Avrupa’nın yeni çöplüğü Türkiye: ‘Plastik atıkların’ ithali

Pek çok ülke plastik atık ithalatına yasal sınırlamalar getirirken atıkların yeni adresi Türkiye oldu. Plastik atıkların Türkiye tarafından ithal edilmesini Baran Bozoğlu, Beyza Üstün ve Recep Karaman ile konuştuk.

Greenpeace Doğu Asya, 2016-2018 yılları arasında en fazla plastik atık ithal ve ihraç eden 21 ülkenin ithalat ve ihracat rakamlarının yer aldığı raporu 23 Nisan 2019’da yayımladı. Rapora göre, Çin’in 2018’deki plastik ithalat yasağının ardından plastik atıklar en çok Malezya, Vietnam ve Tayland’a gönderildi. Ancak bu ülkelerin hızlı bir şekilde ithalat kısıtlamaları getirmesinin ardından ihracat Endonezya, Hindistan ve Türkiye’ye kaydı. Bu değişim sonucunda Türkiye’nin plastik atık ithalatı beşe katlandı.

Geçtiğimiz hafta HDP Milletvekili Serpil Kemalbay, Meclis’te verdiği soru önergesiyle bu konuyu yeniden gündemleştirdi. Kemalbay, Çevre ve Şehircilik Bakanı tarafından cevaplanılmasının istendiği önergede Anayasa’nın 56. maddesi olan “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir.” cümlesini hatırlatarak plastik atıkların ülkeye vereceği zararlarla ilgili sorularının yanıtlanmasını istedi.

Birçok ülke atık ithalatına sınırlamalar getirmişken Türkiye’nin bunu kabul etmesi neden? Emine Erdoğan tarafından tanıtılan Sıfır Atık projesiyle çelişen yanları yok mu? Özellikle İngiltere’den alınan atıklar için Türkiye’ye çok büyük meblağlarda paralar mı ödeniyor? Plastik atıkların Türkiye’ye gönderilme nedenlerini ve bu ithalatın kısa ve uzun vadelerde Türkiye’yi farklı biçimlerde nasıl etkileyeceğini konuştuk.

Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Baran Bozoğlu bu problemi uzun yıllardır dile getirdiklerini, Türkiye’ye ithal atığın gelişinin giderek hızlandığını ve Türkiye’nin bundan ekonomik bir katkı yaratmaya çalıştığını belirtti.

Türkiye’nin henüz kendi atıklarını toplayıp onları geri dönüşüm sürecine katamadığını belirten Bozoğlu “Şu an Türkiye’nin kendi atıklarının %90’ını vahşi depolama sahalarında depoladığını görüyoruz. Sadece %10’unu geri dönüşüme uğratabiliyoruz. Kendi atıklarımızı doğru bir şekilde yönetemezken yurt dışından ithal atık alıp buradan ekonomik bir katkı sağlamaya çalışıyoruz. 2017 yılında plastik atıkların ithalatı 261 bin 863 tondu. 2018 yılındaysa bu miktar 437 bin tona çıktı. Neredeyse iki katına çıkmış bir ithalat görüyoruz. Bunun temel gerekçesi Çin’in koyduğu bir takım kısıtlamalar. Tabi ki tamamen yasaklamadı ama konteminasyon dediğimiz, içerisinde farklı atıkların olma oranını binde bire çekti ve denetim uygulamaya başladı. Bu durumda özellikle Avrupa ülkeleri ve ABD; Pakistan, Hindistan ve Türkiye’ye yoğun bir şekilde bu atıkları göndermeye başladı. Grafiklere döktüğümüz zaman Avrupa’nın atıklarının %33’ünü aldığımızı görüyoruz.”

Barış Akademisyeni Prof. Dr. Beyza Üstün ise meselenin yalnızca ithal edilen plastik atıklar olmadığını, siyasi analizler yapılması gerektiğini, iktidarların ve kapitalizmin krizden çıkma çabalarını da görmek gerektiğini vurguladı.

