Üniversitelerde uzaktan eğitime bakış: “Eğitim yapıyoruz demeyin, çünkü yapamıyorsunuz”
İnternete erişim problemi ve psikolojik gerilimlerle bir dönemi bitiren üniversite öğrencileri ve akademisyenler yeni döneme başlıyor. Öğrenciler hazırlıksız ve huzursuz, uzmanlar önceki dönemin sorunlarından ders çıkarılması gerektiğini söylüyor.
“Türk aile yapısı o denli bozuk ki binlerce insan 20-30 kişinin itiş kakış yaşadığı yurtları özlüyor.”
Bu cümle, 50 bine yaklaşan beğeni sayısıyla, Kayra Kocagil’in kişisel hesabında paylaştığı bir tweet. Kayra, Boğaziçi Üniversitesi Felsefe bölümü birinci sınıf öğrencisi. Bu tek satırlık paylaşımı yaptığında bu kadar etkileşim alacağını düşünmemiş.
Sohbet ederlerken, bir arkadaşı Kredi Yurtlar Kurumu(KYK)’na bağlı yurtların kalitesizliğinden söz etmiş, devamında “Yine de aile evinde kalmaktansa orada rahat rahat yaşarım.” demiş. Bunun üzerine paylaştığı bu cümle, birçok üniversitelinin pandemi dönemindeki sıkıntılarından birini ifade ediyor.
Türkiye’de 12 Mart’ta alınan karar doğrultusunda üniversiteler dahil tüm eğitim kurumlarında eğitime ara verilmesi sonrası başlayan uzaktan eğitim, 2020 güz döneminde de devam edecek. Sağlık Bakanlığı’nca, Yükseköğretim Kurulu(YÖK)’na gönderilen görüş yazısında, üniversitelerde 2020-2021 eğitim ve öğretim yılının güz döneminde örgün eğitimlerde, teorik derslerin mümkün olduğunca uzaktan ve dijital öğretim yöntemleriyle yapılması, uygulamalı eğitimlerin zorunlu olduğu programlarda uygulamaların mümkünse ertelenmesi önerilmişti.
Üniversitelerde yeni dönem başlarken öğrenciler önceki dönemi nasıl geçirdi? Teknik alt yapıyla ilgili yaşanan sorunların çözümü sağlandı mı? Akademisyenler bu süreçten nasıl çıktı? Yeni dönemde alternatifler ve öneriler neler?
“Aileden bağımsız hayat kurmaya çalışan öğrenciler, büyüdükleri evlere geri döndüler”
Covid-19’un hayatlarımıza girmesiyle birlikte çok sayıda öğrenci, başlarda bağımsızlaşmak için uzaklaştığı aile evlerine geri döndü. Uzaktan eğitim pratiklerine alışma çabasının yanında ne kadar süreceği belli olmayan bir zaman boyunca rutinlerini askıya almak zorunda kaldılar. Bunun yarattığı psikolojik gerilim gençler ve aileler için zorlayıcı oldu.
Klinik psikolog Oya Azakoğlu, yaşanan durumu şöyle ifade ediyor:
“Hayalini ertelemek zorunda kalan, belki çok arzu ederek kurduğu yeni düzeni bırakmak zorunda kalan veya çözemediği aile sorunlarıyla yüzleşmemek için kendine aileden bağımsız hayat kurmaya çabalayan birçok genç yetişkini düşünmeden edemiyor insan. Büyüdükleri aileleriyle aralarında uçurumlar olduğunu düşünen birçok genç şimdi bir sürü belirsizlikle beraber büyüdükleri evlere geri döndüler. Hem de birçok yeni sorumluluk ve sorunla beraber. Bir yandan öğrenci veya yeni bir çalışan, bir yandan evin kurallarına tekrar uyum sağlamaya çalışan bir genç, bir yandan da yasını tuttuğu bir sürü alışkanlık edinmiş olan bireyler, tatiller dışında kısıtlı zamanlarını geçirdikleri evlerdeler. Böyle sıralayınca bile bir anda ne kadar büyük bir değişiklik değil mi? Tam kendini tanımaya çalışıp, kendine uygun kararlar almak ve hayata şekil vermek için uğraşılan yaşlarda hem hayalleri hem rutinleri bir dondurucuya koymanın zor olduğunu hatırlamak lazım.”
