinde rejim inşasının açmazlarını ortaya koyan bir yekûn ortaya çıkıyor. “Patates, soğan; güle güle Erdoğan” ruh haline her semt pazarında somut bir biçimde dokunabilmek mümkün.
Rejimi çöküşe zorlayan ve ancak rejimin geriletilmesiyle de kolaylıkla çözülemeyecek bir organik krizin varlığı son derece geniş bir çıktılar yelpazesine sahip uzun bir mücadele döneminin açılışı anlamına geliyor. Fetret Devri tabiri umutsuzluk yaratmamalı, egemenlerin istikrar temininde zorlanması alt sınıflar için riskler kadar muazzam fırsat pencerelerinin de oluşması anlamına geliyor. Osmanlı’nın en büyük halk hareketlerinden birisi olan Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa isyanlarının 1402-1413 arasındaki meşhur Fetret Devrine denk gelmesi tesadüf olmasa gerek. Yeter ki yeni bir dünya arayanların siyasette belirleyici olmalarını mümkün kılacak aparatları, yeterince güçlü bir biçimde, fırsat penceresiyle eş zamanlı olarak etkinlik sağlayabilsin.
Aristo, hiçbir siyaset bilimciden iyi bir siyasetçi olamayacağını söylerken daha sonra Gramsci’nin işaret ettiği “aklın kötümserliği ile iradenin iyimserliği” arasındaki çelişkiye işaret ediyordu. Siyaset biliminin, özellikle Marksist olanın, ana görevi t anında olup biteni tasvir etmek değil (t+1) ve (t+2) anlarında ortaya çıkabilecek dinamikleri öngörebilmek ve siyasi özneyi bu koşullara uygun mevzilendirecek çıktıları üretebilmektir. Dolayısıyla soğukkanlıdır ve gerçekçidir, analizin soğukluğu siyaset bilimciyi kimi zaman sürecin seyircisi gibi hissetmemize yol açar. Oysa siyasetin anavatanı t. andır, kritik kırılma anlarında bu çok daha fazla böyledir, siyasetçinin gücüyse aklından ziyade ortaya koyabildiği inanç ve tutkudadır. Rasyonalizmi duygularına her an hükmeden siyasetçi özellikle büyük dönüşüm ve tarihsel sıçrama dönemlerinde inisiyatif kazanamaz ve gelişmeleri ister istemez geriden takip etmek zorunda kalır.
Bu uzun Mayıs/Haziran evresinde bir kez daha Sırat Köprüsü’nden geçeceğiz. Dönemin risklerinin farkında olarak ancak öncelikle kazanmak için büyük bir arzuyla, gerçekten değiştirmek için büyük bir iştahla, halkın iradesini gasp etmeye dönük her türlü girişime karşı kararlılıkla, halkın ihtiyaç duyduğu cesaret ve özgüvenin yaratıcısı olma azminin en belirgin örnekleri olarak ancak sağ salim ulaşabiliriz öte yakaya.
Bütün toplumun seçimlere kilitlenmiş olması sosyalistlerin öncelikli tercihi tabii ki olamaz ancak faşist rejimin son 8 yılda mutlak biçimde kökleşme şansı bulamayıp hala seçimlerin sağlayacağı meşruiyete muhtaç olması ve bunu başarmakta bu kadar zorlanıyor görünmesi öncelikle son 8 yılın mücadele dinamiklerinin ve direnç odaklarının muazzam başarısıdır, bu başarıda sosyalistlerin de payı azımsanmayacak orandadır. “Faşizm seçimlerle yenilir mi?” sorusu bugün anlamsızlaşmıştır çünkü hem 21. Yüzyıl faşizmleri açısından seçimlerin meşruiyet kaynağı olarak rolünü görmezden gelmektedir hem de seçim sathı mailinde halkın bütün saldırılara, provokasyonlara rağmen sokak sokak örmeye çalıştığı direnci küçümsemektedir. Ortada sadece bir seçim olmadığı yaşanan saldırılardan, verilen demeçlerden, sallanan tehditlerden anlaşılmamakta mıdır?
Evet, son 1 Mayıs’a da seçimlerle gerçekleşebilecek olası bir dönüşümün damgası fazlasıyla vurmuştur. Yaşanan toplumsal buhranın, akıl almaz pahalılığın isçi sınıfının Saray Rejimi’nin karşısına güçlü bir politik irade olarak dikilmesine vesile olmasını sağlayamamış olmamızın politik bir faturası vardır, bu sahadaki tarihsel misyonumuzu yerine getiremediğimiz sürece de gelişmelerin ana belirleyicisi olamayacağımız açıktır. Ancak bu durum içinden geçilen momentte “küstüm, oynamıyorum” diyerek kendini süreçten daha da izole etmenin, halkın değişim ve dönüşüm umutlarına sırtını dönmenin, onunla duygusal bağ kuramamanın haklı hiçbir gerekçesi olamaz. Yüzyıllık ezberleri naftalinli sandıklardan çıkarıp bulunmaz Hint kumaşı diye satma ısrarıyla 1 Mayıs’ta seyrekleşen kortejler arasındaki bağı kurmak son derece gereklidir.
Şu konuda kararlıyız: Devletin boylu boyunca seçimin tarafı olduğu bu koşullarda “kaybederlerse iktidarı verirler mi?” sorusuna cevabın “vermezlerse alırız” yönünde kemikleşmesi için her saniyemiz kıymetlidir. Halkın iradesinin gaspına karşı en büyük güvencenin bizler olduğumuzu göstermek zorundayız.
Halkın geniş yığınlarının yaşanacak bir ülkeye doğru dönüşüm arzusunun burjuvazinin farklı fraksiyonları ve kuzu postuna sarılmış kurtlar tarafından çalınmasına da müsaade etmeyeceğiz. Emek ve Özgürlük İttifakı, bu açıdan gerçekte seçimlerden sonra ivmelenecek kıran kırana bir mücadelenin yürütülmesinde önemli bir imkân olarak kendisini kurmalı ve gereksiz tartışmalarla yıpratmaktan imtina etmelidir. Gereksiz saflaşmaları derinleştirmek için hiçbir fırsatı kaçırmayanlara kulaklar tıkanmalıdır. En geniş birliğin sihri, -+ 2-3 milletvekilliğine heba edilmeyecek kadar kurucudur.
Sarayın çöküşüne hazırız. İster ülke sathına yayılacak koca bir halaya, ister büyük bir direnişe vesile olsun…