Post Neoliberal Programın Ana Öğesi: Emeğin Metasızlaştırılması

Yol dergisinin son sayısında yayınlanan M. Sinan Mert’in “Serveti Yeniden Dağıt! Güvence Toplumunu İnşa Et!” başlıklı yazısından bir bölümü, Covid-19 salgını sonrasında başlayan tartışmalar ışığında yayınlıyoruz. Emeğin metasızlaştırılması ve çalışmanın gelir ve temel hizmet güvencesinin koşulu olma zorunluluğunun kaldırılması; toplumların Covid-19 ile mücadeledeki şu anda en önemli aracı olan “sosyal mesafelenme”nin sağlıklı bir biçimde hayata geçirilebilmesinin koşuludur. Covid-19 ve kaçınılmaz olarak tetikleyeceği çok boyutlu kriz post-kapitalizm tartışmalarını acil bir ihtiyaç haline getiriyor. Bu kapsamda solun tüm renklerinin üretimlerini de sitemizde paylaşmaktan mutluluk duyacağız.

Emeğin bu ölçekte metasızlaştırılması ile artacağı ifade edilen sosyal ücret şu bileşenlerden oluşmaktadır:

Sosyal ücret= Kişisel üretim + Maaş + Aile Desteği + Şirket Desteği + Devlet Desteği + Kişisel Servet Geliri (Standing, 2007: 69)

Verilen bileşenlerden de anlaşılabileceği gibi çeşitli toplumsal sınıflara ait sosyal ücret bileşimi farklılıklar gösterecektir. Piyasa sisteminin güçlendiği koşullarda işçiler açısından sosyal ücretin en önemli bileşeni maaş haline dönüşmektedir. Maaş ise çalışma koşuluna bağlı bir gelirdir. İşsizlik oranlarının yüksek seviyelerde kemikleştiği koşullarda sosyal ücretin büyük oranda maaşlar eliyle temin edilmesi ise olası yıkımların habercisidir. Ancak bir piyasa toplumu, işsiz kalma riski ile karşı karşıya olan vatandaşlarını neredeyse mutlak bir yıkım tehdidi karşısında yalnız ve çaresiz bırakır. Ancak neoliberalizmin beslendiği temel dinamik tam olarak budur, işçileri yok olma riski ile karşı karşıya bırakarak teslim almak, işçileri birbirleri ile hiçbir etik ve ilke tanımaksızın rekabet içine girebilecek bencil bireyler haline getirebilmek, böylece toplumu çözmek ve sermaye karşısında direnç oluşturabilecek olası güvenlik kalkanlarını ortadan kaldırabilmek. Neoliberalizmin güvencesizleştirme ile teslim aldığı bireyin, toplumsal hareketin parçası haline gelebilmesinde metasızlaştırma yoluyla güvence temininin rolü son derece büyük olacaktır. Dolayısıyla sosyalist mücadelenin en önemli güncel hedeflerinden birisi sosyal ücretin maaş dışı kalemlerinin artışının teminidir. Burada devlet desteğinden kastedilen büyük oranda emek gücünün yeniden üretimi için gereken mal ve hizmetlerin ücretsiz temininin sağlanmasıdır. Türkiye’de çok fazla gündem olmayan başlıklardan bir tanesi de barınma hakkının sosyal bir hak olarak kamu güvencesi altında olmasıdır. Alt ve orta sınıfların finansallaşma ağlarına düşmesinin en önemli sebeplerinden bir tanesi de konut kredileridir. Konutun bir gelecek güvencesi olarak görülmesi, orta sınıf ailelerin yaşamlarının önemli bir kısmını konut sahibi olmak için çalışmayla geçirmelerine, banka ve inşaat sermayesine yaşamsal kaynaklarının önemli bir kısmını aktarmalarına yol açmaktadır. Kar amaçlı olmayan ve isteyen ailelerin asgari ücretin %5’ini geçmeyecek kiralarla istedikleri kadar yaşayabilecekleri toplumsal konutların inşası toplumun güvence ihtiyacının karşılanması açısından anlamlı olacaktır. Birçok Avrupa şehrinde belediyeye ve kamuya ait konutların çoğunlukta olduğu Türkiye’de neredeyse hiç bilinmemektedir.

