Üç değil dört seçenek

Kendisini güç dengelerinin kafesine sıkışmış ve bu güç dengelerini alt üst edebilecek bir ufuktan mahrum konumlandıran, özgüvensiz bir sosyalist hareketin devrimci çıkış olasılığını maddileştirmesi oldukça zor.

Türkiye siyasi tarihinin en uzun erimli sosyopolitik krizinin içinden geçerken önümüzdeki seçenekler nelerdir?

2015 sonrasında yaşanan dönemi bir “süreklilik kazanan sosyopolitik kriz” olarak nitelersek bu uzun vadenin en temel sebebi, krizi çözmeye aday güçlerin birbirlerini birer seçenek olmaktan çıkaracak kalıcı hamleler yapmayı başaramaması olduğu görülebilir. Bu başarısızlık siyasi rejimin faşizm olarak nitelenmesini gereksiz hale getirmez. Faşizmin klasik örneklerinde faşist iktidarın kendi alternatiflerini “yasal” olanın dışına atmış olmasıyla burada bu sürecin uzaması arasındaki farklılık faşizmin yanıt ürettiği krizin mahiyetinden kaynaklanmaktadır. İki savaş arası Avrupa’da ortaya çıkan krizin şiddeti, uzun bir evreye yayılmasına müsaade etmiyordu ve krizin acil çözümü yönünde oluşan ittifak daha güçlüydü. Buradaysa hem krizin şiddeti hem de “acil çözüm” isteyen güçlerin kapasitesi aynı oranda değil. Bu da krizden çıkışın olası çözüm yollarını sürecin doğal bir parçası, olağanüstü bir gelişme yaşanmasa dahi bu seçeneklerin masada olması sonucunu doğuruyor.

Bu krizin demokrasinin ekonomi alanına taşırıldığı, şu ana kadar iktidardan dışlanmış işçi sınıfı eksenli bir politik çokluk tarafından öncülük edilen devrimci bir çıkışı mümkün müdür?

Krizin çok yönlülüğü ve aynı zamanda küresel ölçeğe de yayılma potansiyeli böylesi bir ihtimali hala diri tutuyor. Ancak bu çıkışın lokomotifi olabilecek bir politik aktörün kendisini yeterince net bir programla ortaya koyamıyor oluşu, yaşanan kriz momentlerine iktidar perspektifini ortaya koyan mahiyette müdahale edemeyişi bu olasılığın büyümesini engelliyor. Pandeminin getirdiği koşulların ekonomik krizle rezonansa gelmesi bağımsız bir sınıf hareketinin güçlenmesi için tüm koşulları hazırladı ancak güvence talebinin güçlü bir hegemonya yaratacak ölçeğe yükseltilememesi bu gelişmeyi şimdilik sekteye uğratmış görünüyor.

Devrimci hamlenin ancak bir tür aşırılıkçı ruh halinden doğabileceğini unutmuş bir biçimde çoğu zaman aşırı realist değerlendirmeler duymaya alıştık sosyalistlerden. Kendisini güç dengelerinin kafesine sıkışmış ve bu güç dengelerini alt üst edebilecek bir ufuktan mahrum konumlandıran, özgüvensiz bir sosyalist hareketin devrimci çıkış olasılığını maddileştirmesi oldukça zor. İhtiyaç duyulan öz güven, taktiksel netlik ve hedefe kilitlenme henüz yeterli düzeyde ortaya çıkmış değil.

Sürecin işçi sınıfının merkezinde olduğu, ezilenlerin diğer öbeklerine de sahici bir kurtuluş seçeneği sunduğu aşağıdan yukarıya adım adım güçlenerek inşa edileceğine dair bir beklentinin en azından yakın gelecekteki hesaplaşmada devrimci seçeneği güçlendirecek sonuçlar yaratabilmesi anlamında somutlaşması dışında başka bir devrimci seçenek mümkün mü? Faşizmin tam anlamıyla kurumlaşması ya da ilgası yönünde adımlar atılmaya çalışıldığında ve muhtemelen seçim sonrasında ortaya çıkabilecek kriz anında kararlı bir anti faşist bloğun öncülüğünü üstelenerek öne çıkmak söz konusu olabilir mi? Bu, o ana dair güçlü bir hazırlık ile mümkün olabilir ancak. Ancak devrimci seçenek üzerine kafa yoranların bu doğrusal yükseliş (tabandan örgütlenmenin ve ittifakların adım adım örülmesiyle paralel) ya da sıçramalı (politik krizin tepe noktasında, diğer alternatifler birbirini yıpratırken en kararlı ve radikal seçenek olarak inisiyatif kazanmak) üzerine net planlara sahip olması gerekir.

Konsolidasyon (faşist bloğun kendi politik alternatiflerini “yasal” alanın dışına de facto ya de jure olarak atması) seçeneğini tartışmayı sonraki yazılara bırakalım.

Ancak restorasyon cephesinde artık bir değil iki seçeneğe sahip olduğumuzun altını çizmekte fayda var. Bu seçenekler Millet İttifakı’nda somutlaşan restorasyon seçeneğinin politik merkezini etkilemek üzerine yürütülen mücadeleler tarafından yaratıldı. HDP’nin biraz da tesadüfi gelişmeler sonrasında restorasyonun uysal bir destekçisi olmayacağını yüksek sesle ifade etmesi aslında Millet İttifakı’nın programını görece daha demokratik bir zemine çekme girişimi olarak okunmalı. Bu hamle karşılıksız kalmadı ve düzensiz göçmenler üzerinden tepki kah köpürtülerek kah da yönlendirilerek “demokratikleşme” seçeneğine karşı bir balans ayarı yapılmaya çalışıldı. Burada Kürt sorununda reformist bir çabaya zinhar yol vermeyecek, “öfkeli genç Türklerin” hassasiyetlerini hareketin merkezine koyarak HDP’den gelecek oy desteğinin ikamesinin, konsolidasyon cephesinin tabanında yaşanan çözülmeye dayanarak gerçekleşebileceğini temellendiren, restorasyonun ideolojik iskeletini de “neo-Kemalizm”in oluşturacağı bir bakış açısı güçlendirildi. Hem sınıf meselesini hem de ulusal sorunu baskılayacak “muhalif ama hegemonik” bir söylemin restorasyon cephesinin diline hakim olması şimdilik başarıldı.

Restorasyonun mahiyeti, onu temsil eden politik bloğun HDP ile kuracağı ilişkinin düzeyi tarafından belirlenecektir.

Ezilenlerin güçlü ve bağımsız bir hareketini yaratamayan sosyalistler, HDP’nin restorasyon cephesini demokratikleştirme projesine mahkûm kalabilirler. “Mahkûm değiliz” diye slogan atmak ise bu durumu değiştirmez. Güçlü ve ortak hareket edebilen bir toplumsal muhalefetin zayıflığının sürmesi durumunda ise restorasyonun “demokratikleştirilmesi” dahi rahatlıkla başarısızlığa uğratılabilir.

Bütün bu süreçler üzerine çok daha netleşmek ve bunu da hızla başarmak durumundayız.