Neoliberalizmin Fendi Yeldeğirmeni’ni Yendi

Mahalle sakinleri terzi dükkanlarının, nalburların, berberlerin, bi’milyoncuların, bakkalların yani bir mahallede olması, mahallelinin ihtiyaçlarını karşılaması gereken bilumum dükkanın yerini alan cafelerle ilgili Kadıköy Belediyesi’ni şikayete çoktan başlamışlardı.

Geçenlerde, oturduğum cafenin fiziki haritasını zihnimde canlandırıp oralardan bildiğim sokak isimlerini kendi kendime saymaya çalışmak gibi can sıkıntısından uydurulmuş bir oyun, beni pat diye bu konuya getirdi. “Bi dakka” dedim, “Yeldeğirmeni’ni hiç böyle düşünmemiştim.”

Yeldeğirmeni semti, bir arkadaşımızın buluşup sohbet etmek için bizi davet ettiği ama bizim “Yeldeğirmeni mi? Burası da yeni Moda oldu heralde.” deyip geri çevirdiğimiz uzak ve izbe bir yerdi bizim için, 2014 yılında. Sonra bir sabah Karakolhane Caddesi’ndeki duvarlara afiş asarken, 15-20 kişilik bir fotoğrafçı grubunun mural-art’la* bezenmiş duvarı arkamıza alarak bizden politik-sanatsal bir kare çıkarabilme heyecanı, yine aynı şeyi söyletti bize. “Burası da yeni Balat oldu heralde.” Yaşadığımız her deneyimde burası başka yerler olmaya devam ediyordu. Çünkü her seferinde Yeldeğirmeni başkalaşıyor, önce imaj yenileyip değişiyor, sonra aynı makyajlarla tek tipleşiyordu. 

Neydi benim “böyle düşünmemiştim” dememdeki “böyle”? Kentleri pazarlamak, marka kentler yaratmak, mekanın belleğini yok etmek, parasal getiriyi artırmak için tüketim metası haline getirmek gibi kapitalist kente ilişkin süreçleri öğrendiğim Kent Sosyolojisi’ndeki ‘gentrification’dı. Gentrification’ın Türkçe çevirisi için centrifikasyon, soylulaştırma, mutenalaştırma, seçkinleştirme, nezihleştirme ve benzeri birçok kavram kullanılıyor. Mahallecesi jantileştirme. Türkiye’de bolca sayıda örnekleri var: Ortaköy, Bebek, Kuzguncuk, Beyoğlu, Tarlabaşı, Balat, Karaköy… Birçok kitap ve makalede bu örneklere Yeldeğirmeni’nin henüz eklenmemiş olması diğerlerine göre daha yeni bir süreç olmasından kaynaklanıyor olsa gerek. Ve bu yeni süreç aynı zamanda, Kadıköy Belediyesi’nin ÇEKÜL Vakfı ortaklığıyla 2010 yılında başlattığı Yeldeğirmeni/Rasimpaşa Mahallesi Canlandırma Projesi etkisini gösterdikçe alevlenen bir tartışma konusu. Kimi semt sakinleri mahallelerindeki dönüşümden memnunken kimileri de giderek artan kiralar ve pahalılaşan hayat şartlarına dayanamayıp mahalleyi terk etmek zorunda kalacakları endişesiyle hiç memnun değil. Çünkü sıra bellidir. Önce kent merkezine yakın, tarihi dokusu bulunan, mahalle kültürünün bulunduğu, alt sınıfların yaşadığı bir semt ‘keşfedilir’. Bu özelliklerden dolayı bütçesi kısıtlı sanatçı ve öğrenciler, yerleşimde burayı tercih ederler. Sonra giderek orta sınıfların dinlenme ve eğlence ihtiyacını karşılayacak kültür ve eğlence mekanlarıyla kentin çekim noktası haline gelir. En sonda da, ulusal ya da uluslararası gayrimenkul yatırımcıların, büyük sanat galerilerinin, otellerin, hostellerin buraya akın etmesiyle ‘değerlenip’ eski sakinlerinin o yerde ikamesini imkansızlaştırır. Bu sıraya baktığımızda, son aşaması dışında tüm aşamalar Yeldeğirmeni’nde gerçekleşmiş bulunuyor.

Buralar Bir Zamanlar Dutlukmuş

İsmini I. Abdülhamid’in, bölgenin un ihtiyacının karşılanması için yaptırdığı yeldeğirmenlerinden alan semt, İstanbul’un ilk apartman semti olarak biliniyor. 15. ve 16 yüzyıllarda yerleşimin olduğu bilinen Yeldeğirmeni özellikle Haydarpaşa Gar’ının inşaası sırasında canlanıyor. Örneğin, Haydarpaşa İstasyonu’nun inşasında çalışan İtalyan taş ustalarının lojman olarak kullandıkları Velprada Apartmanı, diğer birçok tarihi bina gibi, bu savı destekliyor. 1950-60’lı yıllarda yoğun olarak gayrimüslimlerin yaşadığı Yeldeğirmeni, malum nedenlerden dolayı giderek terk ediliyor. 2000’li yılların başındaysa memur ve ücretli işçilerin yoğun olduğu bir alt-orta sınıf semti olarak kimliğini buluyor. Merkezi konumu ve kiraların düşüklüğü sebebiyle son yıllarda öğrencilerin yerleşimine açılıyor. İşte ilk halka da burada başlıyor. Kimi tartışmalarda, öğrencileşme soylulaştırmanın ilk aşaması olarak görülüyor. Buraya yerleşen öğrencilerin çoğu da, fiziki konum yakınlığından ötürü, Marmara Üniversitesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Beşiktaş’taki Yıldız Teknik ve İTÜ kampüslerinin ve civardaki vakıf-özel üniversitelerin öğrencileri. Sanatın özgür alanlara duyduğu ihtiyaçtan dolayı, sanatçılar da buradaki görece özgür yapıdan faydalanmak ve daha önce kovuldukları Taksim, Cihangir, Karaköy gibi ultra pahalılaşmış semtlere bir alternatif olarak Yeldeğirmeni’ni gördüler. Böylece fark edilmeden semtin yapısında demografik değişiklikler olmaya başladı.

2010’da Kadıköy Belediyesi’nin başlattığı “Canlandırma” projesinin web sitesinde, semti kentsel dönüşüm ve soylulaştırma tehlikesinden uzak tutarak sürdürülebilir bir canlanma hedeflendiği söyleniyor. Ama bu canlanmanın doğalında gelişen ilişkilerle değil belediye eliyle, tepeden bir müdahaleyle yapılmış olması bir süre sonra bu tehlikeye düşüleceğinin de bir işareti aslında.

Zira yapılan bu müdahaleyle birlikte mahalle yaşamı yeni sakinlere göre dizayn edilmeye başlandı. Hızla semtteki yeme-içme alışkanlıkları değişti, mekanlar arttı. Yeldeğirmeni’nde de, soylulaşmanın vitrini olan birbirine benzeyen mekan ve tasarımlar ön plana çıktı. Cafe-barlar, hepsi tek elden çıkmışçasına, ya minimalist ya da geleneksel orta sınıfları cezbedecek nostalji vurgusuyla Retro tarzları uygulayarak eklektik bir tasarım furyasını da ürettiler. Buralardaki hand-made vurgusu küçük esnaflığı, seri üretime karşı biricikliği ima eden yanlarıyla anti-kapitalizme; eşsizliği ve minimalizmi ima eden yanlarıyla da kapitalizme göz kırpıyor. Elbette tasarımdaki minimalizm, fiyatlara hiç mi hiç yansımıyor. Küçük bardak çayın 5 lira, kahve alt sınırının ise 18 liradan başladığı cafelerden bahsediyorum. Mahalle sakinleri terzi dükkanlarının, nalburların, berberlerin, bi’milyoncuların, bakkalların yani bir mahallede olması, mahallelinin ihtiyaçlarını karşılaması gereken bilumum dükkanın yerini alan cafelerle ilgili Kadıköy Belediyesi’ni şikayete çoktan başlamışlardı. Yerel seçimler yaklaşırken Kadıköy’ün CHP tarafından çantada keklik olarak görüldüğü için yerelin taleplerinin önemsenmediğini, bunların hesabının sorulması gerektiğini söylemeye de. Belediye, gerek sosyal medya hesapları gerek çıkardığı haftalık gazetedeki bölümleriyle bu dönüşümün mahalleli için de olumlu yanlarının olduğunu; yürütülen projede sürdürülebilir bir canlanma hedeflendiğini söylese de canlanma her anlamda kapitalist kent ilişkisini dolayısıyla rant politikasını beraberinde getirir ve mahallenin asıl sahiplerini yerinden eder. Hele sürdürülebilir olması kapitalist ilişkilerin kendisi için bile mümkün değil.

*mural-art: Duvar ressamlığı

*hand-made: el yapımı