Ayşe Toksöz: “Kadınlar için istediğimiz güvence, kürtaja ihtiyacı olan her kadının, bulunduğu yer ya da cebindeki paradan bağımsız olarak buna erişimi olması ve bu erişime sahip olduğunu biliyor olması”
Ayşe Toksöz, kürtaj hakkına yönelik saldırılara karşı kürtajı toplumsal bir hak çerçevesinde savunmanın ve devletin pozitif bir sorumluluğu olduğunun vurgulanması gerektiğini söylüyor.
Polonya’da sağcı muhafazakâr iktidar, 2016 yılında kadınların muhalefetinden dolayı kürtajın tamamen yasaklanması ile ilgili yasa tasarısını parlamentodan geçirememişti. Yüz binlerce kadın greve çıkarak kadın hareketinin en etkili eylemlerinden birini gerçekleştirdi. Son günlerde iktidar meclisten geçiremediği yasa tasarısını kendi atadığı üyelerden oluşan anayasa mahkemesinin kararıyla yürürlüğe soktu. Polonya’da kadınlar yine kitlesel olarak sokağa çıkıyor ve eylemler gerçekleştiriyor. Benzer şekilde Türkiye’de de kürtaja yönelik yasaklar gündeme geliyor.
Feminist politika açısından kadınların kürtaj haklarına yönelik saldırıların içeriğini ve güncel hallerini Kürtaj Haktır Platformu katılımcısı ve Çatlak Zemin ekibinden sevgili Ayşe Toksöz’e sorduk.
Uzaklardan meseleye dair bütünlüklü ve derli toplu bilgisini, bakışını bizlerle paylaştı. Sonsuz teşekkür ediyoruz kendisine.
Son yıllarda dünyada ve Türkiye’de sağcı muhafazakâr otoriter neoliberal iktidarların kadınların hayatlarına, haklarına, kazanımlarına yönelik saldırılarının yükselmekte olduğunu hep konuşuyoruz. Bu saldırıların bir biçimi olan kürtajı yasaklama girişimleri hem kendi ülkemizden hem de dünya çapında hız kazanmış durumda. En son Anayasa Mahkemesi kararıyla Polonya’da kürtaj neredeyse tümüyle yasaklandı. Kadınların kürtaj haklarına yönelik saldırıları dinci otoriterleşmeyle açıklamak yeterli midir? Patriyarkal kapitalizm açısından maddi zemini nedir? Güncel neoliberal politikaları güçlendiren yanları nelerdir?
Dinin bu konularla hiç alakası olmadığını söylemek mümkün olmasa da, hiçbir dinin özel olarak kürtaj, daha genel olarak kadınlarla ilgili konumu tek ve sabit değil; her birinin içinde farklı yorumlamalar söz konusu ve bunların kimi kadınlara daha geniş özgürlük alanı açarken, kimileri bunları tıkamaktan yana. Neden içinde bulunduğumuz tarihsel anda, dünyanın hemen her yerinde kadınların bedenlerine ve özgürlüklerine yönelik böyle bir saldırının hız kazandığının cevabını sadece dinin (ya da dinlerin) içeriğine indirgeyen açıklamalar bana bu yüzden yetersiz geliyor. Bugün yükselişte olan (ve bir ayağını kuşkusuz dine yaslayan) popülist rejimlerin savunduğu ve sürdürdüğü ekonomik rejime bakmak, böyle bir açıklama getirmek için daha uygun bir alan sunuyor.
Söz konusu ekonomik rejimin—ki buna ister patriyarkal kapitalizmin güncel formu, ister neoliberalizm diyelim—her alanda eşitsizlikleri derinleştirdiği ve sabitleştirdiği, yoksulluğu yaygınlaştırdığı ve bunu yaparken de daha önceki dönemlerde yoksulluğun etkilerini yumuşatmak için kullanılmış olan araçları yani sosyal politikaları ortadan kaldırarak, hem piramidin tepesindekiler için yeni zenginleşme alanları açtığını hem de aşağıdan yükselmesi muhtemelen olan eşitlik taleplerini tırpanladığını söyleyebiliriz. Açacak olursak, burada olan, devletin sosyal politikalar ve güvenceler aracılığıyla gerçekleştirdiği yeniden dağıtım rolünün ortadan kaldırılması, bunların bir kısmının özelleştirilerek satın alınan hizmetlere dönüşmesi, bir kısmının ise tamamen vatandaşların üzerine, kendi “özel” alanlarında halletmeleri gereken meseleler olarak yıkılması. Bu ikinci grupta önde gelen yük, bakım yükü—çocuk bakımı, hasta ve yaşlı bakımı, yetişkinlerin günden güne hayatı sürdürmesini ve üretken olmasını sağlayan bakım… Bunca emeğin havale edildiği kesim, elbette soyut bir özne olarak “vatandaş” değil, tek tek bireyler ve toplumsal bir grup olarak kadınlar.
Kadınların cinsel özgürlüğünü kısıtlamak ve mümkünse evlilik içine hapsetmek; evlilik içerisindeyse bakım emeği yükünü üstlenmelerini sağlamak, günümüzde sosyal politikaların yerine ikame edilen iktidar stratejisi. Kürtaja yönelik saldırılar, tam da kadın cinselliğini kuşatmaya yönelik bu çabaya denk düşüyor. Çünkü kürtaj, bir anlamda “son çare” de olsa, cinsellikle doğurganlık arasındaki bağı zorunlu bir bağ olmaktan çıkartan, kadınlara belli bir güvence sağlayan bir araç. İstatistik olarak toplumda ya da bireyler olarak hayatımızda ne sıklıkla başvurulduğundan bağımsız olarak, kürtajın varlığı hem pratik seviyede (istemediğim bir gebelik yaşarsam kürtaj olurum) hem fikri seviyede (istemediğim bir gebelik yaşarsam kürtaj olabileceğim bilgisine sahibim ve bu benim cinsel yaşamımda aldığım kararları etkiler) kadınların cinselliği özgürce yaşayabilmesi, dolayısıyla evlilikten ve aileden özgürleşmesi için vazgeçilmez bir unsur.
