Kıvılcımlı’nın Barbarı Ya Da Mrozek’in Terzisi – Canan Özcan

Mrozek, belki de içinde yaşadığı dönemin otoriter koşulları içerisinde ve ona karşı bir şekilde tarihsel bir devrim kurgulamıştır. Kıvılcımlı açısından bakacak olursak ise artık konuşulması gereken ya gerçek bir barbarlık ya da sosyalizmi kuracak olan sosyal bir devrimdir.

1925 yılında, henüz 23 yaşındayken ilk kez hapishaneye giren Dr. Hikmet Kıvılcımlı tarih tezi üzerine çalışmaya da ilk defa bu sıralarda başlamıştır. Öncesinde tarihi, sezgileri yoluyla çalışmaya başladığını fakat 1925 yılında araştırıp kanıt bularak yazması gerektiğini anladığını belirten Kıvılcımlı, bulduğu her fırsatta da tarih çalışmalarına devam etmiştir. Kıvılcımlı, tarihe yaklaşımını ünlü Fransız tarihçi Jules Michelet ile kıyaslamış, onunla tarih anlayışlarının tesadüfen birbirine çok benzediğini yazmıştır. Oysaki Kıvılcımlı yine kendi ifadesi ile Michelet ile çok geç tanışmıştır. Ne var ki Michelet gibi kendisinin de üslubuna çok takılındığını, “tarihi bugünmüş gibi yaşıyormuş” gibi yazdıkları için eleştirildiklerini söylemiştir. Oysaki Kıvılcımlı için eser, onu yapanın duyguları ve zamanı ile boyanmıştır. Kıvılcımlı mekanik tarih anlayışına karşıdır; çağlar arası geçişte teknik, coğrafya, tarih ve insan üretici güçleri olarak adlandırdığı dört üretici gücün de rolü vardır ve tarihin açıklanmasında sadece teknik üretici güçleri temel almak kaba bir materyalizme düşmek olacaktır.[i]

Böyle bir tarih anlayışına sahip olan Kıvılcımlı, tarihi, tarih öncesi (yazısız) ve tarih (yazılı) olarak iki ana bölüme ayırır. Tarih öncesi dönem “vahşet” ve “barbarlık” olarak iki bölüme ayrılırken, tarih olarak adlandırılan dönem “antika tarih” ve “modern tarih” olarak ikiye ayrılmaktadır. Kıvılcımlı esas olarak antika tarihle ilgilense de tarih öncesinin, özellikle de barbarlık döneminin de çok önemli olduğunu vurgulamıştır. Kıvılcımlı hem tarih tezini oluştururken hem de bu teze göre dinler tarihini incelerken birçok yeni kavram üretmiştir. Diğer taraftan bazı kavramlara da kendisi yeni anlamlar kazandırmıştır. Barbarlık kavramı bunlardan biridir. Kıvılcımlı, barbarın Yunanca’da yabancı anlamına gelen Barbaros sözcüğünden geldiğini ama kendisi sözcüğü bu anlamda kullanmadığını vurgulamaktadır. Yine Batılıların kendilerinden aşağı gördükleri toplumları tanımlamak için kullandıkları barbar sıfatı da Kıvılcımlı’nın kullanımından farklıdır. O, bu kavramı Morgan’daki gibi sadece medeniyetten önceki çağı ve bu çağın insanlarını belirtmek için kullandığını ifade etmektedir.

Barbarlık kavramı Kıvılcımlı’da son derece olumlu bir anlam ifade etmektedir. Barbar insan, yiğit, cesur ve yozlaşmamış olandır. Barbarlar tarihin yıkıcı-vurucu gücüdür çünkü kendilerine ters gelen her şeyi yakıp yıkarlar; ne var ki bir süre sonra kendileri de o ters gelen şeylere kanarlar. Kıvılcımlı barbar toplumların “tarih dönemi medeni toplumları” ile bir arada varlıklarını devam ettirdiklerini belirtir. Barbar toplumlar medeniyetlere saldırarak onları yıkmakta ve yeni bir medeniyet kurmakta ya da onlara bir barbar aşısı yaparak bir süre daha varlıklarını devam ettirmelerini sağlamaktadır. İşte bu şekilde antika tarih, barbarlarla medeniyetlerin mücadelesi şeklinde ilerlemiştir. Barbar toplulukların medeniyetleri yıkarak kendi medeniyetlerini kurması Kıvılcımlı’da tarihsel devrim adını almaktadır.      

