Dijital İklim Grevi – Bekir Sade
Dünyayı kitlesel yok oluşlara sürükleyen bu sisteme karşı direnişi her alanda büyütmek, yaşamakta ısrarcı olmak anlamına geliyor.
Malumunuz bugün 3 Nisan. 5. Küresel İklim Grevi bugün yapılıyor. Fakat tüm dünyayı saran yeni koronavirüs sebebi ile grev, dijital ortamda gerçekleşiyor. Grevlerle, eylemlerle, protestolarla birkaç yüzyıldır oldukça haşır neşir olan sosyalistler için iklim adına yapılacak grev bir miktar yabancı iken “Bunun dijital hali de ne ola ki?” diye bir soru çıkıyor karşımıza. Bunun izahatini yapmadan önce bazı şeyleri açığa kavuşturma gereksinimi duyuyorum. Bunlardan ilki ekolojik krizi yüzeysel de olsa anlayabilmek için “Ekoloji nedir?” sorusu. İklim grevi, göz ardı edilemez büyüklüğe erişen ekolojik kriz gerçekliği dolayısıyla yapılıyor sonuçta.
Sanayileşmeden bu yana dünyanın çeşitli yerlerinde çeşitli çevre hareketleri varlık gösterdi ve hala göstermeye devam ediyor. Çevre hareketleri genellikle insanlar için daha yaşanılabilir bir fiziksel dünya özlemiyle hareket noktası buluyor. Fakat çevre sorunlarını netlikle ortaya koyma ve bir alternatif sunma işi; sorunun kaynağına inme ihtiyacını doğurduğu için radikalleşmeyi mecbur kılıyor. Daha iyi bir fiziksel dünyanın ötesinde insanlar ve diğer tüm canlılar için politik bir çözüm olarak sömürüden ve tahakkümden azade bir dünya hayali ve mücadelesi için karşımıza radikal ekolojik arayışlar çıkıyor. Fakat bütün bunlardan önce çevre ile ekoloji kavramlarını konuşmamız gerekiyor.
Çevre kavramı, ekoloji kavramından farklı olarak “tanımı gereği bizim dışımızda kalan, belli bir yapısı olmayan şeylerden oluşur; ekoloji ise iç ilişkilerce tanımlanan bir bütündür. Çevreler listelenebilir, numaralandırılabilir. Ekolojiler ise bu şekilde ambalajlanamaz, aralarındaki sınırlar aktif dönüşüm alanlarıdır ve içerisi ile dışarısını birbirinden ayıran sabit bir hat yoktur.” der Joel Kovel. Yani bir ekolojiden söz ediyorsak onu içinde bulunduğu bütünün diğer parçalarından ayırmak ya da bahsi geçen ekolojiyi iç parçalarından azade düşünmek pek mümkün değil. Bu bize tarihsel materyalizmden dolayı fazlasıyla tanıdık geliyor sanki.
Sadece “iç ilişkilerce tanımlanan bir bütün” tanımıyla yola çıktığımızda aslında biyolojik olanın ötesinde insan toplumunun da ekolojinin bir konusu haline geldiğini görüyoruz. Toplumun yapı taşı olarak bireyin toplumdan azade olamadığını bildiğimiz gibi, toplumun bütününün de onu oluşturan her bir bireyin toplamından fazlası olduğunu görmemiz iç ilişkilerce tanımlanan bir bütünün karmaşıklığını gözler önüne seriyor. Marksist teknik ile toplumu ve bireyi anlamak da bu yoldan geçiyor şüphesiz. Bu tanımın ve tanım dolayısıyla gelişen mücadele pratiklerinin de ekoloji hattına Marksizm dolayımıyla aktarıldığını da söylemek isterim ayrıca.
İnsan toplumları ekolojinin konusu haline geldiğinde ekolojik kriz daha anlamlı hale gelir. Çünkü insanlık olarak çeşitli çevre felaketlerinin edilgeni yani etkileneni olduğumuz kadar etkeni yani sorumlusu da biziz. Sosyolojik ve psikolojik bir varlık olarak kendimizi biyolojik dünyadan ayırdığımız takdirde soruna çözüm bulmak bir yana, sorunu netlikle ortaya koyamamış oluruz. Biz insanlar hem kendi türdeşlerimizle kurduğumuz ilişkilerde hem de dış dünyayla (bu bir orman yahut bir nehir yahut İstanbul boğazı vs. olabilir) kurduğumuz ilişkilerde tamamen ayrı iki taraf olmuyoruz. Bu ilişkiler hem mekan hem de zaman açısından sürekli ve akışkan/geçirgen bir halde. Kovel’in ortaya koyduğu gibi net sınır çizgilerimiz yok. Öyleyse ekolojik kriz toplumsal sorunları da içinde barındırır.
Ekolojik krizin sorumlusunun insani faaliyet olduğu ortada. Peki ne tür insani faaliyet? New York’un plazalarında yaşayan ve kendini tüketmekle var eden, ekolojik ayak izi oldukça yüksek olan bir insan ile Amazon havzasında diğer türlerden bir tür gibi yaşayan yaban insanlarını aynı kefeye koyan bir genelleyici insani faaliyet, ekolojik krizin sorumlusu olamaz. Öyleyse 200 yıl önce tarif edildiği şekliyle insan ile insan dışı doğanın metabolik yarılmasının daha özgülleşmiş sebebi siyasal, ekonomik ve fazlasıyla toplumsallaşmış bir sistem olarak kapitalizm olmaya devam ediyor. “Kapitalizm ekolojik yıkımdır” sloganının oldukça popülerleştiği şu günlerde bunun nasılını ortaya koymak başka bir yazıya kalabilir. Bu her ne kadar birçoğumuz için malum olsa da her fırsatta kapitalizm eleştirisi olarak sunulması gerekir.