Son olarak, bu anlattığım hikayenin hissesi, kapalı kapılar ardında kadınlara karşı komplolar kuruluyor olduğu değil, muhafazakâr iktidarların tanım gereği bir “yerini bildirme” anlayışına yaslanması—herkes yerini bilsin, ayaklar baş olmasın, kadın evinde çocuğuna baksın. Çünkü bu eşitsiz ve aslında sürdürülemez düzeni olabildiğince ayakta tutmanın tek yolu bu.
Kadınların haklarına yönelik saldırılara karşı uluslararası çapta feminist mücadele yükseliyor. Feministler olarak kürtaj hakkını savunurken hangi politik zeminde savunmalıyız? Kürtajı toplumsal bir hak olarak talep etmek kavramını kullanıyorsunuz. Toplumsal bir hak olarak kürtaj vurgusu neden önemlidir?
2012 yazında, Türkiye’de kürtaj tartışması patladığında, hemen her şehirde bu konuda pek çok tartışma yürüttük. Buralardan farklı fikirler çıktı elbette ve bu tartışmalar hepimiz için oldukça verimli oldu. İstanbul’da kurulan Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu olarak bizim o zaman savunduğumuz ve benim hala geçerli olduğunu düşündüğüm pozisyon, kürtajı bireysel bir hak olarak savunmanın bizim için yetersiz olduğu; hem bu talebi kadınların kolektif bir özne olarak üstlendiğinin hem kürtaja erişimde devletin pozitif bir sorumluluğu bulunduğunun altını çizmek amacıyla kürtajı toplumsal bir hak çerçevesinde savunmanın bize daha çok imkan sağladığıydı.
Önceki soruda bıraktığım yerden devam edecek olursam; bu saldırılar, teker teker bireyler olarak kadınları olduğu kadar, aynı anda bir toplumsal grup olarak tüm kadınları -cinsellikleri denetlenerek, annelik ve bakım emeği yükümlülüğü dayatılarak, evlilik ve aile kadınların ait olduğu mecra olarak sabitlenerek- hedef aldığı ölçüde; buna karşı direnişi, birey olarak kendi bedenlerimiz üzerinde tasarruftan başlayarak, tüm kadınlar olarak kamusal hayat içerisindeki yerimizi kolektif olarak savunmamıza açılan bir yelpazede geliştirmemiz gerekiyor. Yani elbette “benim bedenim benim kararım”, ama bunun bireysel seçim özgürlüğünden öte, kadın oluşumuz üzerinden bize dayatılan kalıplara karşı, hep beraber verdiğimiz kendi hayatımızı belirleme mücadelesinin parçası olduğunu vurgulamak gerekiyor—o yüzden de “bedenimiz bizimdir.”
Bahsettiğim ikinci ayak, yani devletin pozitif sorumluluğu kısmı ise şu bilgiye dayanıyor: Kürtaj Türkiye’de 1983’te yasallaştı, fakat 2012 senesine gelindiğinde, daha bu tartışmalar başlamadan önce, kürtaja erişim zaten çok kısıtlıydı. Devlet hastanelerinin ezici çoğunluğu hatta özel hastane ve kliniklerin de bir kısmı kürtaj hizmeti sunmuyor, sunanlaraysa yüksek meblağlar ödeniyordu. Büyük şehirlerden uzaklaştıkça bu az sayıdaki sağlayıcıya erişim de zorlaşıyordu. Üstelik, ortada açıktan bir saldırı olmadığı için bunu politikleştirmek de neredeyse imkansızdı, bu zorluklar ancak içinde feministlerin ve sağlıkçıların bulunduğu çok dar bir kesimce biliniyor ve tartışılıyordu.
Kürtajın kağıt üzerinde yasal bir hak olarak kalması bu sebeple yetersiz. Eğer mesele bireysel bağlantılar ve para üzerinden kürtaja erişebilmek (ve tabii ki bunun anlamı ancak belli kadınların erişiminin olması, diğerlerinin olmaması) olsaydı, yasal haklara da gerek olmazdı; kürtajın en sıkı biçimde yasaklandığı ve denetlendiği yerlerde bile yeterince parası ve bağlantısı olan bunu her zaman yaptırabilmiştir ne de olsa. Aynı şekilde, o dönem hak kavramına mesafeli duran feministlerin ortak slogan olarak önerdiği “Kürtaj yasaklanamaz” da yetersizdi, çünkü o yasayı kağıt üzerinde tutup, kürtajı yasaklamadan da engellemek her zaman mümkün—ki o zaman Türkiye’de halihazırda yaşanmakta olan tam da buydu.
Devletin pozitif rolünü vurgulamayı bunun için önemsedik: Çünkü bizim tüm kadınlar için istediğimiz güvence, kürtaja ihtiyacı olan her kadının, bulunduğu yer ya da cebindeki paradan bağımsız olarak buna erişimi olması ve bu erişime sahip olduğunu biliyor olması. Bu sonuncusu, yani istemediği gebeliği sürdürmek zorunda olmadığını bilmek, bunun gizlice yaşanan bir ayıp değil, toplumca tanınan bir hak olduğunu bilmek, bu noktada güçlendirilmek, kadınların sadece istenmeyen gebelikleri sonlandırabilmesini sağlamak için değil, en baştan bu gebeliklerin yaşamasına sebep olan ya da bunları mümkün kılan toplumsal koşulları dönüştürmek için de elzem.