Kıvılcımlı’nın tarih tezinin ve barbar kavramına yüklediği anlamın başlıkta geçen tiyatro yazarı Mrozek ile ne ilgisi olduğu sorusu bu noktada sorulabilir. Polonya doğumlu oyun yazarı, yazar ve karikatürist Slawomir Mrozek’in 1964 yılında sürgündeyken yazdığı “Terzi” isimli tiyatro oyununu, geçtiğimiz senelerde Şehir Tiyatroları’nda izlediğimde neredeyse Hikmet Kıvılcımlı’dan esinlenildiğini düşünmüştüm. Mrozek oyunda, uygarlık ile barbarlığın çatışmasını konu etmektedir ve Kıvılcımlı’nın anlattığı bir tarihsel devrimin işleyiş kanunlarını yansıtır gibidir. Oyun, bilinmeyen bir zamanda bilinmeyen bir yerde barbarların, bir ülkeyi istila etmesini ve bu barbarların şefi ile medeniyeti temsil eden, istilaya uğrayan ülkenin halkı arasındaki ilişkiyi anlatmaktadır. Oyunda, istila edilen uygar ülkenin ekselansını giydiren ve kendisini medeniyet ile özdeş gören bir terzi karakteri vardır. Bu terzi, barbar istilasından sonra barbar şefi ile anlaşmakta ve artık onu giydirmeye başlamaktadır. Eski kral, kendisini bilim, hümanizm ve eğitim ile bir tutarken, barbarları dağlardan, ormanlardan bir çığ gibi gelen vahşiler olarak tanımlamaktadır. Bu tam olarak da Kıvılcımlı’nın barbar akınlarının dağlardan geldiğini ve uygarlık ile nasıl bir çatışmaya girdiğini anlatmasına benzemektedir. Oyunda da Kıvılcımlı’da da istilacı barbar toplumlar, istila ettikleri kenti yakıp yıkmaktadırlar. Oyundaki kral, barbarların yüzyıllardır ülkede çiçeklenen ne varsa kirletmek, kiliseleri yıkmak ve değirmenleri yakmak isteyen, adeta kana susamış hayvanlar olduğunu söylemektedir. Kral, kendisini giydiren terziden, devrim olarak adlandırdığı bu istilanın yanında olmamasını rica ederken, terzi ise kendisinin yaptıklarının devrim için değil, tam tersine düzenin devamı için olduğunu belirtmektedir. Mrozek’in terzisi, uygarlık zamanında da barbar istilası zamanında da devamlılığı olan, belki içerisinde bürokrasiyi de içeren bir devlet ve siyaset düzenini temsil ediyor gibidir. Nitekim terzi karakteri, barbar şefini giydirmeye başlarken onu dönüştürmeye de başlamıştır. Bu dönüşüm barbar şefinin, düzene uyum sağlayarak yozlaşması ile sonuçlanacaktır. Kıvılcımlı da bunun böyle olacağını belirtmektedir. Barbarlar içlerine girdikleri medeniyetin özelliklerine kanarak yozlaşacak ve bir sonraki barbar istilasına açık hale geleceklerdir. Önemli olan terzinin temsil ettiği düzeni alt edebilmektir.