Çocuk/genç psikiyatristi Prof. Dr. Yankı Yazgan da, pandeminin getirdiği düzensiz yaşantının sonucu olarak evlerde ilişkilerin sınırlarının karıştığını belirterek Güzel Günler Kliniği olarak yaptıkları çalışmanın sonuçlarından bahsediyor:
“Belirsizlik, genel ve yaygın bir endişe kaynağı olarak bütün paydaşlar tarafından özellikle belirtildi. Kayıplar hem pandemiye bağlı can kayıpları hem de özellikle ergen ve gençlerin hayatlarında bir daha ellerine geçiremeyeceklerine inandıkları zaman ve aktiviteleri yapamama şeklinde hissedilmektedir.”
Ailesinin Balıkesir Gönen’de bulunan evine dönen Kayra Kocagil de öğrencilerin uzaktan eğitim konusunda olumsuz yaklaşımlarından birini buna bağlıyor:
“Arkadaşlarını özlüyor insanlar. Sadece üniversite döneminde eğlenebileceğini, iş hayatında hiç eğlenemeyeceğini ve bir daha arkadaşlık kuramayacağını düşünüyorlar. Bundan ötürü de zaman kaybı yaşadıkları hissine kapılıyorlar. Eğlenebilecekleri zaman ellerinden gidiyormuş gibi.”
Gelecek kaygısı ve “aileye laf anlatma”
İstanbul Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği dördüncü sınıf öğrencisi Aksel Gül, gelecek endişelerini, “aileye laf anlatmak” zorunda kalışını, bunların üstüne bir de döneceği Hatay’ın İskenderun ilçesinde sosyalleşme imkânlarının kısıtlı oluşundan kaynaklanan gerilimi anlatıyor:
“Üniversite aile baskısını kırabildiğim yerdi. Evde olduğum süreç sürekli hayatıma birilerinin karıştığı, müdahale edip yönlendirmeye çalıştığı bir süreç. Zaten Türkiye’de yaşamak insanı çok yoruyor. Kafamın içinde sürekli seneye ödemeye başlayacağım KYK borcu, bedelli askerlik parası, çalışacağım işte alacağım ücretin yetersiz olma endişesi hatta iş bulamama endişesi gibi düşünceler dönüp duruyor. Bunların üstüne aileye laf anlatmak mental olarak çok yıpratıcı. Bu yıpranmanın üstüne kendimi iyi hissedebileceğim sosyalleşme alanları da kısıtlı.”
Aksel, İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın Askıda Lale Kart çekilişinden sinema ve tiyatrolarda indirimli bilet alabilmek için kart kazanmış ancak pandemi nedeniyle hiç kullanamamış – belki de kullanamayacak.
“Pandemi sürecinde bütün zorluklara rağmen İstanbul’da sanatçılar ortaya eser çıkardılar, sahneliyorlar. Şu an İskenderun’a dönüyorum mesela, dönmesem İstanbul’da bu gece için bir tiyatro biletim vardı. Ayrıca bu yıl İKSV’den kültür sanat kart kazanmıştım çekilişle ama hiç kullanamadım, İstanbul Film Festivali’ne gitmeyi planlıyordum.”
“Annemin telefonu evde kalıyor, ben öyle bağlanabiliyorum”
Türkiye’de sayısı sekiz milyona yaklaşan üniversite öğrencileri açısından uzaktan eğitim dijitalleşme, teknoloji ve kaynaklara erişimin ortaya çıkardığı eşitsizlik konularında da tartışılmaya devam ediyor.
İnternete erişim ve teknolojik imkânlardaki yetersizlikler, üniversitelerin dijital alt yapı ve kapasitelerindeki sorunların uzaktan öğrenme süreçlerine olumsuz yansıdığı öğrencilerin ve akademisyenlerin ifadelerinde kendisine yer buluyor.
Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Kayra, bu süreçle birlikte yeterli internet kapasitelerinin olmadığını görmüş olduklarını söylüyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde uzaktan eğitim derslerinin çoğunun canlı olarak yapılmasından da yakınıyor:
“Bizim okulda derslerin çoğu canlı olarak yapılıyor. Yani diyelim internet yavaşladığı için ses kötü geldi, beş saniye geriye alayım, bir daha dinleyeyim diye bir şey yapamıyoruz. Her derste yaşıyorum ben bu sorunu. Kaçırdığında dersin tekrarını ancak hocadan istersin. Ama bunu kayıt altına alan hocalar da var almayanlar da.”
İstanbul Üniversitesi öğrencisi Aksel Gül ise, okulun dersleri sonradan indirme imkanı sağlaması nedeniyle görece daha rahat olduğunu söylüyor:
“Ders sırasında video donuyor, ses kesiliyor, sonra düzelir gibi oluyor, oh şimdi rahat diyorum. Bu sefer de elektrik gidiyor. Bu tabii ki bir mağduriyet yaratıyor benim için. Ama neyse ki benim alternatif yollarım mevcut. Daha sonra dersin kaydını indirebilirim mesela.”
İnternete erişim kısıtı olan arkadaşları için “durum çok daha zorlu” diyor: “Gerek internet sağlayıcılarının yüksek fiyat tarifelerinden gerekse internet kalitesinin düşüklüğünden ve hatta elektriğe ulaşamamaktan kaynaklı bir sürü mağduriyet yaşanıyor. Eğitimde fırsat eşitliğinden bahsetmek zaten zordu ama bu durum eşitsizliği de iyiden iyiye büyütüyor.”
Dokuz Eylül Üniversitesi dördüncü sınıf Hemşirelik bölümü öğrencisi Dilan Taşkın, uzaktan eğitimin başlamasıyla birlikte döndüğü Hatay’daki ailesinin evinde internet bağlantısının bulunmadığını, mobil internet bağlantısıyla derslere ulaşmaya çalıştığını ancak bunun da kendisine yetmediğini belirtti.
“Bizim evde internet yok. Annemler çalışıyor, evde kimse kalmadığı için internet bağlatmamıştık. Hatay’a ilk döndüğümde çok zorluk yaşadım bu konuda. İnternetim yetmiyordu. Mesela şu anda annemin telefonu evde kalıyor, ben öyle bağlanabiliyorum.”
Aynı zamanda Kamu Personeli Seçme Sınavı(KPSS)’na da hazırlandığı için bir süre sonra annesinin mobil interneti de yetmeyince teyzesinin internet bağlantısı bulunan evine gidip eğitim videolarını bilgisayarına indirip çalıştığını söylüyor.
“Öğretim elemanlarının da derslerin nasıl verimli aktarılacağıyla ilgili bir fikirleri yoktu”
Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği(ÜNİVDER) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Gülhan Türkay Hoştürk, pandemideki uzaktan eğitimin çoklu ayaklarından birinin yeterli donanıma sahip olunmaması olduğunu söyleyip öğrencilerin %24’ünün evlerinde internet bağlantısının bulunmadığı verisini paylaşıyor. Geçen dönem üniversite öğrencilerine 6 GB internet verildiğini, ama bu internet verisinin yalnızca YÖK’ün ortak havuzundaki dersler için kullanılabildiğini, derslerin sürdürüldüğü diğer Zoom, Google Teams gibi uygulamalarda kullanılamadığını hatırlatıyor.
Dijital olanakları olanların karşısına bu kez de verim problemi çıktığını söyleyen Hoştürk, “Öğrencilerin yanı sıra öğretim elemanları da bu tür bir hazırlık içerisinde olmadıkları için derslerin nasıl verimli aktarılacağıyla ilgili bir fikirleri yoktu.”
