Korona Sonrası – Mehmet Yılmazer
Çin’de korona salgını başladığında Batı dünyası bunu yükselen yeni gücü zayıflatacak bir fırsat yaratabileceği için sinsi sinsi sevinmişti. Hatta Çin’in mevzi kaybetmesi durumunda boşluğu Türkiye’nin doldurabileceği üzerine Ankara’da bile hayaller kuruldu.
Bugünlerde en çok sorulan soru, korona sonrası dünyanın nasıl olacağıdır? Sorunun bu kadar öne çıkmasının çok açık bir nedeni vardır. İnsanların büyük çoğunluğu bugünkü dünyadan hoşnut değildirler. Küreselleşmenin yıldızı 2008 krizi ile sönmüştü, korona krizi küreselleşmeye bir güçlü darbe daha vurdu. Pazar tanrısı “yeni dünya düzeni”nin en dokunulmaz kutsalıydı. Görünmez korona bu tanrıyı felç etti. Korona sonrası nasıl olacak?
Bu soruya açık bir cevap verebilmek için henüz erken. Ancak kapitalizmin korona salgınına karşı verdiği tepkiden yola çıkılırsa belki cevabın bir kısmı ortaya çıkar. Salgına ülkelerin tepkileri konuşulurken iki farklı tavır öne çıkartıldı. “Otoriter rejimlerin” ve “demokratik” ülkelerin tavırları değerlendirilirken gönülsüz de olsa Çin’in yetenekleri teslim ediliyor. Böyle olunca özellikle Batı dünyası nasıl bir sonuç çıkartacağını bilemiyor.
Batı dünyasının salgına karşı tavrının tam bir fiyasko olmasının altında “demokratik” olması mı yatıyor? Bu demokrasi vatandaşını bugünlerde koruyamayacaksa ne zaman işe yarayacaktır? Korona salgınına karşı Batı’nın kararsız tavrının altında demokrasi ve demokratik değerler değil pazar tanrısının göreceği zararın yarattığı korku yatmaktadır. Bu konuda İngiltere ve Amerika oldukça açık tutum takındılar. Ancak işler sarpa sardıkça tedbirler ilan etmek zorunda kaldılar.
Buna karşılık Çin, biraz bocaladıktan sonra devletin bütün kapasitesi ile salgını kuşatmak için harekete geçti. 40 milyon insanı karantina altında tutabildi. Üç bin iş yerini sağlık malzemeleri üretimine yöneltti. Birkaç haftada sahra hastaneleri inşa etti. Batı’da hiçbir ülke böyle kararlar alamadı. Ekonomik ve teknik olarak kapasiteleri olmadığından değil, ekonomik çıkarlar ve insan sağlığını karşılıklı kefelere koyup tarttıklarında anlayışlarında ekonomi ağır bastığı için. Trump’ın haytalarından “ekonomi için ölmeye hazırız” çığlıkları yükseliyor. (US Today, 24 Mart) Bugün bir Beyaz Saray yetkilisi 100-200 bin ölüm beklediklerin söyledi.
Bu tavırda İngiltere ve Amerika göze batsa da, diğer Batı ülkelerinin de kararsız tavırlarının arkasında aynı gerçek yatmaktadır. Sadece Almanya çok sıkı tedbirleri hemen harekete geçirme yeteneği gösterdi.
Bütün bu sallantılardan sonra Batı dünyası hangi noktaya geldi? ABD, iki trilyon dolarlık bir paket ilan etti. Ayrıca FED sınırsız parasal genişleme kararı aldı. FED Başkanı “cephane sıkıntımız yok” dedi. AB ülkeleri ayrı ayrı 550 milyarı Almanya’nın olmak üzere toplam 1.1 trilyon euroluk yardım paketleri açtı. Bu yardım paketlerinin sermayenin kurtarılmasından öteye geçmesi çok zor görünüyor. Oysa koronavirüsü ciddiye almayan Trump’ın Amerika’sında sadece bir hafta için üç milyon kişi işsizlik fonuna başvuru yapmıştır. Korona öncesi günlerde haftalık başvuru 200 bin civarındaydı.
Batı dünyasını korona karşısında felç eden onun ekonomik tercihleridir. Aslında bunda şaşılacak bir şey yoktur. Sadece 1990 sonrası yıllara baktığımızda neoliberalizmin yağmasıyla dünyanın ne hale geldiği pek çok şeyi anlatıyor. Bu yağma Yugoslav iç savaşı ile başladı, Körfez savaşı, Afganistan ve Irak’ın işgaliyle devam etti. En son Arap ayaklanmalarına karşı Ortadoğu’nun yıkılmasının arkasında hiçbir insani gerekçe bulunamaz. Kapitalizmin birkaç yüzyıllık tarihindeki onun vahşi günahlarını 1950’ler sonrası ortaya çıkan “refah devletleri” örtebilmiş, hatalı bir bilinç yaratmıştır.
Refah devletlerinin kapitalizmin yapısında olan bir özellik olmayıp, 1950’ler öncesinin büyük sınıflar savaşından ortaya çıkan “büyük uzlaşma”nın ve hemen yanında şekillenen Sovyetler Birliği’nin korkusuyla bir dönem için ortaya çıktığını unutmamakta yarar var.
I. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra yaşanan İspanyol gribinin yıkıcılığı ardından “dayanışmacı” bir dünya gelmemiş; tam tersine yeni bir paylaşım savaşı yaşanmıştır. Korona salgınından sonra “otoriter mi, dayanışmacı mı” bir dünyaya doğru yol alınacaktır? Soru bir yanıyla eksiktir. Dünya sadece bir salgın yaşamıyor, aynı zamanda 2008 bunalımının yeni bir dalgasının da içine girildi. Kapitalizmin 1980’lerden beri uyguladığı sermaye birikim modeli ömrünü doldurdu. 2008 krizi bunun ilanıydı. Ancak hala yeni bir birikim modeline geçilemedi. Bu ekonomik bir sorun olmaktan çok kapitalizm gemisinin artık bir kaptanı olmamasındandır. Dünyanın önüne bir model koyacak, daha doğrusu dayatacak bir güç yoktur.
Çin’de korona salgını başladığında Batı dünyası bunu yükselen yeni gücü zayıflatacak bir fırsat yaratabileceği için sinsi sinsi sevinmişti. Hatta Çin’in mevzi kaybetmesi durumunda boşluğu Türkiye’nin doldurabileceği üzerine Ankara’da bile hayaller kuruldu. Üç dört ay içinde roller tümüyle değişti. Çin dünya güçler dengesinde kendi ağırlığını biraz daha arttırırken Batı dünyasının itibarı yerlerde sürünüyor.
Bugünün sorusu: “Berlin Duvarı’nın çöküşü sonrası küreselleşme yıllarında büyük güç kaybeden işçi sınıfı ve yoksulların mücadelesi, bu büyük krizin içinde kendini nasıl güçlendirecektir?” olmalıdır. Neoliberal sermaye birikim modeli tükendi, dünya güçler dengesi büyük sancılarla değişim sürecine girmiştir; tam da böyle bir dönemde korona salgını kapitalizmin tüm zaaflarını açığa vuran bir ayna olmuştur. Sermaye trilyonluk paketleriyle kendi dayanışmasını inşa etmeye çalışıyor.
Dünya çalışanları ve yoksulları da kendi dayanışmalarını inşa etmek gibi tarihsel bir fırsatla karşı karşıyadırlar.