Seçimle Değil Sınıfla
Faşizmin çözülmesinin gerçek olanağının işçi sınıfının rejime sırt çevirdiğini örgütlü bir şekilde göstermesi olduğu anlaşılmazsa, faşizmin kapitalizm ile ilişkisi kurulmadan, Medyascope’ta sıkça yapıldığı gibi sınıflara uzaylı varlıklar muamelesi yapılmaya devam edildikçe seçimli kurtuluş olasılığına bir züğürt tesellisi olarak çaresizce sımsıkı sarılmak dışında bir seçenek kalmıyor.
Ölü taklidi yapılarak faşizmi bozguna uğratmak mümkün olabilir mi?
Restorasyoncu muhalefetin ana gövdesini oluşturan CHP yerel seçimlerde elde ettiği başarıdan olabilecek en gerici sonucu çıkarttı. Ölü taklidi yaparak, Saray rejimiyle ciddi bir çatışma içine girmeksizin iktidarı değiştirebileceğini düşünüyor. Rejimi yerellerde iktidar paylaşımına zorlayabilmekle iktidardan kökten uzaklaştırmak arasında önemli bir fark olmayacağını düşünüyor. “Sağ seçmeni ürkütmemek” gerekçesini kendi solunu ve kısmen HDP’yi etki alanı içinde tutabilmek için kullanırken gelişebilecek bir sokak muhalefetinin önünde oluşturduğu baraj görevini de hem iktidardaki AKP-MHP-ulusalcı koalisyonuyla hem de egemen sınıfın çeşitli fraksiyonlarıyla sürdürülebilir bir denge ve dokunulmazlık elde etmek için değerlendiriyor. CHP’li belediyelere kayyım atanmıyor oluşu restorasyoncu muhalefetin “çemberin ne içinde ne de dışında olma” hali sayesinde mümkün oluyor. CHP kendisine yönelen her “etkin muhalefet” çağrısını “üç vakte kadar” gerçekleşecek seçimlerde yaşanacağını iddia ettiği kurtuluşun vaadiyle savuşturuyor. CHP’nin bu “sokaktan uzak durma” ve seçimleri bekleme tavrı kendi tabanını da mumyalaştırıyor ve sokak muhalefetinin momentum kazanmasına mâni oluyor.
“Ölü taklidi yaparak faşizmi dağıtma” cin fikirliliğinin CHP’nin solundaki kimi kesimlerde de bir beklenti yaratabilmesinde Medyascope ve Ruşen Çakır çevresinde oluşan iyimserliğin de bir etkisi olduğu iddia edilebilir. CHP’nin geleneksel tabanı ve orta yaş üstü kuşağı ideolojik gıdasını Sözcü, Halk TV ve Tele1 gibi mecralardan alırken daha sol liberal olarak görülebilecek kesimlerde yukarıda anılan mecraların dinozorlaşmış yaklaşımı ilgi uyandırmadığından Medyascope, Gazete Duvar, T24 gibi kaynakların ciddi bir cazibe merkezi olarak görüldüğü söylenebilir. Özellikle Medyascope; seçimlerin dönüştürücü gücüne mutlak inanca (bunun 180 derece zıttı bakış açısını da Ergin Yıldızoğlu ısrarla savunuyor, ki bence gerçek bu konuda da gri bölgede), AKP’nin yönetemediğine (Poulantzas Komintern’in faşizm analizinde faşizmi gerileyen burjuvazinin saldırısı olarak okuma eğilimini şiddetle eleştirmişti), iktidarın eridiğine dair bir anlatıyı uzunca bir süredir popülarize etmeye devam ediyor. Oysa ekonomik krizin de etkisiyle iktidar bloğunun oy desteğinde kısmi bir erime olmasına rağmen köklü bir çözülme olduğunu iddia edebilmek mümkün değil. Zaten faşizm koşullarında böylesi bir erimenin sınırlarının olacağı açık. Aktif muhalefetin noksanlığı ise bu sınırların tahkimatına hizmet ediyor. Ayrıca cihatçılardan devşirilmiş paralı askerilerini coğrafya coğrafya gezdiren, helikopterden insan fırlatan bir rejimin seçim yenilgisiyle iktidarı kaybetmesi senaryosu imkânsız olmasa da muhalefet, hele de devrimci muhalefet iddiasına sahip olanlar açısından sorgulanması gereken bir seçenek değil mi? En azından “Sandıkta kazanılacak bir seçim başarısını hayatın her alanında savunma kapasitesi ve iradesi geliştiremeyen bir muhalefet iktidarı alabilir mi?” sorusu hayati önemde değil mi? İktidarın ve tabanının hoyratlığı karşısında sandık beklentisiyle uyuşmuş ve inmelenmiş bir muhalefet çuvalı faşizmi çözebilir mi? ABD seçimlerinde yaşanacaklar buradaki yeni normalin oluşmasında çok belirleyici olabilir.
