Pınar Öğünç: Hepimizin buluştuğu yer geleceksizlik hissi

Salgının başından beri radikal bir dönüşüm iyimserliğinde olamadığını söyleyen Pınar Öğünç, “Damlaya damlaya oluyor bu işler, işte görüyoruz, sonra bir bakıyorsunuz o damlalardan deniz olmuş, dibinde de devrilmiş heykeller yatıyor.” dedi.

Güneşin tenimize işlediği sıcak bir yazı karşılamışken, dünyada ve Türkiye’de virüsün etkisini hissetmeye ve daha ne kadar hayatlarımızı, düşüncelerimizi, duygularımızı etkileyeceğini bilmediğimiz bir mevsimi yaşıyoruz. Kafede çayı masaya bırakan, yemekler yapan, bulaşıklar yıkayan, sessizce duvarlara bakıp yarın ne yapacağını düşünen insanların en azından zihinlerde bir yerlerde buluşup bir yerlere yuvarlandığı şu günlerde Pınar Öğünç’ün yazı dizisine yeniden dönüyoruz. 

Epey yankı uyandıran yazı dizisinde toplumun buluştuğu ortak duyguyu ve sınıfın farklı seslerinin duyurulmasını sağlamış oldu Öğünç. Bir biçimde eşitsizce yaşanan bu süreçten belki de “hiçbir şeyin değişmemesinden endişe”sini dile getirirken küçük küçük şeylerin birikmesiyle bu değişimin geliştiğini aktardı.

Irkçılığın, nefretin, eşitsizliğin tahammül edilebilirliğin kalmadığı, virüsün değil yaşanmaz hale getirilen bu dünyanın öldürücülüğünün haykırıldığı bugünlerde Pınar Öğünç ile yazı dizisindeki gazetecilik yaklaşımını, kendine yeni kılıflar bulan güvencesizliği, değişimi, içine kapanılan evlerde neredeyse yaşam mücadelesi veren kadınları konuştuk.

“Birbirimizin sesini, derdini duymaya, diğerinin dermanında kendimizinkini aramaya ihtiyaç var.” Tam bu nedenle bu yazı dizisine başladığını söylüyorsun, yorumunu katmadan başkalarının seslerini duyurmaya seni iten neydi?

Bir pandemiye hazırlıklı olmamızı gerektirecek çok neden vardı ama çok açık gördük ki değildik. Bireyler, devletler, bütün dünya olarak değildik. Hayatın ortasına birden ölümcül bir virüs düştü ve bıçak gibi kesti her şeyi. Hayatın normal hallerinde de ölüm, aslında bu gezegene dair her tür risk insanlara eşit şekilde dağılmıyor. Pandemi gibi büyük hadiseler de var olan bu eşitsizliği daha katmerliyor. Bütün bunlara aynı anda tanık olurken ben ne yapabilirdim… İşim yazmak. Daha olup bitene odaklı sıcak haber dili de kullanılabilirdi,  yaşadıklarımızın anlamını sorgulayan fikir yazıları da yazılabilirdi; son yıllarda koşulların ayrıca zorlaştırılmasına rağmen direnen medyada bunların hepsinin iyilerini de yapanlar oldu neyse ki. Gazeteciliğin sınırlarını biraz esnetmek, öznelerin sesinin daha dolaysız duyulmasına öncelik vermek istedim ben. İnsanların hikâyelerini dinlerken, bazen kriz anının dışına çıkmak politik olarak da alanı genişletebiliyor, meseleyi daha anlaşılır kılabiliyor. Bir yandan insanlığın tek sorunu birbirinin derdini duymaması ya da diğerinin yaşadıklarını bilmiyor olması değil ne yazık ki. Daha kötüsü, biliyor olmaya rağmen değiştirme arzusu hissetmemek, imtiyazlardan vazgeçmemek. Ama yine de bunun birbirimizi dinlemeye, samimiyetle anlamaya dair arzumuzu köreltmemesi için direnmek gerekiyor.

Yazı dizisinde yaşadıklarını anlatanların tek ortak noktaları güvencesizlik diyebiliriz. Yaşamlarının, işlerinin, sağlıklarının, geleceklerinin güvencesi yok, hepsi kendini neyin beklediğini bilmiyor ve bu durum insanları her zamanınkinden daha çok etkiliyor. Sence bu durum uzun süredir yaşanmıyor muydu?

Tabii, güvencesizlik aslında kapitalizmin çekirdeğinde var. Emeğini satana kolay vazgeçilebilir olduğunu hissettirmek bu pazarlıkta sermayenin elini her daim daha da güçlendirdi. Ama güvencesizliğin tabiatı değişti zaman içinde. Mesela işe girdiği yerden emekli olabilmek, bu belki birkaç kuşak öncesinin normaliydi, artık çok nadir sayılabilir. Güvencesizlik kendine yeni kılıflar buldu, ayrıca çapı da genişledi. Artık çok daha geniş kesimin, kalabalıklaşmış yoksul kesimin olduğu kadar yoksullaşan orta sınıfın da meselesi. Hepimizin buluştuğu yer geleceksizlik hissi. Bu belirsizlik ayrıca çok yıpratıcı.

Psikologların yaşadıklarını anlatan röportajını paylaştıkları için Madalyon Psikiyatri Merkezi’nde çalışan beş psikoloğun işine son verildi. Bu bile yaşadıklarımızı paylaşmamızın sistem için ne kadar korkutucu olduğunu göstermiyor mu?

