Tehlikeli Atıklara Örneklerle Yaklaşım
II. Dünya Savaşı döneminde sömürü sisteminin yaygınlaşmasıyla dünyaya zarar verici kapasitede kimyasal madde üretimi hızlanırken tehlikeli atık kavramıyla karşılaşmadığımızı fark etmekteyiz.
Kimyasalların farklı amaçlarda sınırsız kullanımı sonucunda ilk etkiler 1960’tan itibaren görülünce bu kavramın da kullanılmaya başlandığını görebiliriz. Metnimize örneklik edecek Love Canal Felaketi de aynı yıllarda yaşanmış olduğu için sorumsuz kapitalizm ve ona hizmet eden yönetimlerin eliyle nasıl geri dönüşümsüz etkiler yaratmış gelin hep birlikte irdeleyelim.
Love Canal, New York Eyaleti’nin kuzeybatı sınırında yer almakta olup 1920’de açık artırmada satılarak felaket zincirinin yaşandığı konum olma özelliğine sahiptir. Dolayısıyla olay Love Canal Felaketi olarak literatürde yer bulmuştur. 1953 yılına kadar belediyenin kimyasal atık sahası olarak kullanılmasının ardından kanala atıkları boşaltan başlıca şirket Occidental Petroleum’un yan kuruluşu olan Hooker Chemical Corporation olmuştur. Niagara Şehri ve ABD Ordusu da bölgeyi kimyasal savaş malzemelerini atmak için kullanmıştır. Aynı yıl, kanal doldurulup toprakla kapatıldıktan sonra Hooker, araziyi bir dolara eğitim kuruluna satmıştır.
Hooker tapu devrine, mülke gömülü kimyasal atıklar için bir ‘uyarı’ ve Hooker’ı gelecekteki herhangi bir sorumluluktan muaf tutan bir feragatname dahil etmiştir. Eğitim Kurulu 1954 yılında kimyasal atıklarla ilişkili potansiyel riskleri anlamadıkları için bir ilkokul inşa etmeye başlamıştır. 99. Cadde Okulu 1955’te tamamlanmış ve kapılarını her yıl yaklaşık 400 öğrenciye açmıştır. Kanalın etrafındaki evlerin yapımına bakıldığında da 1950’lerde başladığı dikkat çekmektedir ancak ev sahiplerine hiçbir zaman mülkün bir kimyasal atık yığınının yakınında bulunduğu bilgisi verilmemiştir. Eyalet personeline ve yerel sakinlere göre otoyol inşaatı sırasında korozif etkili sulardan dumanlar çıkmış ve yağlı malzemelerle karşılaşılmıştır. Olaydan yaklaşık 13 yıl önce de Red Avenue kurulduğunda, kazı çalışmaları sırasında akışı toplayan kanalizasyon hatlarından zararlı dumanlar çıktığı görülmüştür. Bu sorunlara ek olarak, düzenli olarak okulun oyun alanında arazi çökmesi meydana gelmiş ve delikler periyodik olarak toprakla doldurulmuştur. [1]
Love Canal’daki tehlikeli atıkların bertarafı 1940’ların başlarına dayansa da sitenin yakınında bulunan evlerin kirlenmesi, sakinlerin dumanlardan ve küçük patlamalardan şikayet etmesi 1960’ların ortalarına kadar ortaya çıkarılmamıştır. Kanal, altında 20 bin ton zehirli atığın gömülü olduğu kimyasal bir çöplük gibi görünmediği için bölgeye taşınan ailelerin çoğu eski yığın sahasından ve zehirlerinden habersiz kalmıştır.
1976’da, New York Çevre Koruma Dairesi (NYDEC) kanalizasyonlara ve bodrum çukurlarına sızdığından şüphelenilen tehlikeli atıklar için inceleme başlatmıştır. Bunlara ve sonraki yıl yapılan testlere dayanarak NYDEC, bir çevre danışmanlık firması tutarak, sekiz evden toplanan numunelerde toluen ve birkaç benzen bileşiği gibi önemli seviyelerde tehlikeli kirleticileri ortaya çıkarmıştır.
1978’in rekor kıran kar fırtınası bölge için küvet etkisine neden olmuştur. Niagara Nehri’ne olan yakınlığı nedeniyle su, kanalda büyük ölçüde yükselip alçalmıştır. Bu gerçekleştiğinde su, atık sahasında kimyasallarla karışarak yerleşime taşınmıştır. Su tablası yükseldikçe, üst topraktan yakındaki evlere taşınan sızıntı suyu da yükselmişti. Hendek taştığında yanal olarak kum ve alüvyonun içinden sızmıştı. Kanalda daha önce bulunan kimyasallar böylece zemin yüzeyine ve evlerin bodrumlarına geçmiştir. (Bu bileşikler arasında kloroform, trikloroeten, tetrakloroeten, klorobenzen ve klorotoluen bulunmaktadır.) 1978’e gelindiğinde kanalın çevresinde inşa edilmiş yaklaşık 1040 daire mevcut olduğu görülmüştür.[2] Hemen ardından ev sahipleri Love Canal Homeowners Association (LCHA) kurarak kararlarda onlara da söz hakkı tanınması için örgütlenmiştir. Ağustos 1978’de kurulan LCHA’ye mahallede yaşayan ve çocukları okula giden Lois Gibbs öncülük etmiştir.
