1 Mayıs 2022: Alan tartışması sığlığına sığmayacak kadar büyük görevlerimiz var
Aslolan faşizme karşı 3. seçeneğin inşasında ne kadar yol aldığımızdır. Kitlesel buluşmalarla militan sokak eylemlerinin diyalektiğini ne kadar kurabildiğimizdir. Bu konuda topyekûn almamız gereken uzun bir yol olduğu açıktır.
1 Mayıs sadece işçi sınıfının kendini ortaya koyduğu bir gün değildir. Aynı zamanda dünyadaki, ülkedeki siyasal güç dengelerinin de açığa çıktığı bir gündür. Bizim için geniş emekçi kesimlerin taleplerinin ortaya konmaya çalışıldığı bir gün olduğu kadar faşizme karşı direnenlerin; Kürt halkının, Alevilerin, kadınların, LGBTİ+’lerin, toprağı talan edilen köylülerin, gençlerin talepleri ve direnişleriyle sokağa çıktığı gündür.
Ülkemizde 1 Mayıs’ların geçmişine baktığımızda siyasal tarihte önemli dönüm noktalarını görürüz. ‘77 1 Mayıs’ı kitleselleşen devrimci harekete verilmiş en acı cevaplardandır, 12 Eylül faşizminin en ciddi ön adımıdır. ‘89 1 Mayıs’ı Mehmet Akif Dalcı’yı kaybettiğimiz, 12 Eylül sonrası binlerle Taksim’in zorlandığı, canlanan devrimci hareketin kendini ortaya koyduğu gündür. ‘96 1 Mayıs’ı 3 devrimcinin katledildiği yüzbinlerin büyük oranda varoşlardan Kadıköy’e aktığı, finans kapitalistlere “bir gün varoşlardan gelip bizi boğazlayacaklar” dedirtecek kadar korku salan, aslında neoliberal politikalarla güvencesizlerin yığıldığı varoşların öfkesinin su yüzüne çıkmasına vesile olan, sınıfın değişen yapısını çok net ortaya koyan bir gündür.
2004’de DİSK’in Taksim’de 1 Mayıs yapma yaklaşımının Saraçhane’de mitinge dönüşmesiyle somut olarak kitlesel Taksim 1 Mayıs’ının önü açılmıştı. 3 yıllık bir aradan sonra toplumsal mücadele dinamiklerinin asıl olarak AKP’nin anti demokratik uygulamalarına ve neoliberal politikalara karşı öfkesi 2007 yılından başlayarak kitlesel Taksim zorlamalarıyla kendini ortaya koymuştu. Gezi’ye giden yol böylece açılmıştı. 7 Haziran 2015’te batı ile “doğu”nun ezilen halklarının mücadele dinamiklerinin buluşmasının en somut kazanımı AKP rejimini dehşete düşürmüş ve faşizmin inşasına girişilmişti. Suruç, Diyarbakır ve Ankara katliamları toplumsal muhalefetin sokağı kullanımını ciddi oranda sınırlandırabilmişti. O günlerden bugüne 1 Mayıs’larda Taksim’i zorlamak ile kitlesel miting buluşmaları devrimci harekette yaygın bir tartışma konusudur. Bu tartışmalar çoğunlukla faşizmin inşasına karşı direnişçi militan çizgiyi korumakla faşizmin karşısında kitlesel duruş örgütlemenin diyalektiğinin oturtulamadığı tartışmalar olmuştur.
Bu sene 1 Mayıs’a 2 yıl süren pandeminin çok yönlü etkileri ile girdik. Kapitalizmin yaşadığı çoklu krizin üstüne yaşanan pandemi sistemin çelişkilerini çok daha görünür kıldı. Kapitalist sistemin “cenneti” ABD’de tırlarda günlerce bekletilen ve kokan cesetler bu çelişkinin en görünür örneklerinden oldu. Ülkemizde de siyasal kriz ve ekonomik krizin pandemiyle buluşması, hayat pahalılığının tarihi seviyelerde yaşanması, işsiz sayısının 10 milyona dayanması, faşizmin inşasında “rıza üretemeyen” iktidarın zorunu artırmasıyla çelişkiler daha da görünür hale geldi. Sınıf çelişkisinin çok daha görünür olduğu ortamda sosyalist hareketin bir türlü büyümemesi ise ciddi bir başka çelişki olarak durmaktadır. Bunun nedenleri bu yazının kapsamı dışında olmakla birlikte şu kadarına değinmek gerekir: Bu yaşadıklarımız; ideolojik, teorik, politik ve stratejik olarak yenilenememe halinin tezahürüdür. Kapitalizmin yapısal dönüşümü ve sınıfın değişen yapısı görülmeden, güvencesizliğin yaygınlığı ve kalıcılığı tespit edilmeden yol alamayız. Ayrıca kimlik mücadeleleriyle doğru ilişki kurmadan (ne o mücadele dinamiklerini yok sayarak ne de öne alarak) sosyalist mücadeleyi büyütemeyiz.
