Evrim Kepenek: Dayanışmayı hayatımızın her alanına dahil etmeliyiz
Erkek şiddeti, salgında kadınların yaşamını almaya devam ediyor. Kazanılmış haklarımıza saldırılarla birlikte yaşam güvencemiz bile olmuyor toplumda. Sesimize ses olan yazılar, haberler, birbirimizden güç almamızı sağlıyor. Hak odaklı haberciliğiyle yaşamdan, dayanışmadan yana tavır alan, bize güç veren, kadın dayanışmasını hayatımızın her alanına dahil etmemiz gerektiğini vurgulayan Evrim Kepenek ile söyleştik.
Pandemi sürecinde tüm dünyada erkek şiddeti arttı. Bazı ülkeler şiddeti engellemek adına paketler açıkladı. Türkiye’de ise hiçbir önlem alınmadığı gibi bizim için hayati önem taşıyan 6284 sayılı kanun askıya alındı. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
Türkiye’nin devlet organizasyonu her kademesi ile erkek şiddetini “meşru”, “münferit” gören bir noktada meseleye bakıyor. Bunun en önemli nedeni ataerkiye bağlı olarak kurulan devlet sistemi gibi gözükse de bu “patriarkal” bakış açısı özellikle AKP döneminde pekişti. AKP’nin kadına “mufazakar”, “dini” öğelerle bakması, “Kadının yeri evidir”, “Kadınlar üç çocuk yapmalıdır”, “Anne olmayan kadın eksiktir” gibi söylemleri ile kadını toplumda erkekle eşit görmeyen yaklaşımını her zaman ifade etti. Bu da erkeklerin, yargının, medyanın kadına bakışını “kadın erkekle eşit değil” noktasına getirdi. Buradan ilk cümleye gelecek olursak devlet organizasyonu mahkemede erkek şiddet uyguladığında “indirim” uyguladı, LGBTİ öldürüldüğünde “onun kabahati” oldu. Maalesef bu şiddet örnekleri pandemi döneminde daha da arttı. Mesela 6284 No’lu yasa “Erkeğin gidecek yeri yok, evden uzaklaştırılmasın”, “Ne yapalım kadın da dayak yesin” denilirmişçesine yok sayıldı, askıya alındı. Cezaevindeki şiddet suçluları serbest bırakıldı; bazılarının çıktıktan sonra aynı suçları yineledikleri, kadın ve çocukları öldürdükleri basına da yansıdı. Bence bu konuda şunu vurgulamakta fayda var, her türlü şiddet kadın örgütleri ve feminist avukatların tüm uyarılarına rağmen geldi. Pandemi döneminde yaşanan erkek şiddeti vakaları “göz göre göre” gelen, devletin istese engel olabileceği şiddet vakalarıdır. Ancak sıklıkla söylediğim gibi erkek şiddetinin meşru görüldüğü ve bunun devletin zerresine dahi bulaştığı bir coğrafyada kadınların mücadelesini oldukça zor günler bekliyor. Çünkü var olan haklardan da kadınların feragat etmesi bekleniyor. Maalesef dünya kadınları erkeklerden korurken bizim ülkemizde kadınlar yerine erkekler, erkeklik korundu, pandemi bahanesi ile.
Medyanın gücü çok önemli kadının maruz bırakıldığı şiddeti ve tacizi duyurmak açısından. Böylelikle hem kadınlar birbirinden güç aldıkça yaşadıklarını daha rahat ifade edebiliyor hem de faillerin ceza alması sağlanıyor. Bir gazeteci olarak senin bu konudaki gözlemlerin neler?
Kadın dayanışması her zaman fark yaratıyor. Son olarak Şule Çet davası bunun bir örneği. Dayanışma derken illa tweet atmaktan, bir açıklama yapmaktan söz etmiyorum. Otobüste giderken bir kadınla dayanışmak, komşu kocasından şiddet görüyorsa ona destek olmak, birlikte yaşadığımız kadınlara veya hiç tanımadığımız kadınlara destek olmaktan söz ediyorum. Dayanışma dediğimiz şeyi artık açıklamaların, mahkeme takip etmelerin önüne geçirmeli ve hayatımızın her alanına dahil etmeliyiz diye düşünüyorum. Yanlış anlaşılmasın; açıklamalar, mahkemeler de çok önemli ama ben kadın dayanışmasını hayatımızda içselleştirmekten söz ediyorum. Bu da sanırım tam bir feminist yaşantı ile mümkün olabilir.
Medyanın gücünün öneminden bahsettik fakat bu haberlerin duyurulması noktasında hala çok eksiğiz. Bu konuda toplumsal cinsiyet odaklı haberin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Geçmiş yıllara oranla bu konuda yer yer iyileşme var diyemez miyiz, en azından eskiye nazaran daha fazla gündeme gelmiyor mu bu dilin kendisi?
Evet, var ancak çok yetersiz. Bir adım ileri gidiliyorsa medya dili iki adım geri gidiyor. Bu da yine kadınların birbirlerini uyarması ile, erkek medya alanının daha da kadınlaşmasıyla değişebilir.
Televizyon programlarının biz özel bir sektörüz açıklamalarıyla hiçbir sorumluğu üzerine almadan ötekileştirmesi ve bu durumu normalleştirmesi birçok muhalif gazetecinin özellikle kadınların temsilini düşürüyor, tüm bunlar gazeteciliği de belirli alana sıkıştırmıyor mu?
Soruda “normalleştiriyor”u anladım ancak muhalif gazeteciler ve kadın gazeteciler kısmını anlamadım. Didem Arslan’ın açıklaması kendisini ve kurumunu bağlar bizlerin duruşu ve haberlere bakışı da bizi bağlar. Bu konuda çok bir şey söylememem ama Didem Arslan’ın açıklamasını nasıl buldunuz derseniz, tabii gazetecilik reflekslerinden uzak, tamamen “patron” refleksli bir açıklama. Bugünlerde Didem Arslan gibi gazeteciler olduğu gibi başka gazeteciler de var. Didem Arslan’ın kendisi değil, tanımam etmem, ama söylemi hepimiz adına utançtır. O açıklamaları yaptığımız haberler ile, ürettiğimiz haber içerikleri ile gölgede bırakabiliriz. Yaşasın dayanışma, yaşasın kadın gazeteciler demek isterim son olarak.