2 Ağustos 1978’de Dr. Robert, Love Canal’da tıbbi olağanüstü hal ilan etmiştir. Sınırlar dahilinde yaşayan insanlara da bodrum katlarını kullanmaktan kaçınmalarını ve bahçelerinden yiyecek tüketmeyi bırakmalarını söylemiştir. Kararda subakut ve kronik sağlık tehlikelerinin yanı sıra spontan düşükler; doğumsal malformasyonlar açısından daha yüksek bir risk olduğuna dair artan kanıtlar olduğu belirtilmiştir. [3]
Love Canal kronolojisi
- Nisan 1978 – Niagara Gazetesi muhabiri Michael Brown, Love Canal çöp sahası sorunları da dahil olmak üzere tehlikeli atıklar üzerine bir dizi yazdı.
- Nisan 1978 – Bölge sakinleri Brown’ın makalelerini okuduktan sonra Love Canalı’nın sağlık risklerinden endişe duyarak eyalet sağlık yetkililerini aradı.
- Nisan 1978 – Sahada açığa çıkan kimyasalların ardından New York Eyalet Sağlık Komiseri, bir halk sağlığı tehlikesinin bulunduğunu doğruladı.
- Nisan 1978 – İki çocuk annesi Lois Gibbs, çöp sahasının yakınında bulunan 99. Cadde Okulu’nun kapatılması için bir dilekçe yazdı.
- Mayıs 1978 – New York Eyalet Sağlık Bakanlığı açıklama yapmak için ilk kez bölge sakinleriyle buluştu. Evlerin içinde ve çevresinde toksik kimyasallara maruz kalmanın potansiyel tehlikeleri üzerine konuştu.
- Ağustos 1978 – New York Eyaleti Sağlık Komiseri, olağanüstü hal ilan etti. 99. Cadde Okulu’nun kapatılmasını ve derhal bir temizlik planının uygulanmasını sağladı.
- Ağustos 1978 – Amerika Birleşik Devleti, Love Canalı mahallesindeki 239 aileyi kalıcı olarak başka alana yerleştirmek için fon sağladı ancak Lois Gibbs’in ailesi gibi 10 blokluk alanda yaşayan aileler için risk altında olmadıklarını söyledi.
- Şubat 1979 – New York Eyalet Bakanlığı tarafından ikinci bir tahliye emri yayınlandı.
- Eylül 1979 – 10 blokluk mahallede yaşayan 300 ek aile, temizlik sırasında kimyasallara maruz kalmanın neden olduğu sağlık sorunları nedeniyle geçici olarak farklı yerlere yerleştirildi.
- Mayıs 1980 – Çevre Koruma Ajansı (EPA), kan testlerinin sonucunu açıkladı. Love Canal sakinlerindeki kromozom hasarı açıklığa kavuştu.
- Mayıs 1980 – Love Canalı sakinleri, kromozom hasarı haberlerinden korktu ve hükümetin ailelerine verdiği ciddi halk sağlığı risklerinden uzaklaştırmak için iki Çevre Koruma Ajansı temsilcisini rehin aldı ve 21 Mayıs Çarşamba günü tüm ailelerin yerlerinin değiştirilmesi için Beyaz Saray’a meydan okudu.
- Mayıs 1980 – Beyaz Saray, Love Canal’daki tüm aileleri tahliye etmeyi kabul etti.
- Aralık 1983 – 1328 adet Love Canal sakini tarafından açılan dava sonuçlandı. Bir milyon dolar Tıbbi Güven Fonu için ayrıldı.
- Eylül 1988 – New York Eyaleti Sağlık Bakanlığı (NYSDOH) beş yılın ardından Niagara Şelaleleri’ni güvenli alan ilan etmeyi reddetti.
- Eylül 1989 – Ülkenin dört bir yanından insanlar Albany’deki eski Love Canalı sakinlerinin protestolarına katıldı.
- Ocak 1990 – Lois Gibbs ve diğerleri EPA yöneticisi William Reilly ile Love Canalı’nın kuzey kısmının yeniden yerleşimini engellemek için görüştü.
