Türk Tipi Faşizm Ve “Ya Herru Ya Merru” – M. Sinan Mert

Cumhur ittifakı adı verilen karganın kriz koşullarında ve temel rant kaynağı belediyeler kaybedilmişken sadece kendi yavrularını beslemeye çalışması hiç kuşku yok ki gök kubbede çok daha büyük cayırtılara yol açacak. Faşizmin alâmetifarikalarından birisi olan piyasa güçlerinin yerine devletin ekonomik idaresinin getirilmesini bu şartlarda hayata geçirmeye çalışmak duvara çarpmadan önceki momentumu ve dolayısıyla da iktidar bloğunun yaşayacağı yıkımı arttıracak ancak.

Geçen haftaki faşizm bahsinden devam ediyorum. Önceki yazının sonunda paylaştığım F. Benlisoy’un ve Ü. Akçay’ın yazılarındaki kimi tespitlere katılmıyorum. Benlisoy, faşizm meselesini fazlasıyla hafife alarak, sosyalist hareketlerin bir kısmını “faşizmi bahane ederek liberallerle iş birliği yapmak”la suçluyor. HDP’nin ve onunla birlikte hareket eden sosyalistlerin, faşizmin darbelenmesi açısından yarattığı olanak böylesi bir değerlendirmeyi hak etmiyor. Hele de neyin niçin yapıldığı kitlelerle bütün yalınlığı, mütevazılığı ve açıklığı ile paylaşılmışken. Benlisoy, seçimler sürecinde yaşanan tüm anormallikleri görmezden gelerek “Hani faşizm vardı, bir seçimle şimdi buhar mı oldu?” diye soruyor. “Seçim meşruiyetinin kaybedilmesi” faşizmi bitirmez, ancak yapılanmasını tamamlayabilme konusunda kendisini birkaç basamak aşağıda bulmasına yol açar. Bugünlerde de bunu yaşıyoruz zaten.

Ü. Akçay ise iktidar bloğu kavramının genel olarak yanlış kullanıldığını iddia ederek kavramdan sadece partiler ittifakının anlaşılmaması gerektiğini belirtiyor ki bu noktada kendisine katılıyorum. Ancak TÜSİAD ile sembolik olarak temsil edilen finans kapitalin -kendisi bu kavramı kullanmıyor- geleneksel olarak hâkim sermaye fraksiyonu olduğunu belirttikten sonra şöyle devam ediyor: “İş çevrimlerinden kaynaklanan ya da geçici etkiler nedeniyle ortaya çıkan krizlerden farklı olarak yapısal krizler, ekonomi politikalarının doğrultusunun yeniden tanımlanmasını gerektirir. Bu doğrultu ise hâkim fraksiyonun uzun vadeli çıkarları ile uyumlu olmak zorundadır. Aksi halde, iktidar bloğunun siyasi bileşenlerinin değişmesinin yolu açılmış olur”. Ben ise finans kapitalin iktisadi ölçekte gücünü korumasına rağmen özellikle Başkanlık Sistemi’ne geçiş eksenli rejim değişikliği sonrasında iktidar bloğu içerisinde yer almadığını, Türkiye’deki faşist momentin oluşumunda bu özgün durumun önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Cemaatin bürokraside ve Kürt özgürlük hareketinin ülke sathındaki artan– özellikle Kobane Direnişi sürecindeki kitleselliği ve radikalliği ile MGK’ya Ekim 2014’te 10 saat toplantı yaptırtan- siyasi gücünün budanması konusunda finans kapitalin genel çıkarları ile Cumhur ittifakı arasında esaslı bir çelişki yoktu.  Ancak ekonomik krizin faturası AKP-MHP ittifakının temellerini oymaya başlayınca “beka” meselesinin birleştiriciliği de doğal olarak etkisini kaybetti. Bugün finans kapital, ekonomik gücüne denk bir siyasi etkinlik için daha güçlü hamleler yapabiliyor.

