Corona ve Toplum: İzlenimler 1 – M. Sinan Mert

Kolaj: Lia Kantrowitz

Krize etkin yanıtlar üretilebilmesinin ve halkın sağlığı ile sermaye döngüsünün sürekliliğinin ancak gelişkin devlet kapasitesi ile mümkün olması ve bu kapasitenin militarizasyon seviyesi ile ters orantılı olması da aslında kapitalizmin siyasi rejimler açısından ne yöne doğru gelişebileceği ile ilgili de ipuçları barındırıyor.

Sermayenin de virüsün de etkinlik kazanma biçimlerinin aynı olması son derece çarpıcı sonuçlar doğurmaya gebe. Sermaye esas olarak bir ilişki ve kendisini bu ilişki aracılığıyla yeniden üreten bir genişleyen döngüden ibaret. Bu ilişkinin sürebilmesi insanlar arasındaki ilişkinin maddi olarak sürdürülebilmesine bağlı. İnsan-insan ilişkisinin kesintiye uğraması, sermaye ilişkisinin yeniden üretimini sekteye uğratıyor. Virüs de tam da bu ilişkiler aracılığıyla kendisini yeniden üretiyor. Bu ilişkiler aracılığıyla yeni konaklar ve köprüler ediniyor. İnsanların ilişkilerini belli bir süre dondurması, her ne sebeple olursa olsun insanlar arasında belli bir süre hiçbir ilişki kurulmaması virüsün kendisini yeniden üretme olanaklarını ortadan kaldıracak. Ancak böylesi bir önlemin alınması sermaye ilişkisini de kısa vadede çöküş demeyelim ama büyük bir resesyon ve karların azalışı sonucu ile karşı karşıya bırakacak. İşte bu yüzden Trump, “Çözümün bu şekli virüsten daha öldürücü” diyebiliyor, Texas Valisi virüs karşısında zayıf olan kesimlerin kaybı pahasına üretimin ve ekonomik döngünün devamlılığını güvence altına almayı öneriyor. Türkiye’de çok geniş kesimlerin sokağa çıkma yasağı çağrılarına Saray’ın kulakları tıkalı. İnsanlığın virüs ile imtihanı giderek sermayenin yıkıcı etkileri ile hesaplaşılamadan altından kalkılamaz bir aşamaya doğru ilerliyor. Tüketim toplumunun yıkıcılığı, ekonominin gerekleri ile toplumların gerçek çıkarlarının çoktan ayrıştığı, piyasa ilişkilerinin kendi yarattığı krizleri çözmeye muktedir olmadığı virüsün şimdiye kadar insanlığın gözüne soktuğu bariz gerçekler.

Üst ve üst orta sınıfların seyahat edebilmeyi nasıl bir statü göstergesi haline getirdikleri çok iyi bilinirdi. Egzotik ülkelere yapılan seyahatler, kış tatillerini Güney yarımkürenin sıcak denizlerine inerek geçirmeler bir özgüven kaynağı olarak açıkça sergilenirdi. Virüs sınırsız bir biçimde hareket edebilmek kadar gerektiğinde hareketsiz kalabilmeyi tercih etmenin de zenginlerin bir ayrıcalığı olduğunu hepimize hatırlattı. “Evde Kal”abilmenin de bir ayrıcalık olduğu günlerdeyiz. Virüsün bulaşıcılığı giderek en üst seviyeye çıkarken sosyal mesafeden bahsetmenin bile komik kaçacağı üretim merkezlerinde ekonomik faaliyet devam ediyor. Çalışmak ile gelir sahibi olmak arasındaki ilişkinin sorgulanması gerekir diye vurguladığımızda birkaç ay öncesine kadar solcu arkadaşların bile kafası karışıyordu. Bugünler bu zorunlu ilişkinin aşılması ve gelirin toplumsal zenginliğin toplumsal ölçekte paylaşılmasının sağlayacağı bir hak olması gerektiğini tüm yalınlığıyla ortaya koymuyor mu? Britney Spears’a katılmamak mümkün değil: Serveti yeniden paylaşmak gerekiyor. Üretilen zenginlikten pay alma hakkının garanti edilmesi söz konusu olamıyorsa “evde kalmak” da bir hayal olarak kalmaya mahkûm. Ücretsiz izin veren patronlar insanları açlığa, bünyelerinin en güçlü olması gereken bir dönemde aşırı strese ve kırılganlığa sevk ederek cinayetin en büyüğünü işliyorlar. Böylece de er ya da geç kendilerini de yakalayacak virüsün yayılmasını ve kalıcılaşmasını kolaylaştırmış da oluyorlar. Toplum egemen sınıfların gündelik çıkarlarını tatmin etmek önceliğinden uzaklaşmadığı sürece kendi köküne kibrit suyu ekiyor. Bu zaten hep böyleydi ancak virüs zamanı hızlandırarak, mekanları yakınlaştırarak bunları açıkça görünür olgular haline getiriyor, yaşamın birçok alanının üzerindeki sır perdesini ortadan kaldırıyor. Evde kalma sürelerinin İstanbul’un yine en tuzu kuru semtlerinde uzuyor buna karşılık alt sınıfların yerleşim merkezilerinde sınırlı kalıyor olması da açık bir gösterge.