- Nisan 1990 – Eyalet ve ulusun dört bir yanından topluluk liderleri bir defalık Love Canal sakinleri ve yeniden yerleşimi protesto etmek için Niagara Şelaleleri’nde büyük bir miting düzenlediler.
- Ağustos 1990 – Love Canal Revitalization Agency, dokuz evin halka satışa sunulduğunu duyurdu.
- Eylül 1992 – 93.Cadde Okul binası yıkıldı
- Haziran 1994 – Occidental Petroleum, New York Eyaleti’nin temizliğini karşılamak için 98 milyon dolar ödemeyi kabul etti.
- Ocak 1995 – Occidental Petroleum’un bir yan kuruluşu olan Occidental Chemical, Love Canal’daki kimyasal atık arıtma tesisinin işletilmesi ve bakımını yaptı.
- Temmuz 1998 – Çevre Koruma Ajansı (EPA), Niagara Şelaleleri Şehri’nden 63 ajans daha Love Canalı Acil Durum Bildirimi Alanı (EDA) bölümünde kalan evlerin konut kullanımı için uygun olmadığını belirtti.
- Ağustos 1998 – Sitenin güney kesiminde (yaşanmayan kısım) bölüm alanına oyun parkı yapıldı.
Sonuç itibarıyla Hooker Chemical isimli şirketin, New York’ta bulunan Love Canal hendeğine tam 22 bin ton zehirli atık boşalttığı ortaya çıktı. Yüzlerce ölüme sebep olan bu felaketin ardından, bölge tamamıyla boşaltıldı; karantinada tutuldu ve temizlenebilmesi yıllarca zaman aldı. Günümüzde doğal ve sentetik kimyasal maddelerin yoğunlukta olduğu hatırlanacak olursa, kullanım çıktısı olan atıkları tanıyarak çevresel politikalarda çok ciddi tavır almamız gerekir.
Türkiye’de yaşanan olayları kısaca hatırlayacak olursak güzel bir tablo ile karşılaşmayacağımız oldukça açıktır. Örneğin 1985’de benzen hekzaklorürün yasaklanmasıyla İzmit tarım ilaçları endüstrisinin elinde kalan 3000 ton kimyasalın akıbeti belirsizdir. 1988 yılında Karadeniz’e boşaltılan 372 varil Bafra’da kıyıya vurmuştur. Hiçbir yasal işlem yapılmamış, yer üstü deposuna gömülmüştür. 1989’da Marmara Denizi Kartal-Kadıköy arasında büyük miktarda balık ölümleri gerçekleşmiştir. (Endüstriden deşarj edilen tehlikeli atık sebebiyle) 2004 yılında 2220 ton atık yüklü gemi İskenderun limanında batmıştır. Termik santral külü yüklü gemi, yükünü Cezayir’de boşaltmak istemiş; izin verilmeyince İskenderun’a demirlemiştir. Atık İskenderun sularına karışmıştır. 2006’da Tuzla Orhanlı’da yüzlerce gömülü varil bulunmuştur. Atık yönetimi zinciri izlenemediği için hiçbir yasal işlem yapılamamıştır. Yine aynı yıl Hollanda’dan Aliağa Tersanesi’ne söküm için gelen gemi tersanede sökülmüştür ve asbestli malzeme içermekte olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla muhtemel tehlikeli ve kesin tehlikeli atıklar belirlenmelidir.
Bertarafı için bile lisanslı tesislerde depolama ve yakma kavramları/uygulamaları en son olarak düşünülmelidir çünkü öncelik atığın oluşumunu kaynakta önleme esasına verilmelidir. Yaratılan çevresel kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı atık üreticileri, taşıyıcıları, bertaraf ediciler kusur şartı aranmaksızın sorumludurlar. Atıkların, lisanslı bertaraf tesisleri dışında üçüncü kişiler tarafından zaten ticari amaçlar ile toplanması, satışı ve bertaraf edilmesi, diğer yakıtlara karıştırılarak yakılması da yasaktır. Fiziksel, biyolojik ve kimyasal ön işlemler haricinde kesinlikle doğrudan başka bir madde veya atıkla karıştırılamaz veya seyreltilemezler. İklim krizi gibi bir gerçeğimiz varken atık ithalatıyla karbon ayakizine neden olmaya devam ederken; nükleer santral ve savunma sanayisi gibi ağır sanayilere yatırım yaparak da bütüncül çevre yönetiminden ne kadar uzaklaştığımızı hatırlamak zorundayız. İhtiyaç fazlası her üretim, fazla tüketime neden olur ve prosesleri doğru yönetemeyenler için kontrol altına alınamayan atık oluşumu kaçınılmaz hal alır.
Kaynakça
[1] https://www.health.ny.gov/environmental/investigations/love_canal/lctimbmb.pdf
[2] http://depts.washington.edu/envir202/Readings/Reading05.pdf