Semboller ve Gerçekler
Saray “dindar ve kindar” bir kuşak yetiştirecekti. Olmadı. “Devletin beka sorunu”nu abartarak İslami değerlerle milliyetçiliği yoğurarak yeni bir değer sistemi yaratmaya çalıştı. Olmadı. Daha doğrusu böyle bir kitle elbette var, ancak Saray ve AKP’nin geleceğini garanti altına alacak güçte değil. Gittikçe eriyor.
Ayasofya’da nihayet namaz kılındı. Tam da Lozan Antlaşması’nın imzalandığı tarihe denk düşürülmesinin bir anlamı vardı. Diyanetin başının elindeki kılıcın da bir anlamı olduğunu öğrenmiş olduk. Sol elde taşınırsa “barışı” sembolize ediyormuş. Oysa Ankara son yıllarda neredeyse üç cephede: Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’de savaşıyor.
Rejimler çürüdükçe ve koflaştıkça anlamlı olduklarını düşündükleri sembollere sarılırlar. Saray iktidarı artık bunu yapıyor. Ayasofya bunun trajikomik bir gösterisi oldu. Son yılların siyasal düşünce sistemine kazandırdığı bir alışkanlık gereği, hemen herkes bu gösterinin oya dönüşüp dönüşmeyeceği sorusunu haklı olarak soruyor. Bu sorunun bugünden açık bir cevabı yok. Ancak Ayasofya konusunun Erdoğan’ın kendi kuşağında bir etkisi olsa da genç kuşaklardaki etkisi çok tartışmalıdır.
Ayasofya’da kutsallık yeniden köpürtülürken öte yandan AKP çevreleri gençliğin epeydir dinden uzaklaşmasını tartışıyor. Bir hafta önce Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan ses getiren bir köşe yazısı yayımladı:
“Türkiye, tarihî bir süreçten geçiyor: 7 milyonluk genç kuşağın 5 milyonu bu ülkeye, bu ülkenin ruhuna, ruh köklerine, İslâm’a olan aidiyet bilincini de aidiyet bağlarını da kaybetmiş durumda.
İslâm’la ilişkisi sıfırlanan, aidiyet bilinci yok olan kuşaklar, bu toprakları koruyamazlar. Köklü bir direniş, diriliş ve varoluş yolculuğuna ihtiyacı var bu toplumun.
Böyle giderse, bu toplum İslâm’ı terk eder ve yok olma sürecine sürüklenir -Allah muhafaza.”
Bir yanda Ayasofya ile dini duyguları güçlendirme çabası; öte yanda “İslam’la ilişkisini sıfırlayan gençler”…
Son 20 yılın siyasi ortamı belli ki bir dönüm noktasına gelmiştir. AKP farklı renkleri içinde barındırdığı ölçüde siyasi etkisi büyümüştü. Ancak doğrudan kendisine akmayan oylardan dolayı bu gidişin kendi lehinde olmadığını düşünmeye başladı. Tüm farklı renkler kendisine biat etmedikçe bu çeşitliliğin AKP açısından bir anlamı yoktu. Gezi isyanı sonrası ve Kürt sorununun çözümü için Dolmabahçe’de masaya tekme atılmasıyla sürecin gidiş yönü köklü bir şekilde değişti.
Saray “dindar ve kindar” bir kuşak yetiştirecekti. Olmadı. “Devletin beka sorunu”nu abartarak İslami değerlerle milliyetçiliği yoğurarak yeni bir değer sistemi yaratmaya çalıştı. Olmadı. Daha doğrusu böyle bir kitle elbette var, ancak Saray ve AKP’nin geleceğini garanti altına alacak güçte değil. Gittikçe eriyor.
Genç kuşaklar üzerine son günlerde yoğun tartışmalar var. Onların değerlendirilmesi yazının konusu değil. Belki başka bir yazıya. Ancak AKP’nin 90’lı yıllardan beri etkisini arttırdığı büyük kent varoşlarındaki durumu oldukça ilgi çekicidir. Bu alanlar AKP iktidarı için büyük bir öneme sahiptir. Hele İstanbul varoşları, Erdoğan belediye başkanı olduğundan beri, kendilerinin de o güne kadar itilip kakıldıkları toplumda artık bir yerlerinin olduğunu düşünmeye başladılar. Büyük kent varoşları AKP’nin Orta Anadolu’dan sonra en büyük oy depoları oldu.
Ancak oralarda hava değişmeye başlıyor. Ayasofya namazı buraları, hele buralardaki genç kitleleri ne ölçüde etkiliyor? Bu soruya eskisi kadar kolay bir şekilde evet demek artık zor.
Medyascope’de Bahadır Özgür ve Hakkı Özdal’ın “İki Satır” programında Bağcılar değerlendirmesi, orada gençlerin yarattığı “üç adım dansı”nın neleri anlattığı üzerine yaptıkları program 20 yıl sonra varoşlarda bir değişimin işaretlerini veriyor. Yaşananlar, Varoşların AKP tarafından içerilmesinden sonra, onlara giydirilmeye çalışılan elbisenin artık yeni bedenlere uymadığının açık işaretleridir. AKP’nin yüklediği değerlerden bir uzaklaşma, ancak nereye doğru olduğu henüz belli olmayan bir uzaklaşma…
Gençlikte biriken enerji bir biçimde kendini dışa vurma yolları arıyor. Tıkanmanın sebep olduğu bıktırıcı tekrarlar, çok seviye kaybettiği için siyaset onlara çekici gelmiyor. Böyle zamanlar yeninin doğum sancıları olarak görülebilir. “Zamanın ruhu” şimdilik çürüme ve küf kokuyor. Bu kokular Ayasofya’dan semboller yükseltilerek örtülemez. Gençliğin enerjisi, yoksulluğun öfkesi bu çürüme kokusunu dağıtabilmek için en önemli imkanlardan birisidir.
Ayasofya Bizans’ın anıtıdır. Söylentiye göre Bizans yıkılırken papazlar “meleklerin kanadını” tartışıyorlarmış. Saray’ın gündem icatları ve üstüne yapılan tartışmalar 500 yıl önceki Bizans’ı hatırlatıyor.