Seçimler dışında bir seçenek düşünülemiyor olması rejimin değişmediği, faşizmin kurumsallaşmadığı ve Kemalistler açısından da Cumhuriyet’in hala ayakta olduğu yanılsamaları sayesinde de kısmen kendisine inandırıcılık zemini yaratabiliyor. Oysa rejim değişti, faşizm kendisini yeniden üretebileceği oranda kurumsallaştı, Cumhuriyet’in birincisi artık tarihsel bir olgu. Faşizmin kentli orta sınıflardan aktif rıza üretemiyor oluşu onun kurumsallaşması ile ilgili değil, muhalefetin bekleme hali, özellikle de dış politika konusundaki onaylayıcı tutumu ise pasif rıza üretiminin alanını genişletiyor.
HDP’ye ve belli sosyalist öznelere dönük gerçekleşen operasyon aslında tam da bu muhalefetsizlik halinin sürdürülmesine dönük bir hamleydi. Hem ekonomide hem de Doğu Akdeniz’de yaşanan başarısızlıklar, İdlip’te Rusya’dan kaynaklanan ve artan basınç içeride muhalefetin güçlenmesi için önemli zeminler sunuyor. HDP yaz boyunca gerçekleştirdiği eylemler ve Demirtaş’ın partinin etki alanını genişleten çabaları sonrasında çökertilemediğini ortaya koydukça böylesi dönemlerde muhalefeti tetikleyebilecek bir aktör olabileceğini gösterdi. HDP, iktidarı kroke hale sokabilecek bir muhalefeti tek başına örgütleyebilme kapasitesine sahip değil ama kendisinden çok daha geniş bir bileşimin harekete geçerek momentum kazanmasını sağlayabilecek bir dirayete de sahip. Operasyon ile bu kapasitesini bir süre daha kullanamaması garanti altına alınmak istendi. Ancak sınırlı da olsa ortaya konan destekler ve Mithat Sancar tarafından da son derece iyi çerçevelenen toparlayıcı tutum, iktidarın bu hamlesiyle bir zafer kazanmaktan oldukça uzak olduğunu gösteriyor.
CHP muhalefet yapılabilecek tek makul olanın ekonomi olduğunu ifade ediyor ancak bu alanda dahi göze çarpan hiçbir hamlesi yok. Açıkçası yaşanan bunca krize, işsizliğe, yoksulluğa, çaresizliğe, intiharlara rağmen Güvence Hareketi ve benzer birkaç girişim dışında toplumsal ölçekte ortaya konan bir alternatif söz, net bir itiraz dahi görülmüyor. Selin Sayek Böke’nin kamulaştırma çıkışı sonrasında partisi tarafından yalnız bırakılması da bunun göstergesi. Faşizmin çözülmesinin gerçek olanağının işçi sınıfının rejime sırt çevirdiğini örgütlü bir şekilde göstermesi olduğu anlaşılmazsa, faşizmin kapitalizm ile ilişkisi kurulmadan, Medyascope’ta sıkça yapıldığı gibi sınıflara uzaylı varlıklar muamelesi yapılmaya devam edildikçe seçimli kurtuluş olasılığına bir züğürt tesellisi olarak çaresizce sımsıkı sarılmak dışında bir seçenek kalmıyor.
Faşizmin kaderini seçimler değil işsizliğin ve yoksulluğun işçi sınıfımıza çektirdiklerinden bir sınıf mücadelesi yaratabilme kapasitemiz belirleyecek. Bunu idefiks haline getirmeyen bir bakış açısı restorasyoncu uyuşukluğun çemberine sıkışmaktan kurtulamaz.
Ek okuma önerisi: Prof. Dr. Necmi Erdoğan’ın BirGün’de yayımlanan Kayıp Halk başlıklı yazısı