Krizin Söylettikleri – Mehmet Yılmazer

Krizin ortasında Erdoğan kendi yandaş sermayesinin yeterince “güven kaynağı” olmadığını gördükçe, öfkesini TÜSİAD’dan çıkartıyor. Yaşanan krizin diğerlerinden farkı budur.

Erdoğan-TÜSİAD çatışması, gündemi olması gereken noktaya taşıdı. Seçimle yatıp kalkan ülke kaçınılmaz olarak nihayet krizi tartışma noktasına geldi. Krizin Erdoğan’a söylettikleri ise çok gerçek ve çarpıcı… Yalan ve demagoji dinlemekten herkes kusma noktasına gelmiş olmalı. Ancak kriz bütün sistemi, başta Saray ve hükümetini o kadar köşeye sıkıştırdı ki, Erdoğan ister istemez gerçekleri ağızından kaçırmak zorunda kalıyor.

Erdoğan önce yoksullara çattı. “Doyurduk yine oy vermiyorlar” diyerek, artık kafaları doyurmak gerektiği sonucuna varıyor. Burada hem gerçek var hem de önemli bir yanılgı.

AKP iktidarı aslında sadece mideleri doyurmadı, aynı zamanda kafaları da doyurmak için Diyanet’in bütçesini kat kat arttırdı. İmam Hatip okulları bir yandan, tarikatlar ve televizyonlar öte yandan kafaları doyurmak için didinip durdular ama demek ki istenen sonuca varılamadı. Neden? Saray’ın hayalleri ve hedefleri ile zamanın ruhu -informatik çağı- gittikçe çatışıyor.

Erdoğan-TÜSİAD çatışması üzerine özellikle Hakkı Özdal’ın yazısından sonra bir değerlendirme yapmak zor olsa da, yine de bir şeyler söylemek gereksiz olmaz. Saray TÜSİAD’ı doğrudan tehdit etti. “Erdoğan sayesinde varsınız, yeri gelirse teşhir ederim” demeye kadar işi götürdü. 2.5 milyonluk istihdam seferberliğine niye katılmadıklarını sordu. “Dev fabrikalarınız var, 5-10 işsiz insanı alsan ne olur?” diyerek ekonomiden ne anladığını da ortaya koymuş oldu. İktidarların egemen sınıfların ürünü olduğunu ve onlara hizmet etmek zorunda olduklarını unutmuş görünüyor. Türkiye’nin özel yapısından dolayı, yani sermayenin devlet eliyle beslenip büyütülmesi gerçeğini abartarak Erdoğan bir sınırı olduğunu unutuyor. TÜSİAD kendi diliyle Saray’a sınırlarını hatırlatınca Erdoğan çileden çıktı.

Tam bu noktada yaşanan krizin öncekilerden farklı yanına gelinir. Sadece Cumhuriyet boyunca defalarca yaşanmış ekonomik krizlerden birisi yaşanmıyor, aynı zamanda özel bir gelişme de gerçekleşiyor. Farkı göze batırmak için 2010’a geri dönmek gerekiyor. Tam da 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu öncesine.

Referandum öncesi Erdoğan ATV’ye konuşur:

“Sıkıntımız şurada, İstanbul sermayesi her nedense para kazanma konusunda bizimle anlaşıyorlar ama siyasi olarak anlaşamıyorlar. Siyaseten sizi destekleyemeyiz diyorlar… İstanbul sermayesi Anadolu sermayesini aralarına istemiyor. Sivrilenleri almak istiyorlar, orada da seçici davranıyorlar.” 

“Sermaye ciddi anlamda el değiştirmeye başladı. Anadolu sermayesinin yaptığı ihracat çok büyük. Bir Konya’da Kayseri’de dünyaca ünlü markaların parçaları üretilmeye başlandı. Belki bundan rahatsız oluyorlar… İstihdamda da sıkıntımız kalmayacak. Fakat isteseler de istemeseler de Türkiye’de artık sermaye ciddi manada el değiştirmeye başladı. Bu bizim için çok önemli bir güven kaynağı.”

“Referandum sonucunun ekonomiyi nasıl etkileyeceği sorusu üzerine de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “İnşallah ‘evet’ çıkacak. ‘Evet’ çıkması halinde kesinlikle ekonomi daha da beklenen sıçramasını yapacaktır. Niye yapacaktır, çünkü biz şimdi ileri demokrasiye geçiyoruz. İleri demokrasiye geçtiğimiz için de ekonomi ileri ekonomiye geçecek.”

AKP ile TÜSİAD ilişkisi anlaşılıyor ki, hep netameli olmuş. Anadolu sermayesini içine almıyor, ancak irileşenleri arasına alıyor. Bundan yakınan Erdoğan belli ki Türkiye’deki finans kapital gerçekliğini pek kavramamıştır.

Erdoğan’ın diğer tespiti çok önemlidir. “Sermayenin el değiştirdiğine” inanıyor. Ve vurguluyor: “Bu bizim için çok önemli bir güven kaynağı”…

Bir tespit daha yapıyor ki bugün gülümsemeden okumak mümkün değil: Ekonomi sıçrayacak vaadini yaptıktan sonra nedenini açıklıyor: “Çünkü biz şimdi ileri demokrasiye geçiyoruz. İleri demokrasiye geçtiğimiz için de ekonomi ileri ekonomiye geçecek.”

2010 referandumu ile “ileri demokrasiye” geçilince ekonomi de “ileri ekonomiye” geçecekti. Referandumdan “evet” çıktı ancak ne ileri demokrasi ne de ileri ekonomi bir türlü gelmedi. Üstelik Erdoğan yaşanan krizde sermayenin el değiştirmesi ile ilgili erken hayal kurduğunu anladıkça öfkesi de artıyor.

Krizin ortasında Erdoğan kendi yandaş sermayesinin yeterince “güven kaynağı” olmadığını gördükçe, öfkesini TÜSİAD’dan çıkartıyor. Yaşanan krizin diğerlerinden farkı budur. Sermayenin Erdoğan’ın 2010’larda beklediği gibi yeterince güçlü el değiştirmediği anlaşılıyor. Başlarda bu krizi sermayenin el değiştirmesinde bir fırsata dönüştürebileceğini düşünen Erdoğan, artık bunun için bir manevra alanı kalmadığını görüyor. Onun için öfkesi artıyor, onun için “ustalık döneminde” olmasına rağmen önemli taktik hatalar yapıyor.

Sermayenin el değiştirme savaşında Erdoğan’ın kazanma şansı yoktur, bu yeterince açık. Ancak bu savaşın ülkeye ve halklara nelere mal olacağı yeterince açık değildir.

Yazarın Diğer Yazıları