Emeğin metasızlaştırılması konusunda geliştirilen önerilerden birisi de evrensel temel gelir desteğidir. Evrensel temel gelir desteği önemli bir tartışma başlığı olarak birçok ülkede gündeme gelmiş durumdadır. Açıkçası 26 kişinin dünya nüfusunun yarısının yıllık geliri kadar servetinin var olduğunun bilindiği koşullarda evrensel temel gelir desteğinin bir hak olduğunun tartışılması bile gereksizdir. Evrensel temel gelir desteği, çalışarak edinilecek ücretten oldukça düşük seviyede bir ödemenin bir hak olarak verilmesi, hiçbir yoksulluk testi yaptırma zorunluluğuna bağlı olmaksızın sağlanması ilkesine dayanmaktadır. Kökleri Atina kent devletine kadar indirilebilecek bir tarihe de sahiptir. MÖ 461’de Atina’da gerçekleşen pleb devrimi sonrasında “yurttaşlara”( kadınlar ve köleler hariç) yasama ve yürütme faaliyetlerine düzenli bir biçimde katılabilsinler diye ödemeler yapılmaya başlanmıştı. Böylece daha düşük gelirli pleblerin siyasal topluma katılımları teşvik edilmişti. MÖ 411’de gerçekleşen oligarşik karşı devrime kadar da uygulandı (Standing, 2017). Evrensel gelir desteği savunucuları, toplumsal servetin kolektif bir nitelik taşıdığını savunmaktadırlar, hiçbir kişisel servet kişinin salt kendi bireysel üretimi olarak algılanamaz. Her servet, geçmiş kuşakların çaba ve başarılarının da ürünüdür. Temel gelirin toplumsal adaleti sağlayacağı düşünülmez, ancak toplumsal adaleti sağlayabilecek alt sınıfları toplumsallaştırır ve güçlendirir, toplumun parçası olma duygusunu güçlendirir. Temel gelir hakkını savunanlar “sadece gerekli şartları sağlayanların temel gelire sahip olabilmesi gerektiğini” düşünenleri paternalist bir düşünceye sahip olmakla eleştirirler, hiçbir temel hakkın uygulanması diğer kişilerin belirleyiciliğine terk edilemez. Bu yüzden temel gelir desteği hakkı herhangi bir gerekçeyle men edilemez, kişinin elinden alınamaz. Solun kimi kesimlerinin evrensel temel gelir hakkına mesafeli olması muhafazakâr ve liberal kimi kesimlerin evrensel temel geliri refah devletinin son kırıntılarını da ortadan kaldırmak için bir havuç olarak kullanma arzusundan kaynaklanıyor. Bu kaygıları gidermek açısından evrensel temel gelir çalışması yürütenlerin küresel örgütlenmesi BIEN, Seul’daki 16. Kongresi’nde temel gelir hakkının refah devletinin alternatifi değil destekleyicisi olarak görüldüğüne dair bir karar aldı. Evrensel temel gelirin ve genel olarak emeğin metasızlaşmasının özellikle düşük ücretli ve kötü koşullarda çalışmanın hem ücret hem de koşullarının iyileştirilmesi hem de robotize edilmesi yönünde sonuçlar yaratacağı aşikar. Sağcıların “başarısız” insanlar olarak gördükleri yoksullara hiçbir şeyin karşılığı olmadan para verilmesine itiraz etmeleri saçmadır, ancak sınıfsal konumları gereği anlaşılırdır da. Sermaye kesimlerine sağlanan vergi indirimleri, teşvikler aslında sermaye birikiminin en önemli araçları olmuştur. Servetin yeniden dağıtılması konusunda evrensel gelir desteği uygulanabilir bir proje olarak değerlendirilebilir. Başta Hindistan’da yürütülen kimi pilot çalışmalar önemli sosyal iyileşme sağlamıştır.

