Ukrayna krizi ve uluslararası tablo

Rusya Ukrayna sınırına bu kadar büyük bir gücü neden yığdı? Düz mantıkla akla bir savaş senaryosu geliyor. Bu elbette mümkündür. Ancak bu büyük gücün esas amacı…

Savaş çıktı çıkacak denirken gerilim biraz düştü. Zaten Çin’de Şubatın ilk yarısında yapılacak kış olimpiyatları sırasında Rusya’nın bir savaş istemeyeceği hep söylendi. Öte yandan başka bir sınır daha var, kara harekâtı için toprağın donmuş olması gerektiği için Mart başından önce savaş bekleyenler de var.

ABD’nin ünlü stratejistlerinden Z. Brzezinski’nin ünlü sözü hala hatırlardadır: “Dünya için en kötü şey Çin ve Rusya ittifakıdır.” Bu noktadan bakınca ABD ne yapmak istiyor? Attığı adımlar Çin ve Rusya ittifakını güçlendirebilir. Rusya’yı zayıf düşürdükten sonra mı Çin’e yönelmeyi hesaplıyor? Rusya’yı bir savaşa kışkırtıp AB ve NATO’yu sağlamlaştırmak mı istiyor? Son bir kaç haftadır İngiltere ve ABD o kadar çok savaş tehlikesi çanı çaldı ki, Ukrayna başkanı V. Zelensky bile “dostlarını” uyarmak zorunda kaldı.

Ukrayna’nın Rusya için kesin bir kırmızı çizgi olduğu biliniyor. Trump döneminde bir istisna olarak Rusya bu konuda rahat bırakıldı. Aslında bugün de Cumhuriyetçilerin önemli bir bölümü Biden’ın Rusya politikasına karşıdır. Ancak klasik ABD stratejik yaklaşımında Rusya’nın kuşatılması ve güçten düşürülmesi önemli bir hedeftir. Bu kuşatma için Baltık denizi, Karadeniz ve Ukrayna üç uygulama alanıdır. Bu kuşatma stratejisi Biden yönetimi ile yeniden hızlandırıldı.

Ukrayna bugüne kadar Batı ve Rusya’nın hamleleri arasında oldukça zorlu süreçler geçirdi. 2004 “Turuncu Devrim”inden beri büyük zikzaklar yaşanıyor. Sosyalist sistemin çökmesinden sonra AB ve NATO hızla Doğu Avrupa’da yayıldı, ancak Ukrayna sınırına kadar… Batı bütün intikamcılığıyla ikinci dünya savaşından beri beslenen faşist çetelerini Kanada’dan Ukrayna’ya transfer etti. Turuncu Devrimi sonrası Ukrayna’nın AB ve NATO üyeliği hemen gündemin ilk sırasına tırmandırıldı. NATO biraz beklemede kalsa da AB ile “uyum anlaşmaları” yapıldı.

Fakat bu süreç Rusya yanlısı V. Yanukoviç’in 2010 yılında başkan seçilmesi ile kesintiye uğradı. Yanukoviç AB ile anlaşmayı askıya aldı. Bunun üzerine 2014 başında Ukrayna’da bir ayaklanma başladı. Batının iştahla desteklediği, faşist çetelerin sokakları işgal ettiği bir süreç yaşandı. Yanukoviç Rusya’ya kaçmak zorunda kaldı. Bu dönemde yerine aşırı milliyetçi ve oligark Petro Poroşenko başkan seçildi. Rusçayı yasaklamaya kadar adımlar attı; ancak böyle adımlarıyla aynı zamanda hızlı bir şekilde yıprandı.

2014 faşist destekli ayaklanma sonucu “Rus yanlısı” Yanukoviç ülkesini terk etmek zorunda kalmış olsa da, bu satranç oyununda -Gürcistan’da olduğu gibi- aslında Rusya kazanmıştır. Ukrayna’nın doğusunda Donbass bölgesi otonom cumhuriyet haline gelmiştir. Daha da ötesi Mart 2014 referandumu ile Kırım Rusya’ya katılmayı tercih etmiştir. Tam bu süreçte Putin Ukrayna ziyaretinde Güney Akım projesini iptal ettiğini duyurarak Ukrayna’ya yıkıcı bir darbe vurmuştur. Bütün bunlar Batı ve Rusya arasındaki gerilimde Ukrayna için büyük bir yıkım anlamına geliyordu.

Poroşenko’nun yıpranmasından sonra uzun pazarlıklarla 2019’da bugünkü başkan V. Zelensky seçildi. Başlarda yumuşak görünse de “AB ve NATO’ya 2024 yılında giriş için eylem planı”nı açıkladı. 2021 başında Kuzey Akım 2 projesinin Avrupa için “tehdit” olduğunu ilan ederek Biden politikalarına yakınlığını bir kez daha göstermiş oldu. Yine 2021 Kasım ayında Rusya’nın kendisine “darbe yapacağını” açıkladı. Bu tarihten itibaren olayların bugüne geliş süreci hızlandı.

ABD ve İngiltere, ancak tüm AB değil, Zelenksy Ukrayna’sını silahlandırarak yakın gelecekte bir Donbass savaşına hazırlamaya başladı. Her gün cepheden görüntüler, eğitim verilen sivil halkla röportajlar batı medyasının manşetlerinde yer almaya başladı.