“Online eğitim bir antrenman, başarı için komün ortamı gerekli”
Pandemi öncesinde uzaktan eğitimle ilgili olumlu fikirlerinin, pratiğe geçilmesiyle birlikte değiştiğini söyleyen Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Kayra, online eğitimi bir nevi antrenman olarak düşünüyor.
“Üniversiteye Gönen’de hazırlandığım dönemde sürekli YouTube’dan ders videoları izliyordum. Onun için uzaktan eğitim hakkında olumlu şeyler düşünüyordum. Sonrasında karantinada tamamen online eğitime geçildiğinde şunu hissettim. Online eğitim aslında bir nevi antrenman. İçeriğin tamamını veremez bize. Çünkü bir ekrandan konuşuyorsun sadece, bir komün ortamı yok ve bence başarının düzenli bir şekilde gelmesi komün ortamına bağlı. Bireysel başarılar çıkabilir, örneğin küçük bir yerden inanılmaz bir girişimci çıkabilir ama bu küçük bir orandır. Oysa geneli eğiten bir ortamdan daha fazla sayıda başarılı insan çıkar.”
Dilan Taşkın, okuldaki uzaktan eğitim sistemi oturmadığı için ilk zamanlarda dersleri ciddiye alamadığını söylüyor.
“Geçen dönem çok kötüydü. Yataktan, uyur haldeyken girdim derslere bildiğiniz. Ekranı açık bırakıyordum, hoca konuşuyordu orada. Çünkü sistem henüz oturmamıştı, bir anda pata küte başladılar. Çok boş geçti. Ciddiye alamıyorduk çünkü sistem çok kötüydü. Ders dinleyecek bir şey yoktu. Aşırı kalabalık bir sınıf, yazışarak ders işliyorlar.”
Aksel Gül, uzaktan eğitime karşı olmadığını ama verimli hale getirilmesi için çalışmalar yapılırsa daha iyi olacağını düşünüyor.
“Ben şahsen online eğitime karşı değilim. Hatta bazı derslerin online olarak verilmesi daha iyi bile olur. Geçen dönem çok ani bir kararla online eğitime geçilince hocalarımız da hazırlıksız yakalandı, eğitimin kalitesi düştü ama önümüzdeki dönem daha kaliteli bir online eğitim yöntemi bulunur elbet.”
Uzaktan eğitimin, yalnızca ders içeriğinin bir kamera ve mikrofon aracılığıyla öğrencilere aktarımı olarak algılanmasının eksik ve hatalı olduğunun belirtildiği Feminist ve Queer Araştırmacılar Ağı(FQA)’nın raporunda, öğretim elemanlarının yeni süreçlere hazırlanması ve buna yönelik yatırımların yapılması gerektiği yerde uzaktan eğitimle birlikte akademik tasfiyelerin, ücret ve hak kayıplarının sürdüğü belirtiliyor. Eğitim-Sen, pandeminin akademik tasfiyeler için bir fırsat olarak düşünüldüğünün altını çizerken, ÜNİVDER nisan ve mayıs aylarında bazı vakıf üniversitelerinin personel ücretlerini ödemediği ve kısmi çalışma ödeneğine başvurduğunu ancak derslerin aksamaması için akademik personele baskı yapmaya devam ettiğini açıkladı.
ÜNİVDER Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Gülhan Türkay Hoştürk de, uzaktan eğitimin öğretim elemanları açısında iş yükünün azalması olarak algılanmaması gerektiğini belirtti.
“Aslında online eğitim demek kadroların azaltılması anlamına gelmemeli. O kadar çok iş var ki, nasılsa öğrenci okula gelmiyor diye iş yükü azaldı diyerek daha fazla iş veremezsiniz. Akademisyenlerin işi sadece öğretmenlik değil, sadece öğrenciyle ilişkisi yok, onun kendi akademik yaşamı vardır. Ne yazık ki vakıf üniversiteleri bu kadroları azaltarak öğretim elemanlarını akademisyen olarak değil sadece bilgiyi aktaran kişi olarak görmeye başlamıştır. Çok sayıda arkadaşımız bu süreçte işsiz kaldı veya sözleşmesi yenilenmedi.”