Neredeyse Gezi’den bu yana toplumsal mücadele dinamiklerinin kendini ortaya koymakta zorlandığı, devrimci sosyalist güçlerin büyük oranda zayıfladığı bir atmosferde bugünlere geldik. Pandeminin başında, 2020 1 Mayıs’ında birkaç devrimci yapının dışında neredeyse hiç sokağa çıkılmadı, balkondan kutlamalar yapıldı. Ama işçiler patır patır ölüyor, sağlık sistemi pandemiyi yönetemiyor, işsizlik artıyor, insanlar siyasal ve ekonomik kriz cenderesinde sıkışıp kalıyordu. 2021 1 Mayıs’ında ise toplumsal muhalefetin üzerindeki ölü toprağı atıldı. 1 Mayıs’ları örgütlerken odakta olan DİSK’in başını çektiği “dörtlünün” işçiler çalıştırılırken sokağa çıkma yasağına tabi olmasına karşı devrimci güçler dört bir yandan Taksim’e yöneldi. O zaman da dediğimiz gibi “Bu sene sınıf mücadelesinin önünü açmak her taraftan cendereye alınan, sıkıştırılan emekçilere umut olmak için dayanışma ve direniş ruhuyla yasakların üstüne yürümeyi gerektiriyordu.” Faşizmin yasaklarına karşı ortaya konan bu yaklaşım emekçi kesimlerin sonrasında ortaya koyduğu direnişler için umut olmuştur, nefesi kesilen ezilenlere nefes alabileceği bir kanal açmıştır.
Bu yıl, 2 yıl süren pandeminin de etkisiyle hayatları yaşanmaz hale gelen emekçiler büyük oranda kendiliğinden tepkilerini dile getirdiler. 2022’ye pek çok sektörde irili ufaklı direnişle girildi ve bu direnişlerin yarısından fazlası kazanımla sonuçlandı. Uzun zamandır sokakları terk etmeyen kadınlar bu sene 8 Mart’ta tüm baskı, yasaklama ve ciddi bir kuşatmaya rağmen Taksim’e aktı. Ayrıca ülkenin dört bir tarafında çok kitlesel buluşmalar gerçekleştirildi. Newroz’da Kürt halkı, siyasal temsiliyeti üzerindeki tüm baskılara rağmen büyük oranda gençlerden oluşan kitlesellikle kendini ortaya koydu. Doğanın talanına karşı direnişler de önemli bir mücadele dinamiği olarak varlığını korudu.
Faşizme karşı mücadele dinamiklerinin restorasyoncu güçler tarafından pasifize edilmeye çalışıldığı politik atmosferde bu direnişler, devrimci sosyalist güçlerin 3. seçeneği örgütleyebilmesinin zeminini oluşturmaktadır. Asıl sorunumuz ise bu mücadele dinamikleriyle sahici ve sistemi zorlayan bir ilişki kurmakta zorlanmamızdır.
1 Mayıs’ta yer tartışmaları bu bağlamda nerede durmaktadır? Taksim’e gitmek yanlış değil ama bu dönemde eksik bir adımdır. Bu eksiği kimi yapılar aynı zamanda Maltepe’ye ya da Saraçhane’ye giderek kapatmaya çalıştılar. Bu sene 1 Mayıs’ı alan tartışmasına tıkamak, Taksim’in tek ve en devrimci tercih olduğunu söylemek de Taksim’e gidenlerin marjinal olduğunu söylemek de apolitik yaklaşımlardır. Aslolan faşizme karşı 3. seçeneğin inşasında ne kadar yol aldığımızdır. Kitlesel buluşmalarla militan sokak eylemlerinin diyalektiğini ne kadar kurabildiğimizdir. Bu konuda topyekün almamız gereken uzun bir yol olduğu açıktır.
