Herkese Güvence Sosyalizmde
Güvence mücadelesini Marksizm’e aykırılıkla suçlamak Marksizm’i bir akademik bilgi yığını olarak algılayan ezbercilerin işidir. Marksizm, işçi sınıfının mücadelesini güçlendirecek öncü adımları büyütmenin adıdır öncelikle.
Güvence Hareketi, hayatta kalmak için emek gücünden başka satacak bir metası olmayanlar için gelir güvencesi; değişim değeri yerine kullanım değerini esas alan bir metasızlaştırma; büyük servet adaletsizliğini ortadan kaldıracak bir servetin yeniden paylaşımı mücadelesini birlikte büyütme çağrısıdır.
2008 krizi sonrası dünyasına dört bir yanda emekçilerin, işsizlerin, artık nüfus haline getirilenlerin, kadınların, gençlerin, ezilen halkların isyanları damgasını vurmuştur. İsyanların ortak talepleri metasızlaştırma (temel hizmetlerin aşırı pahalanmasına karşı), güvence (kriz koşullarının emekçilerin sırtına yüklediği faturaya karşı öfke), müştereklerin ve eşit vatandaşlık hakkının savunulmasıydı. Fakat bu isyanların tümü bir eşiği aşmakta zorlandı. Bu eşiğin aşılamamasının en önemli iki sebebi solun içinden çıkamadığı kendi krizinden kaynaklanmaktaydı. Bu krizin bir ayağı bürokratik olmayan ancak karar alabilen ve uzun erimli örgütlerin yaratılamayışı ise diğeri de solun bir ekonomik projeye sahip olamamasıydı.
Oysa 2008 krizi sonrasındaki toplumsal kabarışlar Polanyi’nin piyasalaşmaya karşıt dalga olarak tarif ettiği kategoride, esas olarak kapitalizmin aşılmasını ve sermayenin denetim altına alınmasını talep eden hareketlerdi. Avrupa Solu, AB hayranlığını aşamayışının bedelini büyük bir başarısızlıkla ödedi. Latin Amerika solu ise kendi yarattığı burjuvazi ile geleneksel egemen sınıflar arasında sıkıştı ve devrimi ileri taşıma kapasitesini şimdilik kaybetti. İleri taşınamayan devrim şu anda bir Sırat Köprüsü’nün üzerinde dondu kaldı. Polanyi’nin karşı hareket olarak tarif ettiği toplumsal öfkenin, piyasa toplumunun tahakkümünden çıkış arayışının doğrudan sosyalist arayışları güçlendirmeyeceği, tam tersine neofaşist hareketleri ya da daha ana akım devlet kapitalizmi formlarını takip edebileceğini biliyoruz. Sosyalizmin güçlenmesinin ana koşulu, solun kendini aşacak bir hamleyle ideolojik, örgütsel ve politik krizini aşacak bir enerji üretebilmesidir. İşin ilginç yanı ise solun böylesi bir silkinişi başarabilecek bir toplumsal birikime neredeyse her ülkede sahip olması ancak bunların dağınıklığına son verecek uyanışı gerçekleştirememesidir.
Türkiye’de faşizmin çözülüşünün Saray rejiminin işçi sınıfı üzerindeki zayıflasa da hala ayakta olan hegemonyasının yıkılmasına bağlı olduğunu görmeyen hiçbir demokrasi arayışı başarıya ulaşamaz. Faşizme karşı mücadele, istihdam oranının %42’lere gerilediği ve işsizliğin tarihi rekor seviyelere ulaştığı günlerde ekonomik alana yığılmalıdır. Demokrasinin bugün evrensel ölçekte yaşanan krizi, burjuva ideolojisinin siyaset ve ekonomi alanı arasında yaptığı ayrımın işçinin içine düştüğü cehennemi görmezden gelmesinden kaynaklanmaktadır. Liberal demokrasi küresel ölçekte çökmüştür, gelecekte demokrasi ya yoksulların olacaktır ya da siyasi diktatörlüklerin çeşitli biçimleri ana akım haline gelecektir.
