“Aç-Pandemi-Kapa-Kriz” Çaresizliği Ve Güvence Ekonomisi Mücadelesi
Sermayenin aşırı birikimi ve bu birikime sürdürülebilir oranda yeni ve kârlı yatırım alan ve olanakları yaratma basıncı, yaşadığımız güncel sorunların, pandemi dâhil, en önemli sebebi.
Gündelik yaşam üzerindeki sınırlama ve denetimlerin azalması ile birlikte vaka sayılarında dikkat çekici artışlar ortaya çıktı. İnşaat şirketlerinin ve rantiyeci dükkân sahiplerinin zoruyla açılan AVM’lerin bu artıştaki rolünün ne olduğu ortada. Siyasal İslam görünümlü milliyetçi iktidarın, hem sermaye hem de devlet için önemli bir gelir kaynağı, bir tür gönüllü vergi olan İddaa’yı oynatabilmek için futbol ligini yeniden başlatmaları da virüsün yaygınlaşacağı koşulları en azından psikolojik olarak destekliyor. İstanbul’un işçi mahallelerinde Bağcılar, Güngören, Zeytinburnu, Esenler’de covid-19 haritaları hala kıpkırmızı. Önümüzdeki iki hafta sonu yapılacak iki büyük merkezi sınavın bu tabloyu daha da pekiştireceğini görmek için kâhin olmaya gerek yok. Sınavlar sonrasında sokağa çıkma yasaklarının yeniden başlaması kaçınılmaz gözüküyor.
Pandemi bu aksak ritimle hayatlarımızda kalıcılaşıyor. Pekin’de vaka sayılarının kritik seviyeye ulaşması, başarı abidesi olarak gösterilen Yeni Zelanda’da yeniden enfekte kişilere rastlanılması, ABD’de durumun kontrol altına alınabildiği ile ilgili hiçbir belirti bulunmaması bu tablonun sadece yerel değil küresel izlek olduğunu gösteriyor.
Sermayenin aşırı birikimi ve bu birikime sürdürülebilir oranda yeni ve kârlı yatırım alan ve olanakları yaratma basıncı, yaşadığımız güncel sorunların, pandemi dâhil, en önemli sebebi. Henri Lefebvre, kapitalizmin tüm çöküş kehanetlerine rağmen ayakta kalabilmesini yeni mekânlar yaratabilme yeteneği ile açıklıyordu. Onun açtığı yoldan ilerleyen David Harvey de “Başka yerlerde yeni pazarlar, yeni üretim kapasiteleri, yeni kaynaklar, toplumsal ve emekle ilgili yeni olanaklar devreye sokularak yapılacak mekansal kaydırma”nın sermaye birikimini süreklileştirme açısından öneminin altını çizmişti. Bu yeni değerlenme alanları arayışının insan dışı doğanın kendisini yeniden üretebileceği mekânın makul sınırlarını aşması, koronavirüslerin insana bulaşmasına dayanan bu tarz pandemilerin ortaya çıkmasının en önemli sebebi. Sermaye birikim ihtiraslarının, doğal yaşamın kendisini yeniden üretmesine yetecek ölçekte otonom alanlara tahammül edememesi pandemiye varan bir ekolojik krizin en önemli tetikleyicisi. İnsanlığın yarattığı toplumsal zenginliğin kendisine ve tüm yaşama düşman hale gelmesi ise zenginliğin kendisinden ziyade üretim ilişkilerinin değişime direnen doğasının bir ürünü. “Dünya üzerindeki böceklerin sayısına dair bugüne kadarki en büyük analiz, son 25 yılda neredeyse %30 oranında endişe verici bir düşüşü gösteriyor, ilgili araştırmacılar şöyle düşünüyor: Tarım ve kentleşme adına bu bölgelerdeki vahşi habitatların tahrip edilmesi, böcek popülasyonlarını büyük ölçüde azaltıyor olabilir”(Damian Carrington, Evrim Ağacı). Bütün yollar Roma’ya çıkıyor görüldüğü gibi.
Branko Milanoviç’in 20. yüzyıl komünizmini, geri kalmış ülkelerde burjuva devrimlerinin gerçekleştiremediği tarihsel kalıntıları temizleme ve özellikle sanayinin gelişmesi için gereken sermaye birikimini sağlama işleviyle ilişkilendirmesi benzerleri ile geçtiğimiz yüzyılın sonunda da karşılaştığımız bir argüman. Ancak 21. yüzyıl sosyalizminin büyük üretim patlamaları gerçekleştirmekten ziyade üretilen toplumsal zenginliği ortaklaştırma görevinin daha ön planda olduğunu hatırlatması açısından da faydalı. 21. yüzyıl sosyalizminin en temel gündemi dev sanayi atılımları değil, şu olacak: Nasıl daha fazla kar edeceğine karar veremediği için insanlığı yıkıma sürükleyen bir zenginliği zapt etmek ve yeniden paylaştırmak!