Bu noktada Rusya’nın tavrı Ukrayna’yı bu hazırlıklardan caydırmak 2014 sonu dengelerinin bozulmasını kesin olarak engellemek üzerine kurulmuştu. Bunu elde ettiği söylenebilir.

ABD ise sürekli kanayan bir yara olarak Ukrayna üzerinden Rusya’yı yıpratmak ve güçten düşürmek istiyor. Ancak sadece bu değil “saldırgan” Rusya karşısında bir AB cephesi yaratarak, hem Rusya ile AB ilişkilerini en aza indirmek ve hem de Avrupa’yı ABD’ye mahkûm hale getirmek gibi olmadık (artık boyundan büyük) niyetleri vardır.

Oysa dünya 1945’lerdeki gibi değil. AB duvar yıkıldıktan sonra bir dönem zirve yapsa da, artık itibarlı bir “birlik” değildir. Dağınık ve yeni dünya dengelerinde neredeyse hesaba katılmayan bir konuma düşmüştür. Özellikle Almanya, ayrıca Fransa ve İtalya’nın Rusya ile ilişkileri oldukça iyidir. Alman deniz kuvvetleri komutanı “Putin saygı bekliyor ve biz de göstermeliyiz” dediği için görevden alındı. Ukrayna cephesine ise bir kaç bin miğfer yollamakla yetindiler. İngiltere ve ABD ikilisinin insanlığa son hediyesi Suriye üzerinden yeni bir Ortadoğu cehennemi yaratmak olmuştu. Afganistan’ı ABD’nin terk etmesinden görüldüğü gibi bu hediye ellerinde patladı.

Biri Atlantik’in öbür yakasında, diğeri kıta Avrupası ile arasında bir deniz olmasından tıpkı iki dünya savaşında olduğu gibi yine kıtada bir cehennem yaşanırsa dışında kalabileceklerini mi düşünüyorlar? İngiltere’yi bilemeyiz ancak ABD kesinlikle böyle düşünüyor. Ancak bu tablo artık radikal bir şekilde değişti. Ortada bir “komünizm tehdidi” olmadığı gibi, tersine Trump ve Johnson’ın gösterdiği gibi bir ABD- İngiltere tehdidi olduğunu söylemek hiç abartı olmaz.

Rusya’nın etrafında bir kıpırdama olsa hemen Washington’un gözleri parlıyor. En son Kazakistan olayında olduğu gibi Rusya’nın olaya aynı anda çok farklı noktalara güç aktararak müdahale etmesi üzerine ABD, “artık dönmezler” demişti. Fakat Blinken’in cümlesi bitmeden Rusya güçlerini geri çekti.

ABD, Rusya ve Çin’e birer Afganistan hediye etmek için çırpınıyor. Ancak köprülerin altından çok sular aktı.

Rusya Ukrayna sınırına bu kadar büyük bir gücü neden yığdı? Düz mantıkla akla bir savaş senaryosu geliyor. Bu elbette mümkündür. Ancak bu büyük gücün esas amacı kesin bir caydırıcılık yaratmaktır. AB ve Ukrayna üzerinde böyle bir etkiyi çoktan yaratmıştır. Olayı Londra ve Washington kaşımaya devam etse de şu anda sonuç almaları mümkün görünmüyor.

Ukrayna olayı henüz sonuçlanmadı. Ancak şu tespiti yapmak erken olmaz. Sovyetlerin çökmesinden beri çok lafı edilen ve bir kaç kez içerik değiştiren yeni dünya düzeninin ABD versiyonuna Afganistan yenilgisi noktayı koymuştur. 2001 ikiz kulelerin yıkılması ile başlayan süreç ABD’nin kesin yenilgisi ile sonuçlanmıştır. Washington, yanında yamağı Londra ile hala eski günlerde yaşıyorlar. Kendilerini dünya egemeni sanıyorlar. Olmadıkları gerçekliği ile yüz yüze geldikçe öfkeleniyor, küfrediyorlar. Artık yeni bir dünya düzeni yok! Eskisi de yenisi de ömrünü doldurdu. Dünya bambaşka güç kombinasyonları ile şimdilik bir bilinmeze doğru yol alıyor.

Bir parantez açalım. Pasifik-Çin geriliminin kurbanı ya da önemli aktörlerinden birisi Hindistan olacaktır. Rusya-ABD-Avrupa geriliminin de kurban ya da aktörlerinde birisi Türkiye olacaktır. Bu Erdoğan’dan bağımsız bir gerçekliktir.

“Batı”, “batılılaşma”, kapitalist anavatanların “gücü” hepsi birden artık sorgulanmaktadır. Küreselleşme ve neoliberalizm dünyanın büyük hızla yağmalanmasını gerçekleştirdikçe iki somut olgu toprağın üstüne çakarak gelecekle ilgili bazı işaretler veriyor.

İlki, kapitalist merkezlerde ekonomik ve sosyal olarak ortaya çıkan tıkanma ve çürümelerdir. Diğeri, yağmalanan “üçüncü dünya”da yeni sosyal ve ekonomik güçler ortaya çıkıyor. Buradan gelecek “başka” bir dünya düzeni rüzgârı yavaş yavaş esmeye başladı bile.