ABD’nin Açmazı

Clinton, Afganistan’da ABD askerleriyle, Kasım 2009, Fotoğraf: Mustafa Quraishi / AP

ABD dış politika dergisi Foreign Affairs’in son sayısı “Neyi kaçırıyoruz?” başlığıyla çıktı. Sağlam öngörülerin olmadığı, zayıf yazılarla dolu; ancak ikisi dikkat çekici…Çok sıkı Trump zemininde duran Michael Beckley’in “Rogue Superpower” değerlendirmesi ve Hillary Clinton’un Biden yönetimine tavsiyelerde bulunduğu “A National Security Reckoning” yazısı. Bir dönüm noktasında olduğu açık olan ABD’nin açmazını ortaya koyması bakımında önemli yazılar.

Trump’ın Beyaz Saray’ı terk etme zamanı yaklaşırken onun siyasal ve sosyal zemininin var olmaya devam edeceği konusunda çok şey söylendi. M. Beckley bunu tekrarlıyor.

“Durgun ekonomi, anormal borçlar, yerinde sayan ücretler, kronik işsizlik ve aşırı eşitsizlik milliyetçiliği ve aşırı uçları zorunlu olarak üretmeye devam edecektir.” (Beckley, s.79)

“Küresel liberal düzenin liderliğiyle karşılaştırıldığında, ABD’nin sorumluluğunun bu daha milliyetçi versiyonu eli sıkı ve sönük görülebilir. Fakat daha gerçekçi olurdu…” (Beckley, s.86)

Yazar ABD’ye yeni bir ittifak yapısı önerir: “Washington sadece iki düzenli ittifak grubunu elinde tutabilir. Birincisi Avustralya, Kanada, Japonya ve Birleşik Krallık’tan meydana gelir…İkinci grup Baltık Devletleri, Körfez Ülkeleri ve Tayvan gibi ABD’nin düşmanlarıyla yakın sınıra sahip ülkelerden ibaret olabilir.” Yazar  bugüne kadarki NATO müttefiklerini artık gereksiz görüyor. “ABD’nin stratejik müttefikleri olsa da, bunlar kağıtta kalan, çoğu zaman boş laflardan ibarettir.” (Beckley, s.82)

Bu sözde yeni stratejinin Pasifik eksenli olduğu görülüyor. “Haydut süper güç” eski dostlarına “sönük” görünecek olsa da, daha milliyetçi, “eli sıkı” bir yol izlemelidir. Amerikan aşırı sağının rüyasını gördüğü yeni strateji özellikle Çin ve Rusya ile hesaplaşmaya odaklıdır.

Clinton ise “iki gündemin, askeri modernizasyon ve ülkenin yenilenmesinin entegre edilmesini” öneriyor. Askeri yenilenme “zeki güç” stratejisine dayanacaktır. “Yenilenme  ise ülkenin sanayi ve teknolojik gücünün yeniden inşası” olacaktır. (Clinton, s.96) Çünkü, “Ülkenin sanayi ve teknolojik gücü eriyor, yaşamsal tedarik zincirleri kırılgandır, müttefikleri yıpranmıştır ve hükümeti çukurdadır.” (Clinton, s.88) 

ABD “yeniliğe ve üretime” yatırım yapmalı, “ana sektörlerde -çelikten robotiklere, biyoteknolojiye- iç üretimde sıçramayı hedeflemeli ve ‘Amerikan malı al’ınmasını daha çok zorlamalıdır.” “Hırslı sanayi politikalarının zamanıdır”. (Clinton, s.96)

Trump’la Biden politikalarının güçlü kesişme noktaları var. Trump küreselleşmeye lanet okuyup Amerikan sermayesini ülkesine çağırmıştı. Bu yetmeyince ardından Çin’le gümrük savaşları başlattı. Clinton da “Amerikan malı alın” kampanyası başlatmayı ve ABD’nin eriyen sanayi ve teknolojik gücünü yeniden kazanması gerektiğini savunuyor. Bu noktalarda Trump politikalarıyla Clinton’ın tavsiyeleri hemen hemen aynıdır.