“Atık ithalatı ve ihracatı devletler arasında sürüyor ve bunun yol haritasına baktığımızda daha çok yasalarıyla, denetimleriyle düzenleme yapılmamış, kapitalist ülkelerden geç kapitalistleşen diğer ülkelere doğru akıyor. Yaşadığımız şey kapitalizmin bir sonucu ve buradan da çözüm arama süreçleri. Yani plastik üretim ve bütün atıklar bir taraftan hammadde olarak üretiliyor, diğer taraftan da çevrecilik adı altında geri dönüştürülüyor ya da ithalat ve ihracatı yapılıyor. Bugün plastik atık üzerinden oluyor ama önümüzdeki süreçte radyoaktifte de aynı şeyi göreceğiz.”

Türkiye’nin bu atıkları neden ithal ettiğine dair akla gelen ilk şey, ithal edilen ülkelerden büyük meblağlarda paralar kazanılıyor olması. Bu ihtimali sorduğumuz Üstün, sorumuzu “Yani hiç fark etmez. Sonuçta hiçbir işe yaramayan, üstelik de yük olan bir şeyin yükünü kaldırıyorsunuz. Bunun karşılığında bir ödeme yapılıyor evet ama plastik son derece kompleks bir bileşen. İçine gıda konmaya ya da gıdayı barındırmaya başladığında çözülüp ona geçiyor. Bir yığın türevlerle, formülasyonla  geçiyor. Sağlıkçılar tarafından çalışılıyor buna. Plastiğin çok ciddi hormon değiştirici etkileri var. Sulara, toprağa geçerek besin zinciriyle taşınıyor. Doğrudan parçacık olarak da etki ediyor. Sadece insanlar üzerinden bakmayın. Doğadaki tüm canlılar için geçerli. Bir yığın deniz canlısı sırf bu yüzden ölüyor. Parıltılı bir şey görüyor, besin zannediyor, boğazına takılıyor ve boğularak ölüyor.”

Peki çözüm ne?

Bozoğlu’na yapılması gerekenleri sorduğumuzda Bakanlıkları, ilçe belediyelerini ve vatandaşları işaret ediyor. “Bakanlıkların bu konuyla ilgili olarak ivedi bir şekilde somut adımlar atması gerekiyor. Derhal kota miktarı belirleyip, gelecek atıkların kalite seviyesini daha iyiye çekip gümrüklerde, genelde Mersin ve Kocaeli’nde olduğunu biliyoruz, sıkı denetimler yapılmalı. Bir yandan da yeni seçilen ilçe belediyelerinin derhal Sıfır Atık yaklaşımını hayata geçirip evlerimizde ayrı atık toplanmasını ve bu atıkların ekonomiye kazandırılmasını sağlaması gerekiyor. Evlerimizdeki plastik, kağıt, cam gibi ekonomik değeri olan atıkları ayrı toplayıp ekonomiye kazandırmamız lazım. Şu anda sadece %1 oranında evlerimizdeki atıkları ayrı topluyoruz.”