Seçimlerden sonra Erdoğan’dan normalleşme ve “faşizmden vazgeçme” beklentisi içinde olanlar açısından Merkez Bankası Başkanı’nın görevden alınması önemli bir işaret oldu. Erdoğan’ın göstere göstere “faizleri indir dedik indirmedi biz de görevden aldık” demeciyle MB başkanı Çetinkaya’yı görevden alması, özellikle kendisine yakın sermaye kesimlerine öncelik sağlama konusundaki ısrarını da ortaya koydu. İç piyasanın canlandırılması, özellikle durma noktasına gelen konut satışlarının canlandırılması için faiz dopingine en fazla ihtiyaç duyan kesimler bunlar. Bütçenin borçlanma gerekliliğinin de 2009 krizinin bile 2 katına ulaşması, faizlerin düşürülmesini hükümetin harcamalarının selameti açısından da bir zorunluluk haline getiriyor. Yine turizm sektörüne getirilen “cironun %1’ine denk gelen vergi” sermaye ile hükümet arasında yeni gerilimlere yol açabilecek bir hamle. Sermayenin giderek küçülen bir kısmının çıkarlarının korunması adına çok daha geniş kesimleri ile yükseltilen gerilimin sonuçlarından bir tanesi de Babacan-Gül kanadındaki hareketlenme. Ortadoğu’da oluşan Suudi Arabistan-BAE-Mısır bloğu ve Batı ile uyumlu bir görüntü vermeyi, normalleşmeyi ve AKP’nin fabrika ayarlarına dönmeyi önceleyen bu ekip, partinin yaşadığı “iktidarda faşistleşme” dönüşümünün ürünü. Hem TÜSİAD’ın konuşur hale gelebilmek hem de Babacan’ın harekete geçebilmek için AKP-MHP ittifakının tepetaklak olmasını beklemeleri “seçim meşruiyetinin” kaybedilmesinin iktidar açısından önemini ortaya koyuyor. Seçimlerde sergilenen yenilmezlik görüntüsü sosyal kesimleri terbiye etmek için iktidarın elindeki en önemli sopaydı. Cumhur ittifakı adı verilen karganın kriz koşullarında ve temel rant kaynağı belediyeler kaybedilmişken sadece kendi yavrularını beslemeye çalışması hiç kuşku yok ki gök kubbede çok daha büyük cayırtılara yol açacak. Faşizmin alâmetifarikalarından birisi olan piyasa güçlerinin yerine devletin ekonomik idaresinin getirilmesini bu şartlarda hayata geçirmeye çalışmak duvara çarpmadan önceki momentumu ve dolayısıyla da iktidar bloğunun yaşayacağı yıkımı arttıracak ancak.

SETA raporunun ve Yeni Şafak’ın “Kobane’de terör toplantısı” haberinin, Akın Birdal’ın kontrgerilla tarafından vurulması öncesi var olan atmosferi yaratma niyetinde olduğu çok açık. Fakat 31 Mart-23 Haziran yenilgileri sonrasında toplumun bu gibi korkutma efektlerine karşı çok daha kararlı ve cüretkâr olduğu görülüyor. Faşizmin inşa sürecinin yeniden hızlandırılması için bu cüretin kırılmasına ihtiyaç duyacaktır. Ancak oluşan yeni atmosferde devletin en azından bir kanadının bu “çökertme” planına kafası yatsa da gerçek bir konsolidasyon yaratarak fikri fiiliyata geçirebilmesi için çok daha büyük bir “beka krizi”ne ihtiyacı var.

Güncel faşizmin önemli öğelerinden biri olarak ele alınması gereken emperyal hayaller ve cihatçılarla kurulan köklü ilişkiler açısından bakıldığında ise Libya ve Kıbrıs açıklarında yaşanan gelişmeler dikkat çekici. Devletin İdlip sorununa bulduğu “çözüm”lerden birisinin İdlip’i Libya’ya taşımak olduğu ve Müslüman Kardeşler muhipliği üzerinden Libya petrolüne ortak olmak istediği görülüyor. Kıbrıs açıklarına ikinci sondaj gemisinin gitmesi ise “hesapsız kitapsız ısrar” teamülünün yeni bir tezahürü. “Liderlerin içgüdülerinin soyut ve evrensel akıldan üstünlüğü” faşizmlerin ortak bir ilkesi ise Türk tipi başkanlık sistemi bunun güzel bir örneğini sunuyor.

Saray rejimi “normalleşme yok, son sözümüz: ya herru ya merru” diyor. Bu tercih, kısa vadede sıkıntılar yaşayacak olmamıza rağmen orta vadede çok daha güneşli günlere açılacağımıza dair öngörüyü doğrular.

Faşizm Üzerine Okuma Önerileri:

Paxton, O.R. (2014) Faşizmin Anatomisi, çev: H.Atay-H.D.Atay, İstanbul: İletişim

Köves, M. ve Mazumdar, S. (2018) Faşizm Üzerine- Önlenebilir Yükseliş, çev: E. Kaya, İstanbul: Yordam

Yazarın Diğer Yazıları