Hibrit eğitim, alternatifler, yapılması gerekenler
YÖK, 29 Temmuz’da yayımlanan “Küresel Salgında Yeni Normalleşme Süreci” başlıklı metinde, üniversitelerde yeni dönemin eğitim metoduyla ilgili çevirimiçi eğitime ek olarak yüz yüz yüze ders almayı sağlayan hibrit eğitim modelini sundu.
YÖK, bu metinde yüksek öğretimde esas olanın sınıf-kampüs içiyle yüz yüze eğitim olduğunu, ancak pandemide yaşanan süreç dolayısıyla farklı eğitim ve öğretim yöntemlerinin kullanıldığını belirterek uzaktan eğitim materyallerinin geliştirilmesi konusunda öneride bulundu.
Hibrit eğitim modeli, öğrenciler ve öğretim elemanları arasında tartışılmaya devam ediyor.
Kayra, hibrit eğitim konusunda kararsız olduğunu belirterek “Yani yalnızca bir dersi okulda yapmanın çok anlamı yok. Öğrenciler dönünce yurt kapasitelerini de düşürmeleri gerek o halde.” dedi.
Dilan Taşkın risk almak istemediğini belirterek sadece uygulamalı bölümlerde hibrit eğitim modeline sıcak baktığını söyledi. İntörnlük süreciyle ilgili endişeli olduklarını ve bunun için hocalarına ulaşmaya çalıştıklarını belirtti.
Tıp Fakültesi öğrencilerinin mezuniyet öncesinde meslek hayatına dair becerileri kazandığı geçiş süreci olarak adlandırılan intörnlükte, uygulama saatlerinin de düşürülmesi gerektiğini beliriyor.
“Üçüncü sınıfa kadar bize sürekli “Her şeyi intörnlükte öğreneceksiniz zaten.” dediler ama bayağı sıfırız yani şu an. İntörnlüğümüz başlayacak ve biz hiçbir şey öğrenmeden sıfırdan başlamış olacağız mesleğe. İlk başladığımızda direkt ya acile ya yoğun bakım atanacağız zaten. O anda bir şey öğrenmek için bir hemşirenin peşinde koşturacak vakit olmayacak. O yüzden hocalara fikirlerle gittik. Yeni dersler başlamadan önce yani bir ya da bir buçuk ay önce mailler yazdık. Günlük sekiz saat hasta başında beklemeliyiz biz normalde. Bunu yapmak yerine uygulama yapacağımız sırada sadece üç dört saat şeklinde ayarlama yaparak güvenliğimiz alınabilir. Okul çok fazla teçhizat sağlamıyor bize, kendi paramızla almamız gerekiyor her şeyi. Ama biz yine de en azından bir şeyler öğrenmiş oluruz diyerek istedik bunu.”
“AVM’ye gidebiliyor, gezmeye çıkabiliyorum ama okula gidemiyorum”
Aksel Gül, iktidarın “salgınla mücadeledeki iki yüzlülüğüne” değinmek istediğini söylüyor:
“İlk başta mart ayında okullar üç haftalığına kapandı denildi. Salgın kontrol altına alınsın, toplumun güvenliği sağlansın, bunu kim istemez ki. Sonra online eğitim dendi, ona da eyvallah dedik. O zaman da hükümet bir sürü mağduriyet yaşattı ama gözle görülür önlemler vardı. Sonra ekonomi kötüye gidince bütün önlemler rafa kalktı. Şimdi salgın kontrolden çıkmış ama alınan tek önlem üniversiteleri açmamak.”
“Salgınla mücadele için beni okula almıyor Ama benim üniversitede değilken ne yaptığımın bir önemi de yok. Yani AVM’de gezebilirim ama okula gidemem. Hatta daha beteri, ben Hatay’dan İstanbul’a gezmeye ya da maç izlemeye gelirsem bir sorun yok ama okula gelirsem diyorlar ki hastalık yayılıyor.”