Pandeminin aksak bir ritimde, birbirini takip eden açma ve kapamalar şeklinde gündelik hayatın bir parçası haline dönüşmesi, kimi sektörlerde geri dönüş olanaklarının tamamen rafa kalkması, 2020 sonuna kadar giderek kesifleşecek bir resesyonun etkilerinin tüm dünyada yaygınlaşacak olması toplumsal servetin yeniden paylaşımı talebinin güçlenmesinin nesnel zeminini yaratıyor. Sermaye kesimleri yeniden paylaşımı konuşulur bir gündem olmaktan uzaklaştırmak için çoklu günah keçileri yaratmakta mahirdir. “Liberal bir emperyalizm biçimine (hem de ilerleme ideolojisine, uygarlaştırıcı ulu görev ideolojisine bağlanmış bir biçime) yöneliş, mutlak ekonomik zorunlulukların sonucu değil, burjuvazinin herhangi bir sınıfsal ayrıcalığından vazgeçmek istememesinin, böylelikle aşırı birikimi yurt içinde reform yoluyla eritme olasılığının tıkamasının sonucuydu”(D. Harvey, Yeni Emperyalizm: Mülksüzleştirme Yoluyla Birikim). İtalya’nın yükselen yıldızı Salvini, mültecileri virüs taşıyıcılığı ile suçlayarak halkın pandemi karşısındaki öfke ve çaresizliğini yabancı düşmanlığına tahvil etme noktasında önemli bir adım attı. Yine İstanPol tarafından açıklanan “İstanbul’da Suriyeli Sığınmacılara Yönelik Tutumlar” raporu da milliyetçi, ulusalcı “sağduyunun” Suriyelileri şeytanlaştırma sürecinin pandemi günlerinde derinleştiğini gösteriyor.” İşsizlik arttıkça, vasıfsız/alt/ gündelik işlere dahi muhtaç hale gelen emekçiler, mülteci işçileri bir rekabet gücü olarak algılamaya başlıyor” (Ercüment Akdeniz, İstanbul’un Suriyelilere Bakışında kırmızı alarm, Evrensel). Finans kapital, ne yapacağını bilemediği servetini korumak adına insanlığı yeni cehennem senaryolarında başrol oyuncusu yapma huyundan kendiliğinden vazgeçmeyecektir. Bu yol ayrımında yaşamın savunulmasının temel meselesi, toplumsal servetin yeniden dağıtılmasından ve herkes için güvence ekonomisinin yaratılmasında düğümleniyor.
Sermayenin yeniden paylaşılması, piyasalaşmış birçok hizmetin yeniden kamusal güvence altına alınması için dünyanın dört bir yanında mücadeleler ve girişimler artıyor. Avustralya’da çocuk bakımının, Londra’da toplu ulaşımın, Kanada’da yaşlı bakımının kamusallaşması gündemde.
Kimi sol çevreler ve aydınlar, toplumsal zenginliğin yeniden paylaşımı, metasızlaştırma amacıyla yürütülen reformist olmayan reform mücadelelerine burun kıvırma eğilimindeler. Bu tutumu antikçağ filozoflarından, Efesli Heraklitos’un muarızı Parmenides’in öğrencisi Elealı Zenon’un hareketin doğasını inkâr etmeye çalışmak için ürettiği paradokslarına hâkim olan yaklaşıma benzetiyorum. Malum, Zenon hareketin doğasını kavrayamadığı için Yunanlı koşucu Aşil’in ne kadar hızlı giderse gitsin önündeki bir kaplumbağayı asla yakalayamayacağını düşünüyordu. Elealı paradokslarıyla nasıl hareketin imkânsızlığını ve varlığın değişmezliğini göstermeye çalışmışsa, güncel sol taleplere karşı gelişen muhafazakar sol tutumun da son kertede kapitalizmin aşılmasının olanaksızlığı bilincine katkı sağladıkları söylenebilir. Bir talebin kendisine, o talebin yaratacağı etkinin kendisinden daha fazla odaklanan bakış açılarında toplumsal hareketlerin nasıl doğup büyüdüğü ile ilgili bir bilinç yetersizliğinin olduğunu düşünüyorum. 50. yıldönümünü andığımız Türkiye işçi sınıfı tarihinin en önemli ayaklanması 15-16 Haziran, son kertede anayasal bir hakkın savunulması ihtiyacından kaynaklanmamış mıydı?
“Dolayısıyla, çağdaş kapitalizmi eskiden ‘refah kapitalizmi’ denilenin yönünde değiştirmek için bile işçi sınıfının böyle bir gündem için mücadele etmesi gerekecektir. Ancak işçi sınıfı bunu yaptığında ve uluslararası finans kapital böyle bir gündeme karşı koyduğunda sınıf mücadelesinin en şiddetli zamanında oluruz. Bu mücadelenin ‘refah kapitalizminin’ dirilmesinin elde edilmesi düzeyinde mi kalacağını yoksa sosyalist bir alternatife mi gideceğini yalnızca zaman söyleyecek. Sınıf mücadelesi, sistemi şimdiki haliyle değiştirmek için bir kere ivme kazandığında, sonucu praksise bağlı olacak ve sistemin kendisi ile sınırlı kalmayabilir”(Prabhat Patnaik, Yol Ayrımındaki Dünya, Politik Yol).
Türkiye işçi sınıfının güvence adına elinde kalan son kozu kıdem tazminatı, ancak emekçilerin her kesimini birleştirecek kapsamlı bir güvence mücadelesi ile püskürtülebilir.