Alan tartışmalarında en sivri tartışmayı yapan Umut-Sen’in duruşu ciddi bir eleştiriyi hak ediyor. Nerede olduğumuzdan daha çok neden orada olduğumuz önemlidir. Taksim’i zorlamanın yanı sıra, Maltepe’ye “izinli-icazetli” diye gitmeyip “izinli” Saraçhane’ye gitmek politik ve ideolojik bir tercihtir. Sınıf çalışmasında ve/veya siyasi çalışmada kiminle yakın durduğumuz siyasi çizgimizi gösterir. Her fırsatta HDP’nin açığını kollayıp bir ton laf etmek, ulusalcı bir siyasi çizginin sendikal yapısıyla (Nakliyat-İş) ortak “izinli” miting yapmak devrimci seçenek olarak önümüze konamaz. Küçük burjuva eril siyaset yapma anlayışını her alanda ortaya koyan Umut-Sen bu anlamda ideolojik olarak ifşa edilmelidir. Sürekli rekabetçi kodlarla, sosyal medya üzerinden laf yetiştirme motivasyonlu çalışmanın sınıf mücadelesinin hele ki siyasal mücadelenin (bu kısmıyla ilgili iddiaları yok zaten. Bkz: https://www.karsimahalle.org/2021/11/05/ucuncu-secenek-mumkun-ve-gereklidir ) önünü açması mümkün değildir. Sınıf çalışmasında sosyalistlerin uzun zamandır etkili olamamasından kaynaklı oluşan boşluğu değerlendirip geçici olarak büyümelerine aldanmamak gerekir. Bu topraklarda küçük burjuva yaklaşımlar kendine her zaman alıcı bulabilmiştir ama bu siyasi yaklaşımların sonu da hep hüsran olmuştur.
2022 1 Mayıs’ına üzerindeki ölü toprağını büyük oranda atmış ancak yolunu bulamamış bir toplumsal mücadele zemininde gittik. Restorasyoncu ve parlamentarist güçlerin etkisinin ağırlık oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu etkinin kırılmasında sokağın boş bırakılmaması, faşizme karşı mücadelede sokağın öneminin altının çizilmesi kadar 3. seçeneğin inşasında en geniş ezilen kesimleri kapsayan alternatif bir programın ortaya konması da hayati önemdedir. Bu tespit üzerinden “Yaşanacak Bir Ülkeyi Birlikte Kuracağız!” şiarıyla başlattığımız çalışmayı geniş emekçi kesimlerle buluşturmayı önemli bir görev olarak önümüze koyduk. Çalışmanın içeriğiyle, sokak eylemleriyle faşizme karşı militan çizginin işaret edilmesiyle emekçi halkla buluşturulması çabası birbirlerini tamamlayan unsurlardır. Bu çalışmanın 1 Mayıs’ta faşizme karşı uzun zamandır kitlesel olarak buluşamayan emekçilerle buluşması ve 3. seçeneğin hep birlikte inşası ve propagandası için vesile olması politik olarak önemsediğimiz bir karar oldu. Bu karar doğrultusunda İstanbul 1 Mayıs’ında devrimci yapılar içinde en kitlesel katılımla yer almamız bir başarı olarak değerlendirilebilir. Ancak ekonomik ve siyasi krizin bu derinlikte yaşandığı bir konjonktürde genel katılımın düşüklüğü, devrimci yapıların genel olarak erimesi 3. seçeneğin inşası için daha almamız gereken çok yol olduğunu gösteriyor.
Sınıfsal gerilimlerin daha da artacağı bir ortamda kendi seçeneğimizin örgütlenmesi için olanaklarla dolu günler bizi bekliyor. Bunun önünü kesmek için bölgede Kürtlerle savaşı yükselten, içerde HDP’ye saldırıyı artıran, mülteci emekçilere karşı şovenizmi kışkırtan faşist iktidara karşı ideolojik netlik her zamankinden daha önemlidir. İktidarın, emekçi halkların 7 Haziran buluşmasından bu yana canhıraş bu buluşmanın önünü kesmek için gerilimi yükseltme politikalarına karşı son derece uyanık olmalıyız. “Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği!” sloganı bu dönemde en çok öne çıkarmamız gereken yaklaşımı somutlamaktadır.