“Eğitim yapıyoruz demeyin, çünkü yapamıyorsunuz”
Kayra da iktidarın salgınla mücadele yönetimini eleştirerek, eğitim öğretimin en azından kısa bir süreliğine ertelenmesi gerektiğini düşünüyor.
“Yazın hazır vaka sayıları biraz daha düşmüşken eğitimin eksik kalan yönleri tamamlanabilirdi. Ama devlet turizmi tercih etti. Eğitim yapıyoruz demeyin, çünkü yapamıyorsunuz. Kendiniz de farkındasınız. Bu kadar insanı mağdur etmektense, bunu erteleyin en azından insanlar daha az mağdur olsun. Ya tamam, vakitleri geçiyor ama bu da zaten dünyanın başına gelen nadir bir felaket. Bir yıl kaybetmemek için aslında bir yıl içerisinde yapılabilecek her şeyden vazgeçilmiş olunuyor. Ya hiç verim alınmıyor ya da çok düşük verim alınıyor. Çok laylaylom geçti bu dönem.”
“Kurumların iş birliği şart”
Prof. Dr. Gülhan Türkay Hoştürk, geçen dönemdeki sorunlardan ders çıkarılmayarak bu dönem için hazırlık yapılmadığını ama en azından 2021 Bahar dönemi için alternatif yaratılması gerektiğini savunuyor.
“Kurumların bağımsız olarak çözüm bulması çok zor. Bu yalnızca Sağlık Bakanlığı ve YÖK ile olacak iş değil. Sivil toplum kurumları, bununla ilgili araştırmalar yapan kurumlar dikkate alınmalı. Bizler çözüm sunabiliriz ama karşımızda politika önerilerimizi dinleyecek muhatapları bulabilmeyiz. Umarım bunu başarırız.”
“Sosyal duygusal ihtiyacın nasıl karşılanacağına ilişkin yeni yollar hedeflenmeli”
Psikiyatrist Prof. Dr. Yankı Yazgan da gençlerin sosyal duygusal gelişim çizgisinde çalışmalar yapılması gerektiğini vurguluyor:
“Pandemi ve benzeri felaketlerde öncelikler önemlileri geriye itebiliyor; bu dönemin sonrasına hayatta olarak sağ sağlam kalabilmek öncelikli. Ancak, bugünden örneğin 10 yıl sonrasına vardığımızda varmayı olmayı düşündüğümüz yerde olmak için ne gerekli? Neyi yapmadığımız için pişman olacağız? Bu soruların irdelenmesi ve gözlenen ihtiyaçların karşılanması için inovatif yolların araştırılması şart. Bu yollardan birisinin de sosyal duygusal gelişim çizgisinde yapılacak çalışmalar olacağını düşünüyorum.”
Uzaktan eğitimin avantajlarının kullanılabilmesi için gereken internet ve ekran erişiminin herkeste bulunmamasından kaynaklanan eşitsizliği devletin elindeki kaynaklarla çözmesi gerektiğini belirten Yazgan sosyal ihtiyacın nasıl karşılanacağına ilişkin yeni yolların bulunmasının da bir hedef olarak önümüzde durduğunu belirtti.
“Önümüzdeki süreçte ruh sağlığının korunması amaçlı olarak öncelikle üzerinde durulması gereken gelişim alanlarının içinde tüm paydaşlara dönük endişe ve kaygı yönetimi becerileri, empati ve sosyal iletişimi geliştirme becerileri, özellikle idare ve PDR’ye dönük kriz yönetimi becerileri, PDR’ler için okuldaki uygulamalarına dönük usta süpervizyon desteği ve spesifik beceriler olması gerekiyor. Bu amaçla kapsamlı okul iklimini iyileştirici sosyal duygusal gelişim programlarının tasarlanıp uygulanmasının, ve paydaşların kendi alt grupları arasında (öğretmenden öğretmene, öğrenciden öğrenciye, veliden veliye gibi) fikir ve tecrübe paylaşımı platformlarının geliştirilmesinin zorluklarla baş etmeyi ve yenilikçi çözümler bulmayı kolaylaştıracağı kanısındayım.”