Bu yolda gidilirken Trump’a yakın görüşler eski müttefiklerin artık yükünü taşımak istemiyor; ancak Clinton henüz o noktada değildir.

ABD’nin açmazı bu noktalarda değildir. Konu 1970’li yılların sonlarına  kadar gider. Daha o zamanlar ABD’nin alt yapısının çürümekte olduğu ve yenilenmesi  için yoğun tartışmaların yapıldığı bir dönemdir. Alt yapı iyice eskimiştir, ayrıca Amerikan makine stoğu rakiplerinden en az on yıl eskidir. Tüm bunların yenilenmesinin 3.8 trilyon dolarlık bir maliyeti olacağı tahmin edilmektedir; bu yenilenme ise yaklaşık yirmi yılı alabilecektir. (Melman, 1983)

Bu tartışmaların yapıldığı yıl 1979’da Amerika’nın gayri safi yurt içi hasılası 2.6 trilyon dolardır. Yenilenmenin maliyeti yurt içi hasılanın 1.46 katıdır. Rakamları bugüne tercüme edersek (2018 yurt içi hasılası üzerinden), yenilenmenin maliyeti 29 trilyon dolar olur. 

ABD bu yola girmemiştir. 1980’li yıllarla neoliberalizm ve küreselleşme bayraklarını sallayarak finansa büyük bir kayma yapmış; sermaye üretimden koparak spekülasyona yönelmiştir. Fakat ABD silah sanayi ve bilgi teknolojisinde üstünlüğünü korumayı elden bırakmamıştır.

Böyle olsa da, silah sanayinin Amerikan ekonomisine maliyet olarak ağır bir yükünün olmasından öteye büyük devlet sübvansiyonlarıyla ayakta durduğu için verimlilikten yoksun hantal bir yapıdır. Amerikan üretiminde verimliliği sürekli aşağıya çeker. Buna bir de günümüzde bilgi teknolojisinde Çin’in soluğunun ABD’nin ensesinde olduğunu eklersek sorunun ne Trump’ın ne de Biden’in Amerikan ekonomisine hız verme çağrılarıyla çözülemeyeceği açıktır.

Bu nedenle Clinton, ordunun modernizasyonunda “smart power” stratejisini vurgulamak gereğini duymaktadır. Çünkü ABD ordusu fazlasıyla hantal ve maliyetlidir. Çin, çok daha tasarruflu silahlarla ABD için tehdit haline geliyor. Clinton’un tavsiyesi, “ordunun modernizasyonu ve ülke sanayi ve teknolojisinin yenilenmesi”, ABD’nin 1980 başlarında kaçırdığı büyük fırsattır. Bu fırsatı artık ne Trump gibiler ne de Biden politikaları geri getiremez. ABD topyekün ele alındığında sanayi ve teknolojik gücü açısından ve toplumsal yapı olarak çürümeye devam ediyor. Fırsat kaçmıştır. Geriye elindeki tüm gücüyle yükselen rakiplerini engellemek kalıyor. Ancak bunu yaparken bataklığın biraz daha derinine çekilecektir.

Trump anlayışının gözden çıkardığı, Biden’in daha farklı davranacağı umulan Avrupa, ABD’nin canını sıkacak adımı şimdiden atmıştır. “AB ve Çin arasında imzalanan Kapsamlı Yatırım Anlaşması (CAI) ticari ve ekonomik problemlerin çözümü değildir; fakat ileriye doğru bir adım olabilir veya Çin ve dünyadaki daha büyük problemleri tetikleyebilir.” (Francesso Sisci, AsiaTimes)

ABD 1980’lerde finans ve spekülasyona yönelerek hatalı bir yola girmişti ve şimdi o yolun sonunda yeni bir yol arıyor. Arayadursun…Ancak bu ara dostları da düşmanları da yol alıyor…