Kuraklık Yolda… “Yeryüzündeki Tüm Canlılar İçin Su ve Yaşam Güvencesi!”

Aşırı hava olayları, ekosistemin doğal ritmini altüst eden sonuçlar yaratıyor. Bir yanda dondurucu soğuklar; diğer yanda kavurucu sıcaklar… Yine bir yanda çılgınca yağan yağmurlar; diğer yanda susuzluk… Daha kısa bir süre önce sel felaketleri gündemde değil miydi? Ne oldu da şimdi kuraklık tehdidini konuşur hale geldik?

Ocak ayındayız ve neredeyse tişörtle dolaşılacak bir havayı yaşıyoruz. İnsanların, hayvanların, bitkilerin; yeryüzündeki tüm canlıların yaşamlarının doğal akışı, bu olağanüstü tuhaflığa uyum sağlamakta zorlanıyor. Hiç iyi bir durum değil bu. Hatta bir felaket; iklim felaketi…

Kapitalizmin eseri ekolojik krizin yarattığı sonuçlar yakamızı bırakmıyor, bırakmayacak. Aşırı hava olayları… Salgın hastalıklar… Kuraklık… Toz fırtınaları… Çekirge istilaları… Daha birinden kurtulmadan, bir diğeri yaşamımıza giriyor. Bildiğimiz/bilemediğimiz felaketler de kapıda. Tekrar vurgulayalım; bütün bunlar kapitalizmin yarattığı felaketler…

Dünyamız, şimdi de su kriziyle karşı karşıya. Son derece önemli bir durum bu. Gıda krizi, kıtlık, işsizlik, pahalılık, zorunlu göç dalgaları, toplumsal travmalar, yeni virüs salgınları… Canlıların yaşamlarını tehdit edecek bir dizi krizi daha tetikleyecek nitelikte yaşamsal bir sorun. Söz konusu olan, tüm canlı türlerinin yaşam kaynağı su. Kapitalizm, yeryüzündeki canlıların yaşam kaynaklarını kurutuyor…

Aralık ayının başında Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) tarafından “2020 İklim Durumu Raporu” yayımlandı. Çarpıcı verilerin yer aldığı raporda, 2016 ve 2019 yıllarının ardından “2020 yılında dünyanın üçüncü en sıcak yılını yaşadığı” belirtiliyor. 2015 yılından itibaren geçen altı yıllık sürenin de, 1850’den bu yana tutulan kayıtlarda “en sıcak altı yıl” olarak kayda geçmesi bekleniyor. Yine rapora göre, 2030 yılına kadar iklim krizi kaynaklı felaketler yüzde 50 oranında artış gösterecek.

Aşırı hava olayları, ekosistemin doğal ritmini altüst eden sonuçlar yaratıyor. Bir yanda dondurucu soğuklar; diğer yanda kavurucu sıcaklar… Yine bir yanda çılgınca yağan yağmurlar; diğer yanda susuzluk… Daha kısa bir süre önce sel felaketleri gündemde değil miydi? Ne oldu da şimdi kuraklık tehdidini konuşur hale geldik?

Yeryüzündeki su miktarı ne artar, ne eksilir; milyarlarca yıldır sabit kalmıştır. Dünyada büyük bir hacim kaplayan suyun yüzde 97,5’lik büyük kısmı denizlerde/okyanuslarda bulunan tuzlu sulardır. Yüzde 2,5 oranındaki tatlı suların da büyük kısmı yeraltında ve kutuplarda bulunur. Tatlı suların ancak yüzde 0,4 gibi çok küçük bir kısmı kullanılabilir su miktarıdır.

Güneşten gelen ısı enerjisi, yeryüzündeki suyun buharlaşma ve terleme yoluyla su buharına dönüşmesine neden olur. Atmosfere yükselen su buharı, soğuk havayla karşılaştığında yoğunlaşarak su damlacıkları ve/veya minik buz kristalleri haline dönüşerek bulutları oluşturur. Ardından yağmur, kar veya dolu yağışıyla tekrar yeryüzüne döner. Yeryüzündeki su aynı şekilde tekrar buharlaşıp atmosfere yükselir ve yine tekrar yağışlarla yeryüzüne döner. Suyun bu şekildeki hareketine “su döngüsü” adı verilir. Su döngüsü sayesinde yeryüzündeki su miktarı sabit kalır.

Yeryüzündeki su miktarı sabit kalıyorsa, susuzluk ve kuraklık durumu nasıl yaşanıyor? “Yağış rejimi” değişikliği, susuzluğun önemli bir nedeni. “Belirli bir coğrafyaya hangi yağış türünün, ne zaman ve ne şiddette yağacağı” parametrelerinin bütünü, o coğrafyanın yağış rejimini anlatır.

Türkiye’de yağış rejimi değişikliği, rejimi belirleyen tüm bu parametrelerdeki olağanüstü değişimlerle kendisini gösteriyor. Yağışlar zamansız ve çok şiddetli yağıyor; uzun yağışsız dönemler yaşanıyor. Kış aylarında kar yerine, ağırlıklı olarak yağmur yağıyor. Sonuç olarak, toprak suya doyamıyor; kuraklık durumu ortaya çıkıyor.

