Dönemin Bilinci II
Yeni bir “felaket” bilinci oluşuyor. Henüz “gerçek ötesi” zeminlerde kendine yer bulsa da, olaylar böyle akarsa “felaket” bilinci tek tanrılı dinlerin kıyamet inancına benzer hale gelebilir. Baş edilemez kötülüklerin çoğalmasından kurtuluşun tek yolu kıyamet beklentisi olur.

Günümüzde, günümüzden kasıt özellikle son yirmi yılda, düşüncenin güç olmasını engelleyen önemli olgular ortaya çıktı. Aslında bu olguların kaynağında önemli bir tarihsel deney yatıyor. Kapitalist dünyanın yarattığı hemen tüm sorunları sosyalizmin köklü ve hızlı bir şekilde çözebileceği beklentisi gerçekleşmeyince, sosyalizm hedefinde birleştirilen sorunlar, birbirinden uzaklaşmaya başladı. Güçlü beklentinin kenetlediği sorunlar, çöküş sonrası Bing Beng gibi birbirinden uzaklaşma yolunu tuttu. Sınıf bakışı zayıfladı, onu arka plana iten farklı sorunlar sahnede yerlerini aldılar.
Öte yandan, hedefin bulanıklaşması hatta ufuktan silinmesi olayların derinlikli algılanmasını zayıflatıyor. Sosyalizmin çözülüşü, öte yandan küreselleşmenin tıkanışı insanlığın düşünce sistemine önemli bir darbe vurarak, geleceği yakalama, hedef oluşturma gücünü darmadağın etti. Hedef, güçlü bir çekim odağı olmaktan çıkınca olayların, çelişkilerin ard arda gelişinin nasıl bir birikim yaratabileceği kavranmıyor; sıradanlaşıyor. Algılama zayıflığı bilincin güçlenmesini ve yoğunlaşmasını engelliyor. Belli bir birikim sonrası bilinç sıçramaları bilindiği gibi çelişkilerin zirveye çıkmasıyla, genellikle savaşlarla yaşandı. Bugünün uzaktan bakınca karmaşa gibi görünen bölgesel savaşları, bilinç sıçramalarına yol açmıyor. Örneğin bölgemizde Irak’ın işgaliyle başlayan bölgesel savaş yıkım ve çürüme yarattı. Bu yıkımdan henüz geleceği yakalayacak filizler ortaya çıkmadı.
Günümüzün en belirgin çelişkisi teknik gelişim hızlandıkça sanki gelecek tasarımlarının bulanıklaşması, hatta kaybolmasıdır. Hem sosyalizmin başarısız bir deney yaşaması, hem de teknik gelişimin toplumsal yapıda yarattığı önemli değişimler yaşamı an’a indirgeyen, beklentiden yoksun bir akışa dönüştürüyor. Çarpıcı teknik gelişmelerin insan (üretici gücü) üzerindeki etkisi gittikçe belirginleşiyor. Bir yanda yaratıcı işgücü gelişirken, öte yandan büyük bir güvencesiz işgücü kitlesi oluşuyor. Bugün bu gelişmenin en çarpıcı ifadesi “temel gelir” tartışmaları olarak somutlandı.
Yapay zeka insanlarda çok fantastik gelecek beklentileri yaratırken, aynı zamanda bilinçlerde derin bir korku yaratıyor. Emeğin bir azınlık kesimi yüksek niteliklere ulaşırken, geniş kesimi zaten fordizm yıllarından kalan niteliksizleşme yolunda yürüyor. Farklı olarak bu kez niteliksiz büyük kitle “fazla nüfus” olarak niteleniyor. Bu dönemin fordizm yıllarından en önemli farkı, niteliksizleşen yaygın kitle hem toplum dışı algılanmaya doğru evriliyor, hem de örgütsüz bir kitleye dönüşerek, toplumsal gücünü kaybediyor. Fordizm yıllarında bant önündeki niteliksiz işçi öte yandan büyük bir örgütlü güç durumundaydı. Bugün güvencesizler böyle bir güce sahip değiller.