Yazı dizisi için farklı alanları düşünürken, açıkçası biraz bütün bu yaşadıklarımızın ruh halinden konuşabilmek için bu konuda tecrübeli biriyle görüşmek istemiştim. Özelleşmiş sağlık hizmetlerinin türlü sonuçlarını görüyoruz, yaşıyoruz ama ruh sağlığı alanındaki piyasalaşmanın bu kadar vahim yerlere geldiğinden haberdar değildim. Söz edilen merkezden bir yetkili beni aradığında onlara da sordum, ilginç olan hiç isim anılmamasına rağmen kendilerinden söz edildiklerinden bu derece emin hissetmeleriydi. Oysa hem bu alandan, hem genel olarak sağlık sektöründen bir dolu kişi benzer şeyleri yaşadığını yazdı sonrasında. Hatta birkaç özel okul öğretmeni mesaj attı “yaşadıklarımıza ne kadar da benziyor” diye. Hastanın müşterileşmesiyle, öğrencinin müşterileşmesi de benzer işleyişi gerektiriyor, benzer sonuçları doğruyor çünkü. Bu işten çıkarmalar da ayrıca söylenenleri onayladı, daha fazlası olduğunu gösterdi hepimize.

Söyleşiler çok etkileyiciydi ve kapsamlıydı, birçoğumuzun yaşadıklarıydı aslında. Okurken hem yalnız değiliz hem de bu böyle gitmez diyordum. Pandemi sürecinde de çok kez söylendi, bu virüs hayatımızı değiştirecek, diye. Sence bu değişiklik nasıl olacak?

Değil mi, her şey ortada, bu böyle gitmez diyoruz, gitmemeli gibi hissediyoruz. Ama gidiyor. Salgının başından beri radikal bir dönüşüm iyimserliğinde olmadım. Biraz da bu temkin hali bu diziyi yapmaya yöneltti beni, bir ucundan da olsa kaydedebilmek istedim. Çünkü eşitsizliği bu derece açık yaşadığımız günlerin üzerine, hiçbir şeyin değişmemesinden endişe ediyordum. Bireysel hesaplaşmalar, dönüşümler oldu, aynı kalmak mümkün değil, bu sorgulamalar da hiç önemsiz değil. Damlaya damlaya oluyor bu işler, işte görüyoruz, sonra bir bakıyorsunuz o damlalardan deniz olmuş, dibinde de devrilmiş heykeller yatıyor.

Sen bu söyleşileri yaparken yaşadığın ilginç bir şey oldu mu? Yaşadıklarını anlatmak bazıları için zor olabilir. Farklı kesimlerden insanların sesini aktarırken zorlandın mı?

Uzun zamandır gazetecilik yapıyorum, işimin büyük kısmını da hep söyleşi oluşturdu. Farklı biçimlerde yazsam da zaten hep böyle söyleşiler yaptım. Bu süreçte kim olduğunun anlaşılmasından ayrıca endişe duyanlar vardı, hangi kişisel özelliklerin onun o olduğunu anlaşılmasına yol açabilir, birlikte buna karar verdik mesela. Bu ilginç bir tecrübeydi. Konuştuğum ilk kişi dışındakileri tanımıyordum, o da Kırkyamalı tekstil işçisi Semra’dır, onunla çıkmış oldum yola. Dört söyleşi, benim arayıp bulmamla değil onların bana ulaşmalarıyla oldu. Biri ilginçti çünkü, hikâyesini okuduğunuz kişi değil, onun yakın bir arkadaşı beni aramıştı. Ondan duyduklarından o kadar etkilenmiş ve öfkelenmişti ki, önce onu anlatması için ikna edip, sonra da bana ulaşmıştı. Çok şahane bir kadın dayanışması örneği bu bence.

Yazı dizinde özellikle kadınların hikâyeleri çok çarpıcıydı. Kadınlar pandemi sürecini çok daha fazla üzerlerine yük binerek yaşadılar. Senin bu konudaki gözlemin neler oldu?

Virüs aynı, riskler belli, ama salgının getirdiği her hali eşit yaşamaktan alıkoyan bir etken de toplumsal cinsiyet rolleri oldu tabii. Öyle ki bu süreçte hekiminden temizlik işçisine, teknisyenine tüm sağlık çalışanları fiziksel ve de duygusal yükü ağır bir kamu görevi üstlendiler, yorgunluklarına rağmen hâlâ da buna devam ediyorlar. Fakat biliyoruz ki örneğin kadın doktorlarla erkek doktorların bu esnadaki tecrübesi de aynı olmadı. Bir kadın hekim kendisi anlattı, hastanelerde kriz anlarını kendine bahane olarak kullanabilen erkeklik hallerini, cinsiyetçi dili… Aileden ayrı kalmak ya da her an hastalık tehlikesiyle çalışmak ya da yeterli sağlık ekipmanından mahrum olmak… Tüm bunları kadın ve erkek sağlık çalışanları aynı yaşıyor ama hazmetme, tepki verme biçimlerini toplumsal cinsiyet rolleri belirliyor. Keza “evde kalmak” da birçok kadın için normalleşmiş ev bakım emeğinin katlandığı bir zaman anlamına geldi. Evin dayattığı işler, varsa çocukların bakımı, eğitimi, tüm bunların üzerine bir de kadının ofisten eve taşınmış iş mesaisi… Dört duvar üzerine üzerine geldi kadınların, evde kalarak virüsten korunurken dayatılan “kadınlık”tan kendilerini korumak ayrı bir mücadeleye döndü, yoruldular. Virüs kadar, toplumsal cinsiyet rolleriyle mücadele etti kadınlar. Bir yandan ev içi şiddet tüm dünyada arttı. Dizinin kapanışını da salgın zamanı kocasından gördüğü şiddetin artışına artık dayanamayan, hayatını değiştirmeye karar veren güçlü bir kadının hikâyesiyle yaptık bu yüzden.