Çok sayıda ağır sonuçları olan “küresel ısınma,” yağış rejimi değişikliğinin temel nedeni. Yerkürenin normalin üzerinde ısınması, suların buharlaşmasını arttırıyor ve su döngüsünü bozarak, ekosistemin gerektirdiği doğal akışın dışına taşıyor. Aşırı buharlaşmayla birlikte atmosferde yoğun su buharı birikiyor. Sıcak hava, su buharının atmosferde uzun süre kalabilmesini sağlıyor. Bu uzun dönem, susuzluk ve kuraklık olarak yaşanıyor. Atmosferde biriken su buharı, soğuk hava dalgasıyla karşılaştığında tekrar yoğunlaşarak şiddetli yağışlar biçiminde kısa sürede yeryüzüne iniyor. Şiddetli yağışların yaşandığı bölgelerde de sel felaketleri ortaya çıkıyor. Seller, “betonlaşan ve asfaltlaşan” kentlerde toprak tarafından emilemeden denizlere akıp gidiyor.

Küresel ısınmanın yol açtığı iklim değişikliği, dünyanın her yerinde aynı sonuçları yaratmıyor. Birleşmiş Milletler’e bağlı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), iklim değişikliği konusunda yapılmış tüm çalışmaları değerlendirerek bu konuda raporlar hazırlayan bir kuruluş. IPCC’nin yayımladığı raporlarda, Türkiye’nin de içinde yer aldığı Orta Doğu ve Akdeniz Havzası’nın iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek coğrafyalar olduğu belirtiliyor.

Bilindiği gibi küresel ısınma, sanayi devrimi sonrasında kapitalizmin adım adım yarattığı bir olgu. Birkaç temel nedeni var küresel ısınmanın. Birincisi, sera gazlarındaki artış. Başlıca sera gazları, atmosferdeki yoğunluk sırasına göre su buharı, karbondioksit, metan ve ozon. Bu gazların yarattığı sera etkisi, yerküreye ulaşan güneş ışınlarının sağladığı ısının atmosferde hapsolmasına ve dolayısıyla aşırı ısınmaya yol açıyor.

Sanayi devriminin ardından üretimde enerji kaynağı olarak kullanılan fosil yakıtlar, atmosfere salınan karbondioksit miktarını tırmandırmaya başladı. Sermayenin durmaksızın büyütülmesi için üretimde yaşanan sürekli genişleme, bu tırmanışın ivmesini daha da büyüttü. Kapitalizm marifetiyle sera gazlarında yaşanan büyük artışta, bu fosil yakıt kaynaklı karbondioksit salımının ağırlığı çok fazla.

Karbondioksit salımını sınırlandırmaya dönük önlemleri içeren Paris Anlaşması’nı onaylamayan sınırlı sayıda ülkeden birisinin de Türkiye olduğunu buraya not düşelim…

Sera gazlarını arttıran bir diğer etken, yine kapitalizmin yarattığı endüstriyel tarım ve hayvancılık. Tarım ve hayvancılık sonucu açığa çıkan sera gazları, küresel sera gazı salımının yüzde 10-12’sini oluşturuyor.

Ormansızlaşma da sera gazı salımını arttıran bir başka önemli etken. Zira ormanlar büyük oranda karbondioksit emip bünyesinde hapsediyor. Enerji, maden ve inşaat sektöründeki kapitalist işletmelere yeni karlılık alanları açmak için ormanlar büyük bir iştahla yok ediliyor. Ayrıca Kürt illerindeki ormanların siyasi nedenlerle devlet eliyle yakıldığını biliyoruz. Yok edilen ormanlarla birlikte ormanların tuttuğu karbondioksit atmosfere salınıyor.

Yine enerji sektöründeki şirketlerin “temiz enerji” iddiasıyla kurduğu HES’ler, JES’ler, RES’ler, ekosistemi mahvediyor. Yeraltı/yerüstü suları zehirleniyor; tarım alanları, ormanlar yok ediliyor.

Tarımsal üretimdeki ürün tercihleri ve hatalı sulama teknikleri de susuzluğu arttırıyor. Dünyada kullanılabilir suyun üçte ikisi tarımda tüketiliyor. Türkiye’de bu oran dörtte üçe yakın.  Dolayısıyla, bu alanda alınacak önlemler, son derece önemli.  Türkiye’de, giderek kuraklık sorunu yaşanmaya başlanmışken, şeker pancarı ve mısır gibi aşırı su tüketen ürünler yetiştiriliyor. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de tarımın kaderi, uluslararası gıda tekellerinin elinde. Ne üretileceğine, ne miktarda üretileceğine onlar karar veriyor. Kuraklık konusundaki her taşın altından kapitalizm çıkıyor…

Ekolojik kriz son derece sınıfsal bir niteliğe sahip. Kapitalizmin yarattığı tüm krizlerde olduğu gibi, egemenler krizi yaratıyor; krizin faturası ezilenlerin sırtına yükleniyor. Kuraklık ve kuraklığın tetikleyeceği gıda krizi, bu yüklerin en ağırlarından olabilir. Ekolojik kriz, çok yönlü yıkımlarla ezilenlerin yaşamlarına daha fazla girdikçe, sosyalistlerin bu gündemler üzerinden politika üreteceği alan genişliyor…