Bugünün teknik gelişimi işgücünün büyük bir bölümünü sadece niteliksizleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda parçalara ayırıyor ve örgütsüz hale getiriyor. 19. yüzyıl kapitalizminde işçi sınıfının “makine kırıcılar”dan güçlü bir sınıf mücadelesine geçisi yarım yüzyıldan fazla sürmüştü. Günümüzde böyle birikim içinde miyiz? Bu sorunun cevabı günümüz mücadele bilincinin oluşmasında yatıyor. Ancak öyle görünüyor ki, daha bu sürecin başlarındayız.
Dönemin bilincinin oluşmasında güçlü iki dayanaktan söz etmiştik: Ekolojik kriz ve Göçler.
Ekolojik krizi artık küresel ısınmadan pandemi tehditlerine kadar genişletebiliriz. Yeni bir “felaket” bilinci oluşuyor. Henüz “gerçek ötesi” zeminlerde kendine yer bulsa da, olaylar böyle akarsa “felaket” bilinci tek tanrılı dinlerin kıyamet inancına benzer hale gelebilir. Baş edilemez kötülüklerin çoğalmasından kurtuluşun tek yolu kıyamet beklentisi olur.
Ekolojik krizin en çarpıcı yanı çelişkilerin insanlığın varoluş koşullarını ortadan kaldırma potansiyeline sahip olmasıdır. Bu haliyle “sınıflar üstü” görünür. Ancak en basit inceleme bile bu kıyamet olasılığının altında kapitalizmin değişmez özünün yattığını gösterebilir.
Tahrip edilen Doğa, kapitalizmin sınırsız görünen üretim gücünü adım adım kuşatıyor. Ekolojik krizin nasıl seyredeceğini bugünden kestirmek çok zor. Ancak şu kadarı kesin, kriz derinleştikçe üretim maliyetleri sürekli artacaktır. Bu noktada doğal felaketlerin somut yaptıklarından öteye genel olarak yoksullaşmanın artması kaçınılmazdır. Elbette kapitalizmde her krizde semirenler de olur, ancak bu azınlık yaklaşan felaketi ortadan kaldıramaz.
Doğanın intikamı kapitalist üretimin alanını daralttıkça sermayenin üretim dışına yani spekülasyona akışı da artıyor. Böyle bir gelişme kapitalizmin genel yapısı açısından çürüme anlamına gelir. Ekolojik krizin derinleşmesi devam ederse bir noktada ara çözümlerin yetmeyişi karşısında kapitalist sistemin kendine yönelen bir bilince sıçraması kaçınılmaz görünüyor.
Bu krizin nasıl bir yol izleyeceğini kestirmek zor olsa da, başta tarımın felce uğramasını, aynı zamanda büyük kentlerde yaşamın adım adım neredeyse imkansız hale gelme olasılığını bugünden öngörmek zor değildir. Bu gerçeklerle beslenecek bilincin kendini nasıl ve hangi yollardan ortaya koyacağını öngörmek ise bugün için erkendir.
Ekolojik kriz bütün sınıf ve tabakaları, bütün toplumsal yaşamı yatay olarak kesiyor. Ancak yaratacağı sonuçların ve ortaya çıkacak tepkilerin aynı olmayacağı bellidir. Bu noktada bilincin sisteme karşı yönelecek noktalara tırmanması farklı sonuçlar doğuracaktır. Fakat düzeni onarmakla yetinecek bir bilinç de her zaman var olacaktır. Yeşillerin içindeki çekişmeler bu farklılaşmaların bugünden ortaya çıkan habercileridir.
Ekolojik kriz insanın varoluş koşullarına bir saldırıyı içinde taşısa da, bu gerçekliğin bilince dönüşmesi her sınıf, tabaka ve farklı kültürlerin prizmasından geçerek olacaktır. Işığın prizmada kırılması gibi farklılıklar kaçınılmazdır. Ancak varoluş sorununun derinliği bugüne kadar yaşanmamış birliktelikler ve davranışlar yaratabilir. Doğanın intikamı yeni bir bilinç yaratacak, bu yeterince açıktır, ancak nasıl bir güç yığılmasının ortaya çıkacağını yaşayarak göreceğiz. Ayrıca esas önemli olan, bu yeni güç yığınağının kendiliğinden ortaya çıkmayacağı, mücadele ile yaratılması gerektiği açıktır.