Türkiye sermayesi felaketlerden servet üretmeye alışkın olduğu için fırsatçı kimliğini burada da konuşturmaya çalışıyor. Saray’ın koronavirüs karşısındaki tutumunun da bu bakış açısı ile şekillendiği ortada. Sokağa çıkma yasağı ilan edilmemesi, Saray’ın olası bir darbe korkusundan ziyade sanayi üretiminin sürekliliğini sağlama önceliğinden kaynaklanıyor. Krizi fırsata çevirmek ve virüsün şiddetli bir biçimde vurduğu ülkelerdeki üretim düşüşlerinin küresel meta zincirlerinde yaratacağı boşluğu doldurma hayalleri kurulduğu için bir arada çalışma virüse yeni bulaşı olanakları sunulmaya devam ediliyor. Sermayenin bu her yıkımı bir fırsata çevirme telaşı her açıdan mide bulandırıcı. Wuhan’da üretimin yeniden başlaması; G.Kore, Tayland, Tayvan, Vietnam gibi üretim merkezlerinde krizin yıkıcı etkilerinin hızla kontrol altına alınması krizden çıkar sağlama beklentilerinin de bu anlamda gerçekçi olmadığını gösteriyor.

G.Kore ve Singapur kapitalizm açısından en uygun çözümü bulmuş görünüyorlar: İşleri ve okulları kapatmadan agresif bir test politikası ile enfekte bireyleri bulup izole etmek. 22 Mart verilerine göre İstanbul, Washington, Boston ve Berlin’de şehir içi hareketlilik normal seviyenin %10’una kadar gerilemişken Singapur %63, Seul ise %38 seviyesini korumayı başarmış görünüyor. Fakat bunu başarabilmenin yolu önemli oranda devlet kapasitesi geliştirebilmiş olmaktan geçiyor. Krize etkin yanıtlar üretilebilmesinin ve halkın sağlığı ile sermaye döngüsünün sürekliliğinin ancak gelişkin devlet kapasitesi ile mümkün olması ve bu kapasitenin militarizasyon seviyesi ile ters orantılı olması da aslında kapitalizmin siyasi rejimler açısından ne yöne doğru gelişebileceği ile ilgili de ipuçları barındırıyor. Ordusu neredeyse olmayan Almanya ve Japonya çok yetkin kriz yönetimi sergilerken haşmetli ordusuyla ABD krizin yeni merkezi olmaya doğru ilerliyor.

Önemli dönüşümler kapıda. Ancak bunların her zaman alt sınıfların lehine olacağı beklentisi gerçekçi değil. Toplum biçimlerinin gelişimine baktığımızda ezilen sınıfların iktidarlaşmasının istisna, egemen sınıfların ve üretim biçimlerinin değişiminin yaygın olduğu gerçeği akıldan çıkmamalı. Krizin ezilenler için olanaklar ürettiği muhakkak. Ancak bunların realize edilebilmesi için yüklenmemiz gereken büyük bir ağırlık olduğu da ortada.

Yazarın Diğer Yazıları