Devlet Kapitalizmi Tartışmaları Üzerine
Devlet kapitalizminin tartışmanın merkezine doğru gelmeye başlaması aslında küresel ölçekte güç dengelerinin değişmeye başlamasıyla doğrudan ilişkilidir.
Pandemi sonrasında devletin ekonomi üzerindeki etkinliğinin çok daha arttığı bir dönem yaşayacağız. 2008 krizi sonrasında ulus devletlerin batmakta olan finansal kuruluşları ve şirketleri kurtarmak üzere piyasalara dönük gerçekleştirdiği dev kurtarma operasyonları, krizi yaratan dinamikler bertaraf edilemediği için süreklileşiyor. Pandemi sonrasında işsizlikte gözlenen yükselme devlet desteği olmaksızın yaşamını sürdüremeyecek insanların sayısını artırıyor. Kamusal kapasiteleri zayıf olan devletlerin pandemi karşısında yaşadığı sefalet de devletin hizmet üretimi alanına çekilmesine dair itkiyi güçlendiriyor.
Ancak çok daha önemlisi, Çin’de uygulanan devletin piyasayı sosyal ve jeostratejik amaçlarına dönük kullanma ve denetim altında tutma modelinin ekonomiyi büyütme başarısı, durgunluk ile mücadeleden başını kaldıramayan merkez ve çevre ülkelerin Çin modeline duydukları ilgiyi artırıyor. 1929 krizi sonrasında merkezi planlamaya dayalı Sovyet ekonomik modelinin gördüğü ilgiye dönük bir meraktan bahsediyoruz. Çin’in 2020’yi büyüme ile kapatacak tek büyük ekonomi olma ihtimalinin yüksekliği de bu ilgiyi besliyor. Halihazırda Türkiye dahil birçok ülkenin devletin rolü ile ilgili neoliberal sınırlamaların dışında müdahaleler gerçekleştiriyor olmasında Çin’in ortaya koyduğu performansın etkisi var. Ancak her ülkede yaşanan gelişmelerin kendine özgü boyutlarını gözden kaçırmamak gerekiyor.
Devlet kapitalizmi kavramı 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Marksistlerin önemli tartışma başlıklarından birisini oluşturuyordu. Hilferding, finans kapitalin oluşumunu, devletin tekellerin çıkarlarını savunmak adına ekonomiye çok daha etkin bir biçimde müdahale ettiğini ve bunun da giderek emperyalizme varan bir süreci tetiklediğini güçlü gözlemlerle ortaya koyan ilk teorisyen. Daha sonra Buharin, Lenin’in emperyalizm teorisini de şekillendiren fikirleriyle öne çıkıyor. Buharin, ekonominin merkezileşme eğiliminin giderek bir devlet tröstü ortaya çıkarttığını, üretimin toplumsallaşmasının tekellerin ekonominin tümüne hâkim olmasıyla birlikte sosyalizmi çok daha göze batar bir seçenek haline getirdiğini, tekelci aşamanın üretim anarşisini planlı ekonomiye sıçratacak bir ara form ortaya koyduğunu düşünüyor. Buharin’in devlet tröstü oluşumuna dair beklentileri Almanya’nın Zollverein sonrasında hayata geçirdiği Prusya tipi kapitalist gelişmenin doğal bir sonucu gibi görünüyordu. Almanya, Friedrich List’in ulusal kapitalizm teorisi ışığında 19. yüzyılda büyük bir hızla kalkınarak geç kapitalistleşen ülkeler için cazip bir model ortaya koymuştu. Japonya’da Meiji Reformları sonrasında benzer devleti merkeze alan politikalarla ve Listçi düşüncelerden açık bir şekilde etkilenerek hızla sanayileşti. Asya’da Güney Kore, Tayvan ve Singapur’da 1960’lar sonrasında ortaya çıkan kalkınmacı devlet de bu mirastan güçlü bir biçimde etkilenmişti. Sanayileşmiş Güney Kore’nin kurucu babası askeri diktatör Park Chung Hee, 2. Dünya Savaşı’nda Japon ordusunda görevli bir subaydı. Güney Kore’de 1970’lerdeki hızlı çıkışın bir tür devlet tröstü görünümündeki chaeboller üzerinden gerçekleştiği hatırlardadır.
Devlet kapitalizminin tartışmanın merkezine doğru gelmeye başlaması aslında küresel ölçekte güç dengelerinin değişmeye başlamasıyla doğrudan ilişkilidir. Almanya’nın hızlı kalkınmasına İngiltere’nin verdiği yanıt küresel ölçekte serbest ticarete sınırlamalar getirmek olmuştu. Bugün de Çin’ in yarattığı gerçek rekabet, merkez ülkeler açısından küreselleşmenin eskisi gibi sürdürülemeyeceği fikrini pekiştiriyor. ABD hegemonyası çözüldükçe neoliberal reçetenin tahrif edilmesi ve görece heterodoks politikaların hayata geçirilmesi çevre ülkelerin ekonomi politikalarına da damgasını vuruyor.
Saray rejiminin Kalyon, Limak, Cengiz, Rönesans gibi şirketlerle kurduğu ilişki de açık bir devlet tröstü görüntüsü veriyor. Liberallerin de haklı olarak çok itiraz ettiği ihale kanunun fiilen askıya alınması yoluyla bu şirketlere devasa ihalelerin altın tepsi içinde sunulması, devlete bağlı neredeyse tüm şirketlerin Varlık Fonu çatısı altında birleşmesi, neredeyse hiçbir denetim altında olmayan fonun yasal yetkilerini aşarak borçlanmasının bu şirketlerin batık işlerine finansman sağlamak için kullanılması, şirketlere KÖİ zorunlu ödemeleri ile aktarılan kaynakların perde arkasından tekrar Saray’ın fiili harcamalarına finansman amacıyla kullanması devlet ve özel mülkiyet arasındaki sınırların flulaştığı yeni bir duruma işaret ediyor. Geriden gelen ülkelerin sermaye birikimini hızla gerçekleştirmek için devleti en güçlü aparat olarak kullanmaları gibi burada da geriden gelen sermaye gruplarının devleti kullanarak finans kapitale dönüşme çabasına tanık oluyoruz. Bu çabanın politik karşılığı ise bütün ülkenin talanını sürdürülebilir hale getirecek bir otokrasinin inşası oluyor.
Selin Sayek Böke’nin rejimin şirketlerinin kamulaştırılması gerektiği yönündeki önerisi faşizme karşı restorasyonun en radikal önerisi olarak öne çıktı. Demokrasi güçleri ise Cumhuriyet tarihinin aralıksız bir iktidar eliyle servet biriktirme mekanizması inşa ettiğinden yola çıkarak işçinin, köylünün kanından ve alın terinden çalınanların tümünün halka dönmesini önerecek politik müdahalelerle teklifin çeperini genişletmelidir.
◾ İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR