Anormal Normal – M. Sinan Mert

Faşizmin olağanüstü olanı, olağanlaştırabilmesinin sınırına ulaştığımız günlerden geçiyoruz ancak. Hiç kuşku yok ki ekonomik krizin emekçi sınıfların hayatını cehenneme çeviren sıcaklığı milyonlarca ezilen için sahici bir gerçekliğe dönüş tokadı rolü oynuyor.

Faşizm olağanüstü olanı sıradanlaştıran, olağanı ise anormal olarak anlayan ve anlatanlarla işleyebilen bir siyaset makinesi olarak da düşünülebilir. Böylesi bir durumun yaygınlaşabilmesi kitlelerin bir kısmının esrikleşmesi ve tamamen bilinçaltlarındaki duyguların hâkimiyetine girmeleri (TRT’deki Osmanlı dizilerinin Cumhuriyeti bir Türk Weimar’ı olarak resmetmesi), diğer bir kısmının ise acımasızca düşmanlaştırılmaları ve şiddetle yaşamın dışına itilmeleri ile mümkün olabiliyor. C.G.Jung “Hitler her Alman’ın ruhuna renk veren tipik bir aşağılık kompleksini dillendiririr” derken son derece haklı. Bilinçaltının ve kanaatlerin bu seviyede sahaya hâkim olması aklını iktidara emanet etmemiş olanlar için içinden geçilen hezeyan halinin bir açıklamasını sağlayabilir.  

31 Mart’tan bu yana yaşananları ve faşist cephenin salgıladığı düşünce taslaklarını gözlediğimizde yukarıda söylenenler daha da bir anlam kazanıyor. Bu süreçte o kadar sıra dışı, o kadar olağanüstü, o kadar akıl ve mantıkla izah edilemeyecek durumlar sahneleniyor ki büyük bir sabır, direnç ve dirayetle elde ettikleri kazanımlara sahip çıkma mücadelesi verenlerin mütevazılığı sıra dışı bir görünüm kazanıyor. 200 milyar dolarlık, yani neredeyse ülkede üretilen her dört liradan birinin kaynağı bir ekonomiyi örümcek ağı gibi sarmış bir rant mekanizmasından mahrum kalmamak için Saray rejimi, hamle üstüne hamle itiraz üstüne itiraz gerçekleştiriyor. Seçim öncesinde kendi gerçekleştirdiği seçmen kaydırmalarını bu sefer seçimin iptali için bir gerekçe haline getiriyor. 15 gündür bir seçimin sonuçlandırılmamasını “normal ve hukuki” bir süreç olarak lanse etmeye, seçim sürecinde her türlü haksızlığı bir avantaj olarak sonuna kadar kullanmaktan ar duymayanlar şimdi “mağdur edilmiş” pozlarına girmeye çalışıyorlar.

Türkiye’nin yeni yetme burjuvazisinin pejmürde kitschliğinin yansıması bir düğününün azameti ile işsizlik rakamlarının belki de Cumhuriyet tarihinin en korkunç seviyelere ulaşmasının aynı haftaya denk gelmesi bir tesadüf olabilir mi? 7 milyon insanı üretim yapamaz, evine ekmek götüremez, kendini dünyanın en çaresiz insanı hisseder hale getiren bir düzenin böylesi banal, sıradan, değersiz bir şatafat için milyonlarca lirayı boca etmesi normal mi? Kapitalizmin zenginleştirmeyi ve yoksullaştırmayı aynı anda başaran, böylesi uç görüntüleri eş zamanlı ortaya çıkaran saçmalığının toplumun geniş kesimleri için normal karşılanması da üst sınıfların faşizmden beklentisinin karşılanması anlamına gelmiyor mu?

Diyarbakır’da parkta oturan bir Kürt gencinin, Recep Hantaş’ın “yanlışlıkla” katledilmesi ile Diyarbakır Belediye Başkanı olarak görev yapan kayyımın Belediye Binası’nı Sheraton lükslüğünde bir otel görünümüne kavuşturmak için bu yoksul halkın milyonlarca lirasını savurması arasındaki bağlantı da çok açık değil mi? Devlet, gençlerimizi elini kolunu sallayarak katledemese, tecridin sona ermesi için yükselen çığlığı duymazdan gelemese kayyımın radikal yatırım tercihleri realize olabilir miydi? Devletin zoru ile üst sınıfların şaşaasını bundan daha açık bir biçimde sergileyen bir örnek bulunabilir mi?

Faşizmin olağanüstü olanı, olağanlaştırabilmesinin sınırına ulaştığımız günlerden geçiyoruz ancak. Hiç kuşku yok ki ekonomik krizin emekçi sınıfların hayatını cehenneme çeviren sıcaklığı milyonlarca ezilen için sahici bir gerçekliğe dönüş tokadı rolü oynuyor. Milyonlarca emekçi açlığın, işsizliğin, borç batağına saplanmanın, geleceksizliğin çemberine sıkışmışken Kolinler, Limaklar, Albayrakların yağması devam etsin diye milyonların “milli iradesi”nin çalınmak istemesi, 15 günde bunun için doğru dürüst bir gerekçe bile üretilememiş olmasına rağmen buna cüret edilebilmesi de bu gerçeklik duygusunu pekiştirmekte. Erdoğan, 7 Haziran 2015 seçimlerinde attığı perendeden beri serbest düşüşte. Ne yaparsa yapsın 31 Mart’ın bu düşüşü en açık biçimde teyit etme niteliğini ortadan kaldıramayacak. Artık herkesin yeni bir umut hikâyesi duymak için kulaklarını diktiği, etrafını alıcı gözle süzdüğü bir döneme girdik, değişimin zilleri çalıyor.

Devrimcilerin bu eşiğin aşılmasında toplumun önünde yer alabilmeleri faşizmin anormalliği sıradanlaştırma hamlelerine karşı olağanüstünün saçmalığını en kör göze sokabilecek, görünür kılabilecek hamleler yapabilmesinden geçiyor. Krizin emekçilerde yarattığı şu aşamadaki korku ve yılgınlık, devrimcilerin sabırlı ve kararlı çalışmasıyla işsizliğe ve pahalılığa karşı eylemli bir öfkeye dönüştürülebilirse Cumhuriyet’in en büyük tarihsel krizinin çözümünde demokrasi arayışı ve eşitlik mücadelesi birbirlerinin tümleyeni ve güçlendiricisi olabilir. Sudan’da ve Cezayir’de yaşananlar bunun Kaf Dağı’nın arkasındaki bir hülya olmadığının işareti olarak da okunamaz mı?

2019, aklını ve iradesini diri tutabilen devrimci özneye sıra dışı olanaklar sunmaya devam edecektir.

Yazarın Diğer Yazıları