Filmin Sonu mu?
Tabloyu en iyi sağlıkçılar açıklıyor: “Yönetemiyorsunuz! Ölüyoruz! Tükeniyoruz!” Ekim, kasım kıyametin kopma zamanı olacağa benziyor.
AB zirvesi öncesi Oruç Reis’in limana çekilmesi kadar önemli bir başka haber, Erdoğan’ın Mısır’ın Yunanistan’la anlaşma yapmasına esip gürlemek yerine “üzüntülerini” açıklamasıdır. Ayrıca Erdoğan’ın ağzından Mısır ile “istihbari” görüşmelerin de olduğunu öğrendik. Sadece bu haberler bile Ankara’nın bugüne kadar getirdiği politikalarında önemli bir değişim işaretidir.
AB zirvesinde Belarus’dan sonraki önemli gündem maddesi Türkiye’dir. Alman yetkililerden “Artık Türkiye’ye sopa gösterme zamanı geldi.” gibi açıklamalar yapıldı. Ancak Alman dış işlerinden bir başka yetkili Daniela Schwarzer “Türkiye ile ilişki Doğu Akdeniz’e indirgenemeyecek bir ilişkidir.” diyerek, “sopa” beklentilerini çok yumuşattı.
Oruç Reis’in limana çekilmesi ve Mısır’a üzüntülerin bildiriminin tek nedeni yakındaki AB zirvesi midir? Zirvenin önemli bir etkisi olduğu açıktır, ancak tek nedeni değildir. Bu gelişmelerin altında yatan temel gerçek Ankara’nın hem dış politikada hem iç politikada “filmin sonuna” yaklaşmış olmasıdır.
Tek tek sıralamaya gerek yok, Libya’da işler iyi gitmiyor, zaten bu nedenle Erdoğan Mısır’a üzüntü bildirmek zorunda kaldı. İdlip’de gerilim gittikçe bir patlama noktasına yaklaşıyor. Yine son zamanlarda uluslararası basında Fırat’ın doğusunda Ankara’nın “hak ihlalleri” daha sık yer almaya başladı.
Ekonomide Saray’ın bir kaç yıldır uyguladığı sorunları erteleme politikası da bitiş çizgisine yaklaşıyor. Uğruna 100 milyar dolar harcanan döviz kurunu tutma çabası ve düşük faiz inadının sonuna gelindi. Sürekli dışarıya para kaçıyor. Çaresizliğinden Saray hükümeti son iki yılda iç piyasadan dolarla 38 milyar borçlandı. Buna finans dilinde “ilk günah” deniyormuş. Ve beraberinde diğer günahları kaçınılmaz bir şekilde getirecektir. Moody’s’in geçenlerde “ödemeler dengesi” krizinin yolda olduğundan söz etmesi Ankara için çok ciddi bir uyarı oldu.
Ankara doları tutma ve düşük faiz inadından vazgeçmeye zorlanıyor.
Ekonominin çarkları duraklıyor, şişirilen kredi geri ödemelerinin zamanı geliyor, bugüne kadar örtülü kalan iflasların açığa çıkması vakti yaklaşıyor. Ekim, kasım kıyametin kopma zamanı olacağa benziyor.
Bütün bunların yanında Sağlık Bakanı’na değil TTB’nin açıklamalarına bakacak olursak covid-19 pandemisi yeniden hız kazanıyor. Bazı açıklamalara göre en fazla bulaş kapanlar sağlık personeli ve fabrikalarda çalışan işçilerdir. Bu da hem ekonominin hem de sağlık sisteminin çok kırılgan bir noktada olduğunu gösteriyor.
Bu tablo karşısında Saray’ın gündem saptırma taktikleri artık sonuç vermiyor. Bu nedenle İletişim Bakanlığı’nda “algı yönetimi” bölümü kurulma hazırlıkları yapılıyor.
Tabloyu en iyi sağlıkçılar açıklıyor: “Yönetemiyorsunuz! Ölüyoruz! Tükeniyoruz!”
Toplumun başka kesimlerinden bu yolda henüz güçlü tepkiler gelmiyor. Gelmesin diye Bahçeli TTB’yi “vatana ihanetle” suçladı. “Kapatılsın” fermanını verdi.
Ülke gerçekten tarihinde olmadık ölçüde derin bir bunalımdan geçiyor. Önceki siyasal denklemlerin işlemediği günümüzde neyin çıkıp geleceğini öngörmek oldukça zordur.
Bu noktada son günlerdeki açıklamalardan ilgi çeken sonuncusuna değinelim. Nakşi olan Cübbeli Ahmet Hoca’nın “yüzlerce İslami derneğin silahlandığına” dair yaptığı açıklamalardır. Kasıt Selefilerdir. Bu açıklamaları ve derinliklerinde yatanı yorumlamak için henüz erken olsa da, sistemin çok yönlü bir bunalım içinde olduğunu düşünürsek, onun ideolojik zemininde de bir bunalım yaşanması kaçınılmazdır.
Düzenin ideolojik yapısı büyük ölçüde bozulmuştur. Kemalizm ve siyasal İslam yeterince yıprandılar. Bu ideolojik boşluk ve karmaşada siyasal İslam içinde yeni gerilimlerin yaşanması olasılık dışı değildir.
Sonuç olarak, bunalım tek yönlü olmadığı için bundan çıkış da tek yönlü olmayacaktır. Hem ekonomik model hem siyasal yapı hem de ideolojik zemin bu krizden çıkışta olayların rengine etki edecektir. “Çıkış” kelimesi yanlış anlaşılmasın. Böyle bir bunalımdan çıkış askeri vesayet günlerinde olduğu gibi bir darbeyle mümkün değildir. Zorlu bir sürecin eşiğine gelindi.
Çok yıpranmış düzeni, başkanlık sistemi ile adeta bir sihirli dokunuşla düzeltme hayalinin çöktüğü günlerdeyiz. Mevcut siyasal güçlerin bir çıkışı örgütleme gücü gittikçe azalıyor. Bu gerçek kendi içinde zengin olasılıkları taşıyor.