Göç sorunu, ekolojik kriz kadar kalıcı ve derinleşmeye yatkın görülmeyebilir. Ayrıca rakamlara bakıldığında 1995 yılında dünyadaki göçerlerin sayısı 174 milyondur, 2019’da ise 272 milyona varmıştır. Dünya nüfusu içinde büyük bir yer tutmadığı açıktır. Ancak bu rakamlar onun önemini azaltmıyor. İlk olarak kapitalizm sosyalizm korkusundan kurtulduktan sonra pervasız soygunuyla dünyada yoksulluğu inanılmaz boyutlara vardırmıştır. Bu uçurumun kapanacağına dair en küçük bir işaret yoktur. Bu nedenle göç kapitalist merkezler için sürekli bir tehdit olmaya devam edecektir. Öte yandan, göç edenlerin sayısının az olmasından çok yarattığı etkisini görmek gerekiyor. Dünya nüfusuna göre bu az sayıdaki göçmen gelişmiş dünyanın ortasında patlayıcı gücü yüksek bomba gibi etki yaratıyor. Dünyanın cennetinde yaşayan çok küçük azınlık, gelen az sayıda göçmenden çok yoksulluk denizinin büyüklüğünden korkuyor.
Kapitalizm egemenliği ancak savaşlarla sürdürebiliyor. Soğuk savaşın bitişi nedeniyle sevinç çığlıkları atanlar, o günden bugüne ne kadar bölgesel savaş yaşandığına baktıklarında dehşetli tabloyu görebilir. Berlin duvarı yıkıldı ancak hergün yenileri inşa ediliyor. Latin Amerika’dan Birleşik Devletlere, Afrika kıtasından Avrupaya, şimdi güney Asya’dan Türkiye ve Avrupa’ya süreklileşen bir göç vardır.
Göç, geldiği ülkede genellikle ters bir sosyal bilinç yaratıyor. Göçün motoru kapitalist sistemi göremeyenler gelenleri suçlayıp aşağılıyor. Bugüne kadar böyle geldi. Ancak küreselleşme yoluyla tüm dünyaya refah vaad eden kapitalizm, yaşattıklarıyla insanlığı nasıl bir uçurumun kenarına getirdiği artık hergün daha iyi kavranıyor. Göç bugüne kadar merkezler için ucuz işgücü oldu. Göç veren ülkelerde ise hem toplumsal gerilim kısmen azaldı, yollanan paralarla az da olsa yaşam düzeyi iyileşti. Fakat dünyanın bugünkü koşullarında göçlerin artık böyle bir etkisi yoktur.
Göçlerin sınırlı etkisi tıkanma yolunda olunca, yoksul ülkelerin kendi topraklarında kaçınılmaz bir şekilde mücadele yükselecek; aynı zamanda göçü yaratan sistemin günahları örtülemez hale gelecektir.
Sosyalizmin yıkılışından beri insanlık önce küreselleşme hayalinin peşine takıldı, sonra büyük bunalım ile düş kırıklıkları ve yeni faşizmle tanıştı. Bugün farklı bir dönemdeyiz. Kapitalizm, duvar yıkıldıktan sonra insanlığın çözüm arayışlarının yolunu tıkadı. 21. yüzyıl sosyalizmi arayışı başta Amerika tarafından kuşatılıp yok edilmek istendi. Arap isyanları ile Afrika’nın kuzeyi yıllardır çürümüş diktatörlüklerden özgür ve onurlu bir yaşama geçmek istedi. “Batı medeniyeti” buna el birliği ile bölgeyi cehenneme çevirerek cevap verdi. Avrupa’nın güneyinden Yunanistan, İspanya, Portekizden yükselen isyanı AB ezdi. 20. yüzyılın en büyük insanlık projesi olmakla öğünen AB, kendi içinde gelen “demokrasi hemen şimdi” çığlıklarını parasal gücü ile bastırdı.
Kapitalizm tüm çözüm arayışlarını yıktı, şimdi kendisi de yükselen sorunlar karşısında çözümsüz durumdadır. Bu çözümsüzlük doğanın intikamıyla ve göç dalgalarıyla somutlaşıp, kapitalizmi kuşatıyor. Yeni bir döneme giriliyor. Kapitalizm sorunları çözmemenin, ülkeleri yıkıma uğratmanın bedellerini ödemekle karşı karşıyadır. Dönemin bilinci bu yıkımların dehşetinden beslenecektir.