Peki ekolojik kriz bu açılardan bakıldığında neleri barındırır? İçinde bulunduğumuz koronavirüs pandemisi elbette ekolojik krizin bir parçasıdır. Kapitalist faaliyet sonucu ortaya çıkmış olması ve insan toplumlarını olumsuz etkilemesi bunun için yeterli (her ne kadar insan dışı dünyaya olumlu etkileri olsa da). Koronavirüsten önceki çeşitli pandemiler, aşırılaşmış hava olayları, yoksulluk ve iltica, çeşitli türlerin kitlesel yok oluşları, hava sıcaklığının küresel çapta artışı ve dolayısıyla gelen onlarca felaket de ekolojik krizin birer parçaları. Bunları düşünürken insan merkezli olmamak gerekiyor tabi ki. Bizim sorumlu olduğumuz bir durumdan dolayı biz insanların etkilendiği kadar -hatta belki daha fazla- diğer canlılar da bu durumdan olumsuz etkileniyorlar, yaşamlarını kaybediyorlar. “Her şey insanlar için” anlayışı ekolojik krizi oluşturan kapitalizme içkin etkenlerden biridir aynı zamanda. Yani ekolojik kriz dünya üzerinde son zamanlarda görülen çeşitli çevre felaketlerinin toplamıdır ve bunun çözümü mutlaka radikal eko-politikaları gerekli kılıyor.
Böyle bir zamanda İsveç’ten çıkan 16 yaşında bir gencin dünya liderlerine meydan okuması gibi tarihsel bir olay da tesadüf değil. Greta geleceğini yedi başlı kapitalizmin zulmünden kurtarmak için başkaldıran bir neslin önde gelen bir sembolü sadece. Yanlış bir genelleme olmaması açısından zorunlu bir açıklama: İklim grevlerinin ön yüzünde ekolojik krizin sorumlusu olarak çok net bir kapitalizm mahkumiyeti olmamakla birlikte, alternatif bir sistem arayışı olarak “iklimi değil sistemi değiştir” ifadesi çokça yer buluyor. Tarihte de bunun gibi öne çıkan sloganlar, hareketliliğin kimliğini yüzeysel olarak da olsa ele verir. Örneğin “tüm iktidar sovyetlere” ya da “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” gibi…
Greta, ilk defa okulu asıp meclisin önünde iklim grevi yapmasından bu yana dünya çocukları, gençleri ve hatta yetişkinleri için bile ön açıcı bir rolde. (20. yüzyılda toplumsal hareketlerin sembolleri orta yaşlı karizmatik erkekler olurken bugün Greta’nın bu pozisyonda olması 20. yüzyıl siyasetlerine takılıp kalanlar için sonu gelmez uyarılardan biri olabilir.) Greta ve arkadaşlarının (Türkiye’den Deniz, Atlas, Melisa ve daha fazlası) öncülüğünde iklim grevleri, kitlesel olarak bugün beşincisini gerçekleştiriyor. İklim grevleri genel itibariyle çocukların okul grevi yapıp iklim için sokağa çıkmalarıyla kendini gösteriyor. Çocukların buradaki rolü ise elbette geleceği çalınanlar olmalarından kaynaklanıyor.
Dijital iklim grevi ise herkese açık çeşitli kanallardan basın açıklaması, iklim aktivistlerinin konuşmaları, müzik paylaşımları ve yüzlerce farklı noktadan insanların internet ortamında buluşarak, sloganları ve dövizleriyle birlikte bir araya gelmelerini ifade ediyor. Bir direniş pratiği olarak binlerce kişinin katıldığı online eylemler de sol eylem repertuvarına dahil oluyor gitgide.
Küresel ilkim grevleri başta Avrupa olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinden binlerce insanın eş zamanlı katılımıyla gerçekleşiyor. Bu zamana kadar iyi bir örgütlenme ivmesi yakaladı. Toplumsal muhalif basıncı oluşturma anlamında başarılı da oluyor denebilir. Fakat iklimi değil de sistemi değiştirmek için basınç olmaktan daha fazlasına ihtiyaç var. Politik bir güç odağı olmaya ihtiyaç var. Ekolojik krizin dünyadaki yaşama son vermemesi için başka bir seçeneği yok da denebilir. Bu dünyadaki yaşamın mutlaka ekolojik olarak dönüşmesi gerekiyor. Başka türlüsünün pek bir geleceği olmamasından ötürü…
Bizler için yaşam demek direniş demek. Öyleyse direnişe devam edebilmek için yaşamaya (özellikle karantina günlerinde düşünmemiz gerekiyor bunu); yaşama devam edebilmek için direnişe ihtiyacımız var. Dünyayı kitlesel yok oluşlara sürükleyen bu sisteme karşı direnişi her alanda büyütmek, yaşamakta ısrarcı olmak anlamına geliyor. 3 Nisan Küresel İklim Grevi buradan bakıldığında çok değerli.
Bugün 3 Nisan, direniş doluyor insan 🙂