20. yüzyıl sosyalizmi geri kalmışlık sorununu aşmak için üretici güçleri geliştirme göreviyle burjuva devrimlerinin rolüne soyunmanın bedelini ağır ödedi. 21. yüzyıl sosyalizmi ise üretilmiş devasa bir zenginliği küresel ölçekte yeniden dağıtma göreviyle karşı karşıyadır. Ekolojik kriz, Sibirya’da 40 derecelere ulaşan sıcaklıklarla yaşamın her veçhesine cehennemi anımsatır halde. Üretimin sınırsız bir büyüme için değil makul ihtiyaçların karşılanması için düzenlenmesi, otomasyonun, robotik üretimin toplum adına her alanda geliştirilmesi keza yine sosyalist programın ana eksenlerini oluşturacaktır. Bugün otomasyonun yavaş ilerlemesinin yegane sebebi emek gücünün küresel ucuzluğu, göçmen işçilerin “yasa dışı” emeğinin ölümüne sömürülmesi ve patronların yegane ölçütünün kar olmasıdır. İşleri paylaşacağız, üretimi giderek robotlara bırakacağız, toplumun her üyesine mutlak bir güvence temin edeceğiz. Sosyalizm Schumpeteryen, Taylorist bir çalışma toplumu değil eşitlik ve özgürlük eksenli, doğayla uyumlu bir yaşamı vaat ediyor!
Neoliberalizmin atomlara parçaladığı kaygı ve risk toplumunu dönüştürecek, güvence ve dayanışma ekseninde yeni bir yaşam kuracağız. Toplumun atomlarına parçalandığı, kolektif hareketlerin sabun köpüğü gibi kaldığı toplumlarda ancak faşizm kazanır. Ezilenlerin otonom örgütlerinin her türlü eşitlik ve özgürlüğün güvencesi olduğu bir yaşamın inşası 21. yüzyıl sosyalizminin en güncel çağrısıdır.
Toplumun yeniden inşasında reformist olmayan reformlar mücadelesine büyük görevler düşmektedir. İşçi sınıfının işyerlerinde büyük bir izolasyon ve parçalanma ile karşı karşıya kaldığı bu momentte sınıf hareketini sendikal zeminden yeniden inşa etmenin sınırları ortadadır. Bugün atomizasyona son verecek olan işçi sınıfının iş yeri temelinden kaynaklanmak zorunda olmayan bir politik hareketinin reformist olmayan reformlar mücadelesiyle yaratılmasıdır. Güvence Hareketi bu arayışın nüvesidir.
Reformist olmayan reformların dört ana halkası şöyle özetlenebilir:
- Toplumsal servetten pay almak için istihdam zorunluluğunu ortadan kaldırmak. Gelir ile iş arasındaki zorunlu bağı koparmak = Herkese gelir güvencesi.
- Emeğin yeniden üretim maliyetlerinin toplumsallaştırılması (vatandaşlık hakkı olarak temel hizmetler)
- Yeniden üretim emeğinin toplumsallaşması (kadının ev işlerinden özgürleştirilmesi)
- Toplumun, piyasanın ilkelerine göre şekillenmesine son vermek (metasızlaştırma)
Burada öncelikli olan talepler değil bu talepler ekseninde bir hareket inşa edebilmektir. Sosyal politika Bismarck zamanından beri işçi sınıfı hareketlerini evcilleştirmek için kullanıldı. Ancak aşağıdan yaratılan güçlü talepler, sonunun nereye varacağını kimsenin bilemeyeceği hesaplaşmalara dönüşebilir. Birçok ülkede burjuva devletler tarafından hayat geçirilen toprak reformunun Fransız, Rus ve Çin Devrimleri’nde ne roller oynadığına bakmak bu açıdan anlamlıdır.
Güvence mücadelesini Marksizm’e aykırılıkla suçlamak Marksizm’i bir akademik bilgi yığını olarak algılayan ezbercilerin işidir. Marksizm, işçi sınıfının mücadelesini güçlendirecek öncü adımları büyütmenin adıdır öncelikle. Vurguyu mülkiyet meselesine değil de toplumsal mülkiyetin doğrudan topluma sağlayacağı imkânlara yapmak zorunda kalmak 20. yüzyıl sosyalizminin toplumsal mülkiyet deneyimlerinin yaşadığı hayal kırıklıklarının konjonktürel bir sonucudur.
Talebimiz güvence, güvence birliğimizde!
Herkese güvence sosyalizmde!