Kıdem Tazminatı Ne İçin – Ayşe Özdemir
İlk olarak 1936’da düzenlenmesi dolayısıyla tarihsel; 50’li yıllardan bugüne devreden sorunlar içermesi dolayısıyla da güncel bir konu olarak kıdem tazminatı, Türkiye’de uygulanmaya başladığı yıllarda işsizlik sigortası olmadığı için, bir tür işsizlik sigortası, iş güvencesi ve sonraya bırakılmış bir ücret olarak görülmüş ve işçinin korunması hedeflenmiştir.
İş yasası ve emeğin düzenlenişi konusunun tarihi bir hayli eskidir. Modern zamanlarda, kapitalist ulus-devletlerin inşasından sonra, hukuki bir çerçeveye oturtulan ve emek sömürüsünün başka bir açıdan ifadesi olan bu düzenleniş, iktidarların emeğin gaspı üzerine inşa ettikleri egemenliklerinin de tarihidir aynı zamanda.
Çalışma hayatı ve emek alanının en güncel ve en çok tartışılan konulardan birisi olan kıdem tazminatı, Türkiye’de hukuki olarak ilk defa 1936 yılında tanzim edilmiştir. İşçiler açısından, çalışılan yılların karşılığında bir hak, işverenler için ise maliyeti yükselten bir ödeme olarak görülen kıdem tazminatı ile ilgili tartışmaların başında kıdem tazminatının tam olarak ne olduğu ve nasıl görülmesi gerektiği gelmektedir. İlk olarak 1936’da düzenlenmesi dolayısıyla tarihsel; 50’li yıllardan bugüne devreden sorunlar içermesi dolayısıyla da güncel bir konu olarak kıdem tazminatı, Türkiye’de uygulanmaya başladığı yıllarda işsizlik sigortası olmadığı için, bir tür işsizlik sigortası, iş güvencesi ve sonraya bırakılmış bir ücret olarak görülmüş ve işçinin korunması hedeflenmiştir.
Son yıllarda Erdoğan yönetiminin izlediği yanlış ekonomi politikalar dolayısıyla tekrar gündeme gelen kızem tazminatı, ülkedeki ekonomik tablonun aynası işlevi görüyor. Ülke kaynaklarının siyasi beka illüzyonu etrafında tamamen savaş ekonomisi üzerinden düzenlenmesi ile girilen büyük çöküş, emekçilerin ve işçilerin emeğine göz diken bir yönetim anlayışını tekrar ifşa etmiştir. Bugünlerde tartışılan kıdem tazminatının fona devredilmesi konusu ise, tamamen ülkedeki bu genel tablonun bir sonucu olarak iktidarın emek alanına bir saldırısı olarak değerlendirilmelidir. Kıdem tazminatının fona devredilmesi meselesi bu kez de Bakan Albayrak’ın sunduğu ekonomi politikası ve reform paketi ile gündeme geldi. Üzerinde bu kadar tartışmanın döndüğü kıdem tazminatını bu kadar önemli kılan şey ne peki?
Getirilmek istenen sistem ile kıdem tazminatı Bireysel Emeklilik Sistemine (BES) entegre edilecek ve bir fon oluşturulacak. İşverenden yapılacak kesintiler fonda toplanacak, çalışandan da aldığı ücrete göre kesinti yapılacak. Bu fon, “Otomatik Katılım” adı altında toplanacak ve böylece zorunlu hale getirilecek. Bakan Albayrak “sistemde biriken fonların 5 yılda milli gelirin yüzde 10’una ulaşacağını” varsayarak kıdem tazminatına ilişkin bir gelecek projeksiyonu çiziyor. Hesap edilen bu meblağ yaklaşık 500 milyar liraya tekabül ediyor. Büyük bir ekonomik girdaba giren ve bir yönetim krizi ile çalkalanan iktidar için bu meblağın iştah kabartıcı olmasına şaşırmamak gerekir. Zira, emekçinin alın teri olan kıdem tazminatının bu kadar ilgiye mazhar olmasının nedeni de biraz bu idari krizin anahtarı ve iktisadi çıkışın yolu olarak görülmesi.
Kıdem tazminatı ile yaratılmak istenen şey, krizden çıkışın bir yolu olarak görülse de bu düzenleme esasen krizi daha da derinleştiren ve emeğin gaspını hukukla gasp etmeye dönük bir çabadır. Bununla, krizden çıkış için gerçekçi ve adil hedefler içermek bir yana, krizin faturasını emekçilere ve halka yüklemeyi öngörmektedir. Hükümeti, kıdem tazminatının fona devri, zorunlu BES ve reform adı altında sosyal güvenlik haklarını kısıtlayacak adımlar atmaması konusunda uyarıyoruz. AKP hükümeti kıdem tazminatına ve işçi ücretlerinden yapılacak yeni kesintilere göz dikmiş durumda. Kriz karşısında işsizliğe çözüm bulmak yerine kıdem tazminatını fona devretmeyi, BES’i zorunlu hale getirmeyi ve ikisini birleştirerek kıdem tazminatını yok etmek istiyor.
Kıdem tazminatı ile ülkedeki ekonomik kriz ve çöküşe bir yama olarak ortaya konulan ve bununla siyasi varlığını sürdürmeye çalışan bir hükümet gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu tablo genel olarak işçilerin ve emekçilerin geleceklerini ipotek altına almaya çalışan bir çaba. Buna karşı yapılması gereken şey ise açıktır. Ülkedeki krizin faturasını emekçilere çıkarmaya çalışan bu anlayışa karşı, daha fazla mücadele etmek zaruri bir hale gelmiştir. Emekçilerin alınteri üzerine kurulan ve tamamen kendine bağlı klientalist bir ilişki ağı ören siyasi iktidar, emekçilerin emeği ile oluşturduğu bu birikimle kendi sermayedarlarını oluşturmaya devam ediyor. Halkın büyük çoğunluğunun kuru soğana muhtaç hale getirildiği böyle bir durumda yandaş sermayaye aktarılmaya çalışılan emekçilerin haklarını savunmaya devam etmeli, işçi ve emekçilerin mücadele birliğini sağlamayı temel amacımız haline getirmeliyiz.