Beyza Üstün ise meselenin yalnızca yasal mevzuatla çözülemeyeceğini ifade eden örnekler veriyor. “Ülkenin pek çok yerinde entegre atık tesisleri üretiliyor. Bir de entegre olmayan ama atık depo tesisi olarak meşrulaştırılmaya çalışılan nükleer reaktörlerin yapıldığı yerler var, Mersin’de bunu yapmaya çalışıyorlar. Entegre atık dediğimiz yani içini tam izleyemeyeceğimiz, ne depolanacağını tam bilemeyeceğimiz atık yakma, atık depolama vs. gibi süreçler eğer uygulamaya geçtiyse bunun kontrolü yok. Ne yasayla ne kapının önüne denetçi koymayla bunu yapabilirisiniz. Çünkü son derece kompleks atıklar bunlar. Hiçbir şekilde üretimdeki formülasyona uygun bir atık elinize gelmeyecek. Yani plastiğin içinde tehlikeli atığı da olacak boya tenekesi de olacak. Hatta radyoaktivite içeren madde bile olacak. Hatırlayın İkitelli’deki olayı. Çöp toplayıcılar bir atık yığınının arasından bir çelik bulduklarında o çeliği açmaya kalktılar. Aslında o çelik, radyoaktif maddeyi gömlekleyen bir koruyucuydu. Açanlar öldü ve o bölge olduğu gibi radyoaktiviteye maruz kaldı. Dolayısıyla atık halde ithal ve ihraç edilirken atığı karakterize etmeniz ve bunu ayrıştırmanız mümkün değil. Sonuç olarak bütün bu süreçler kapitalist sistemin krizleriyle orantılı gelişen süreçler. Bir taraftan krizi aşmak için her türden plastik geri kazanım, ithalat, yeniden üretmeyi konuşuyorlar. Öbür taraftan da efendim “biz plastik torbayı 25 kuruşa mı alalım 50 kuruşa mı alalım?”a kadar düşen basit bir siyaset mekanizmasının içinde hep beraber dönüyoruz. Son noktada ben kullanmayayım dediğinizde çok kişisel, çok tekil bir şey yapıyorsunuz ve bunun yaşama bir etkisi yok. Evet kendinizi koruyorsunuz ama oradan korurken başka bir yerde plastiğin içinde depolanmış bir gıdayı gayet düzenli bir ambalajın içinde de satın alabilirsiniz. Dolayısıyla bu bir politik süreçtir, siyaseten önlenebilir.”

Son olarak, genellikle emeklerinin sömürülmesiyle, çalışma koşullarının taşıdığı risklerle ve yerel yönetimlerin kurduğu acımasız ilişkilerle gündeme gelen atık toplayıcılarının da bu ithalata itirazları var. Bu sürecin atık toplayıcılarını nasıl etkileyeceğini konuşmak üzere görüşüne başvurduğumuz Sokak Atıkları Toplayıcıları Derneği Başkanı Recep Karaman ilk olarak “Çöp ithal ediliyor, plastik atık değil” diye itiraz ediyor ve İngiltere’den gelen konteynerlerin fotoğraflarını bizimle paylaşıyor.

“Konteyner başına 2 bin Euro alınıyor İngiltere’den. Bir konteyner 20-25 ton kaldırıyor. Bunlar geri dönüşüm malzemesi diye getiriliyor, halbuki çöp. Bunu denetleyen bir bakanlık yok. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na da sorduk, Ticaret ve Gümrük Bakanlığı’na da. Her iki bakanlık topu birbirine atıyor. Denetleyen bir sistem olmadığı için bunlar geri dönüşüm malzemesi adı altında rahatlıkla ülkeye giriş yapıyor. Ya çimento fabrikalarında yakılıyor ya da doğaya bırakılıyor. Yetkililerin kimseye verdiği bir cevap yok. Sağır sultan bile duydu. Kendileri de bunun çöp olduğunu biliyor.”

2016 yılında kurulan derneğin başkanı Karaman, taleplerini “Bu atıklar kontrol altına alınsın, denetlensin. Bir kota getirilsin, ithal cazip olmaktan çıkarılsın. Biz kendi ülkemizdeki atığımızı satamıyoruz daha. Ülkedeki geri dönüşüm sektörü şu an çok zor durum altında.” sözleriyle ifade ediyor. Sıfır Atık projesinin çelişkisine de “Artık vatandaşa poşet ücretle satılıyor. Gerekçe ne? Poşetleri azaltmak. Ama onu yaparken bir yandan azalttığımızın 5 katını yurt dışından getiriyoruz ve doğaya bırakıyoruz. O zaman biz bu parayı vatandaştan neden alıyoruz? Hem kendi atıklarımızı toplamak için Sıfır Atık yapacağız hem de dışarıdan herhangi bir sınırlamaya bağlı olmaksızın plastik ithal edeceğiz. Bunlar geri dönüşüm sistemine zarar veren durumlar, bir an önce çözülmelidir.” diyerek işaret etti.