Özellikle robotların üretime daha büyük oranlarda dahil olması sonrasında artması beklenen işsizlik koşullarında evrensel temel gelir desteği önemli bir politik önerme olarak sermaye temsilcilerinin de ilgisini çekmektedir. Kitlesel işsizlik koşullarında toplam talebi ayakta tutabilmek açısından vatandaşlık geliri uygulamak mali koşulları güçlü devletler açısından uygulanabilir bir talep olabilir. Burada sosyal politika ile ilgili talep ve mücadelelerin iki yönlü karakteri ile karşı karşıya geliyoruz. Herhangi bir ekonomi politikası, özel mülkiyeti gerçek anlamda ortadan kaldırma ve kamusal üretime geçme dışarıda tutulursa birçok farklı sınıfın politik aktörleri tarafından kullanılabilir. Örneğin evrensel temel gelir, bir tür genişletilmiş işsizlik sigortası uygulaması olarak İtalya’nın yabancı düşmanı neo faşist partisinin lideri Salvini tarafından savunuldu ve kısmen hayata geçirildi. Sosyal güvenlik sistemini ilk kurumlaştıran kişi Bismarck’ın nasıl dişli bir sosyalist düşmanı olduğu hatırlanacaktır. Dolayısıyla taleplerin içeriğinden ziyade taleplerin hangi amaçlar için hangi aktörler tarafından kullanıldığı daha belirleyici olmaktadır. Egemen sınıfın farklı fraksiyonlarının politik aktörleri de içeriği bizimkilere benzeyen talepleri kullanabilir ancak onlar bunu alt sınıfların bağımsız davranabilme yeteneklerini ortadan kaldırmak onları kendi egemen sınıf içi fraksiyonlar mücadelesinde konumlandırmak için kullanırlar. Oysa sosyalistler açısından esas olan alt sınıfların bağımsız bir politik aktör olarak ortaya çıkmasını sağlayacak politik fırsat penceresini yaratmak, bunu mümkün kılacak politika gamını, taktikler bileşimini ortaya çıkarmaktır. Bu konuda çok güncel bir örnek olarak Erdoğan’ın Merkez Bankası ile kurduğu ilişkiye muhalif kesimlerden gelen tepkiler gözden geçirilebilir. Merkez Bankası bağımsızlığı finansal kapitalizmin alameti farikasıdır, bağımsız para politikası enflasyonu düşük tutarak finansal getirinin güvence altına tutulmasını sağlamaya çalışır. Dolayısıyla Merkez Bankası’nın bağımsızlığını küresel finans kapitalin çıkarlarından bağımsız bir ilke olarak görmek ve sahip çıkmak ne kadar anlamsızsa bundan yola çıkarak Erdoğan’ın Merkez Bankası’na müdahalesine kayıtsız kalmak, hatta hayırhah bakmak da absürttür, bu tarz absürtlükleri s-400 hamlesini anti-emperyalist bulan Güler-Okuyan tayfasına bırakmakta fayda vardır. Erdoğan’ın bir diktatörlük inşası amacıyla gerçekleştirdiği hamleleri solcu ve ilerici bulmak, 2000’lerin ‘yetmez ama evet’çiliğinin simetrisidir, ülkemizde böylesi saçmalıklara gönül indirecek maalesef bol miktarda insan bulunabilmektedir. Sonuç olarak bizlerin gözünü dikmesi gereken taleplerin içeriğinden ziyade alt sınıfların bağımsız politik aktör haline gelmesinde engel mi yoksa köstek mi olduğudur. Böyle bakıldığında bir talebin sosyal demokrat olup olmadığının gerçek kriteri geçmişte kimler tarafından ne biçimde dillendirildiği değil bugünkü sosyal sınıflar piramidinde hangi güçleri ne ölçekte harekete geçirebileceğidir. Bu anlamıyla milyonlarca insanın yoksulluktan kurtarılması orada yaşayan alt sınıfların inisiyatifiyle değil de egemen sınıfın otoritesini güçlendirecek biçimde gerçekleştiyse başlı başına değer atfedilecek bir durum değildir. Bizler filantropist değil sosyalist olduğumuzu asla unutmamalıyız.

M. Sinan Mert, Yol Siyasi Dergi, Kış 2020, “Serveti Yeniden Dağıt Güvence Toplumunu İnşa Et”