Ah Güzel Boğaziçi…
Boğaziçili ruh halinin -görece korunaklı ve fanus havasındaki ortamdan kaynaklanan- gelişmelere geç uyum sağlayan, sürecin şiddetini tam olarak hissedemeyen bir bakış açısına sahip olduğu düşünülebilir. Fakat bu eşitsiz gelişmenin mücadeleyi ve kamusal ruh halini ileriye itmek açısından zaman zaman önemli bir manivela işlevi görebileceğini de unutmamak lazım.

Boğaziçi Üniversitesi’ne 1980’den bu yana ilk kez okul dışından bir rektör atanması, bu kişinin de AKP milletvekili aday adayı bir kayyum profiline sahip olması 2021’in ilk önemli tartışmasını tetikledi.
2021 Türkiye’sinde ülkenin herhangi bir üniversitesine keyfi bir biçimde rektör atanmasına şaşırılmasının kendisini şaşırtıcı bulanların sayısı az değil. “Memlekette neler oluyor farkında değil misiniz?” tepkisinin kimi haklı yanları olsa bile kendi bulundukları noktada bir itiraz üretmek isteyen insanlara teşvik edici bir özellikte olmadığı da ortada. Boğaziçili ruh halinin -görece korunaklı ve fanus havasındaki ortamdan kaynaklanan- gelişmelere geç uyum sağlayan, sürecin şiddetini tam olarak hissedemeyen bir bakış açısına sahip olduğu düşünülebilir. Fakat bu eşitsiz gelişmenin mücadeleyi ve kamusal ruh halini ileriye itmek açısından zaman zaman önemli bir manivela işlevi görebileceğini de unutmamak lazım. Bu koşullarda faşizme karşı itirazı olan ve bunu dillendirme iradesini ortaya koyan özneleri itibarsızlaştıracak söylemlerin yıkıcılığının farkında olmak önem kazanıyor.
Boğaziçililer son dönemde yaşanan gelişmelere tepkisiz kalmadılar. Özellikle Afrin operasyonu sırasında “Zafer değil işgal” eylemi sonrasında tutuklanan üniversiteliler unutulmamalıdır. Barış Bildirisinin de önemli sayıda imzacısı bu okuldan çıkmıştır. Üniversitenin ayrıcalıklı bir statüsü olduğu, bu durumun hem devletin yaklaşımlarına hem de akademisyen ve öğrencilerin ruh hallerine yansıdığı tartışma götürmez bir gerçektir. Üniversitenin liberal ortamı, bu ayrıcalık havasını daha da pekiştirmekteydi şimdi yaşanan tepki son dönemde zaten giderek yitirilmekte olan bu ortamın son nefesine iyice yaklaştığının hissedilmesine verilen bir tepkidir de biraz. Üniversitenin sosyal bilimler bölümleri Türkiye akademisinin dünyayla en aktif temas halindeki yüzü olurken mühendislik bölümleriyse yabancı şirketlere üst düzey yönetici yetiştirme misyonuna sahiptir.
Ancak bu olgulardan yola çıkarak üniversiteyi, sağcıların ve yaralı Pelikanların yaptığı gibi elitizmle eşleştirmek büyük bir haksızlık olacaktır. Boğaziçi’nde hep güçlü bir sosyalist damar olagelmiştir. Üniversiteyi sadece Sosyete Kantini’nden ibaret görmek yanıltıcıdır. Yuppilerin tabiriyle “komünist kantini” olan Orta Kantin’de sosyalizmin sorunlarıyla ilgili en kapsamlı tartışmaların yürütüldüğünün birinci elden şahidi olarak söylüyorum. 1990’ların ilk yarısında okulun oldukça canlı bir sosyalist enklav haline dönüşmesi, yaşanan büyük yıkıma rağmen sosyalizme bağlanan önemli sayıda kadro çıkarması rastlantı değildir. Üniversite düzene nitelikli insan kaynağı yetiştiren bir kurumdu ancak düzenle bu şekilde ilişkilenmeyi reddeden bir gelenek de okulda hep yaşayabildi.
Elitizm tartışması bana bizim Ekrem’i hatırlattı yine kaçınılmaz olarak. Düzenin “eliti” olmak ile Ekrem’in kimliği arasında 180 derece karşıtlık olduğu muhakkaktı. Felsefe öğrencisiydi ama derslerle bir alakası olduğunu hiç hatırlamıyorum. Edebiyattan siyasete, fizikten felsefeye teori ile ilgili olan her şeye muazzam bir ilgisi vardı. Zenginliğe ve her türlü ayrıcalığa muazzam bir öfkeyle doluydu. Kariyer derdindeki mühendislik kulübünden öğrencileri sergiledikleri lüks arabaları yakmakla tehdit ettiğinde çocukların bet benizlerinin nasıl attığını hatırlıyorum. Politik eylemden büyük bir mutluluk duyardı. O açıdan sadece yazan çizen bir sosyalist değildi, ama mutlaka yazardı, son derece de üretkendi. Biraz avant-gardé biraz da bohemdi belki ama elitizmin tam anlamıyla anti-teziydi.
Sonuç olarak unutmayalım ki her isyan, her tepki faşizme karşı bir ÖZGÜRLÜĞE YÜRÜYÜŞ olanağıdır.