Zil Takıp Oynayan Irkçılık

12 Eylül’ün devamı Çökertme Planı’nın bir siyasi harekete değil de aslında toplumun kökenine kibrit suyu ekme operasyonu olduğunu bundan daha iyi anlatan bir hafta geçiremezdik.

Üzerinden 40 yıl geçen 12 Eylül’ün 2015 sonrasında AKP-MHP-Ulusalcı koalisyonu eliyle rönesansa uğratılmasıyla son bir iki hafta içinde yaşadığımız, tanık olduğumuz için insanlığımızdan utandığımız ırkçı saldırılar arasında açık bir bağ olduğu rahatlıkla görülebilir.

Afyon’da bir grup ırkçı tarafından öldürülen Özkan Tokyay… Özkan’ın doğduğu yerden kilometrelerce uzakta çalışmak zorunda kalması, mevsimlik işçilik yapabilmek ve kış aylarını karın tokluğuyla geçirebilmek için yollara dökülenlerin ekseriyetinin Kürt olması, kendi memleketlerinde “aman kapitalizm gelişirse ulusal bilinç uyanır” mantığıyla esirgenmiş yatırımların yol açtığı işsizliğin on binlerce insanın sersefil koşullarda kendilerine konuştukları dil yüzünden düşman tiplerin bağ bahçe işlerini yapmak için yola koyulması başka bir söze gerek bırakmadan ülkedeki ırkçı ve sömürgeci işleyişi yansıtıyor. Özkan’ı öldürenlerin kısa süre sonra sırtı sıvazlanıp sokağa salınacakları ancak onun cenazesinin bile abluka altında yapılabileceği de çok açık. Irkçılık cezasızlık ile kendisine yeni ifade alanları açıldığını görüyor ve daha da saldırganlaşıyor. 12 Eylül’ün solu ezmesi sonrasında koca bir coğrafyanın insanlıktan nasıl nasip alamaz hale getirildiğini sergileyen coğrafyalar giderek çoğalıyor. Özel Harp’in çeşitli gerekçelerle özel olarak yoğunlaştırıldığı, gerçek bir solun halka temas etmesinin engellendiği iller gerçek bir ahlaki dekadans yaşıyor ve bu rastlantı değil.

Bolu’da Suriyeli 9 aylık hamile bir kadına, işyerinde birlikte çalıştığı arkadaşının karısına önce tecavüz edip sonra da kafasını taşla ezen canavarlıkla hesaplaşılabildi mi? Yoksa bu caniler Demirtaş’ları, Yüksekdağ’ları, Kışanak’ları, Baluken’leri içeride bırakan af sonrasında sıcak yuvalarına kavuştular mı? Sakarya’da tarım işçisi Kürt aileye yapılan saldırıya türlü karartmalar yaratan devletin, kötülüğün sıradanlaşmasının temel gerekçesi olması ortadadır. Faşistleşme süreci bir erdemsizleşme ve kötülüğü sıradanlaştırma hezeyanından ayrı düşünülemez. Bir kadına yönelik tecavüzle övünen bir başka kadın sahnesi bu insanın içinde yaşadığı karanlığın nasıl monolitik bir yapı olduğunu da gösterir. Bu hareketinden dolayı tenkit edilmeyeceğinden emin, etrafta bilgelikten zerre nasibini almış kimse kalmadığından son derece rahat.

1965’de Endonezya’da, dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesinde, 500 bin komünisti bildiğin kılıçtan geçiren zihniyet de askeri diktatörlüğün, faşizmin altını çize çize büyüttüğü bir karanlıktan beslenmişti. 12 Eylül öncesinde faşistlerin sevdiği sloganlardan birisinin “Jakarta’yı unutmayın” olması CIA destekli kendi halkına karşı örgütlenmiş ırkçı çetelerin enternasyonal bağlarını deşifre etmiş olmuyor mu? En “yerli ve milli” olanın CIA metinlerinden derlenmiş bir küresel standartlık sergilemesi rastlantı mıdır?

Suriyelilerin eğlendiğini görmektense ölümlerine tanık olmaya memnun olacakların öfkesi Samsun’da bıçaklanarak öldürülen Eymen Hammami’nin katli sonrasında ne alemdedir? “Dört kişi arabayla önümüzü kesti. Bize ırkçı küfürler ettiler. Sonra gidip 20 kişi döndüler. Kardeşimi vuranlar ceza alsın, adalet yerini bulsun”. Eymen’in abisi böyle haykırıyor. Hammami ailesini Suriye’den Samsun’a sürükleyen yıkımın paydaşı bir ülkenin vatandaşı insanlara bir de kardeşini kurban vermesi çok acıyken bir de şöyle eklemiş: “Eymen hepinizin kardeşidir”. Eymen hepimizin kardeşidir, Suriyeli emekçiler işçi sınıfımızın onurlu bileşenleridir, sınıf kardeşlerimizdir!

CHP’nin içindeki ulusalcıların kafayı taktıkları Canan Kaftancıoğlu ile uğraşmak için açtıkları “Atatürk mü Mustafa Kemal mi?” tartışması da faşizm koşullarında CHP’den demokratlık bekleyenler için huni takıp sokaklarda gezmeyi tetikleyebilecek bir gelişme. Bu kafa yapısı Erdoğan Saray’ın üzerinde İHA’larıyla iki Kocatepe figürü daha yaparsa Kaftancıoğlu’nu cezaevi kapısına sürükleye sürükleye götürür. Cumhuriyet’i hala var sananlar hepimizle dalga geçiyor.

12 Eylül’ün devamı Çökertme Planı’nın bir siyasi harekete değil de aslında toplumun kökenine kibrit suyu ekme operasyonu olduğunu bundan daha iyi anlatan bir hafta geçiremezdik.

Kimi zaman sınıf mücadelesi üzerine aşırı vurgu yaptığımızı düşünenler, bu karanlıktan çıkmak için neden başka bir seçeneğimiz olmadığını ve solsuz bir dünyanın nasıl bir cehennem vaat ettiğini düşünedursunlar…

Irkçılığın, milliyetçiliğin panzehri sınıf mücadelesidir, güvence kavgamızdır.