Oyundaki terzi, kendisini bilim ve hümanizmle bir tutan ekselansın, ne bilim insanı ne de sanatçı olduğunu söylemekte, onu hükümdar yapanın ise kendisi olduğunu belirtmektedir. O, uygun giysiyi biçmedikçe ekselans, barbarlardan farkı kalmayacak olan, sıradan bir insandır. Terzi, barbarlığı da çıplakla bir tutmaktadır; bu nedenle yeni hükümdar barbarlar olacaksa onları da kendi istediği şekilde giydirmelidir. Ekselansa dikilecek bir giysi ise artık kalmamıştır; yani artık onun uygarlığının sonunun geldiği bellidir. Düzeni kuracak olan ise kendisidir. Kıvılcımlı da çürümeye ve yıkılmaya yüz tutmuş uygarlıkların, bir barbar aşısıyla canlandırılması ya da tamamen yıkılarak yerine yenisinin kurulması gerektiğini düşünmektedir. Terzinin bu düşüncelerini öğrenen kral ise onu bir tiran olarak nitelemektedir.  

Mrozek’in oyununda terzi kendi çıkarları için olsa da barbarlarla iş birliği yapmaktadır. Diğer taraftan barbarlarla iş birliği yapan başka yerliler de vardır. Bunlardan biri de uygarlığın genç insan gücünü temsil eden ve uygarlığı yozlaşmış bularak, barbarların temiz insan gücüne inanan genç Karlos vardır. Karlos her zaman yeni bir çağın geleceğini düşlediğini ifade etmekte, terziyi ise gerçekleri saklayan, üstlerini örten bir “saltanatçı” olarak betimlemektedir. Kıvılcımlı da barbar istilalarında yıkılan medeniyetin insanlarından bazılarının, barbarların yanında yer aldığını belirtmiştir. İstanbul’un alınmasını bir barbar istilası, dolayısıyla bir tarihsel devrim olarak gören Kıvılcımlı, bu sırada Sultan Mehmet’in surlar için gereken topları Bizanslı bir Macar’a döktürmesini bu duruma örnek olarak göstermektedir. Hatta yozlaşmış ve çökmekte olan Bizans İmparatorluğu’ndaki halkın çoğunluğu da bu barbar istilasını desteklemiştir ona göre. Kıvılcımlı İstanbul’un alınmasını olumlu görmekte fakat bunu Türkler yaptığı için değil, barbarlar yaptığı için bu şekilde değerlendirmektedir. Neticede yıkılmakta olan ve çürümüş Bizans’ın bu barbar istilasına ihtiyacı vardır. Ne var ki Mrozek’te, Karlos hem kıyafetleri hem davranışları ile barbarlar gibi davranmaya çalışırken, barbarlar giderek uygarlığın özelliklerini almaya, davranışlarını ve kıyafetlerini değiştirmeye başlamaktadır. Bu durumdan sorumlu olan terzi ise barbar şefini evcilleştirmekle gurur duymaktadır. Barbarların saray yerine kendi atölyesine gelmelerinin bir anlamı vardır; özü nerede arayacaklarını bilmektedirler ve barbarları dönüştürecek olan uygarların gücü değil, kendi kibirleridir.

Oyundaki tek kadın karakter Karlos’un annesi Nana’dır. Nana terzinin müşterilerinden biridir ve en belirgin özelliği vücudunun hiçbir yerinin görünmeyecek şekilde giyinmesidir ki bu onu insanların gözünde cazip kılan şeydir aynı zamanda. Terzi bu durumu da kendi diktiği kıyafetlerin becerisi olarak görmektedir. Nana ile barbar şefi başlangıçta anlaşamasalar bile daha sonra kurdukları ilişki ile ikisi de dönüşürler ve oyunun sonunda barbar şefi terzinin kendisini düşürdüğü durumu fark ederken kadın da yüzündeki örtüyü açar. Barbar şefi ormandaki özgür yaşamını terk etmiş olmaktan pişmandır ve insanların arasına katılarak her şeyini kaybettiğini düşünmektedir. Sonuçta terzi, istediğine tam olarak kavuşamasa da barbar şefine ve Nana’ya hizmet etmeye devam eder. Mrozek oyunun sonunda bir umut bırakmıştır.

Kıvılcımlı tarihsel devrim yapacak toplulukların artık bulunmadığını belirtmişti. Modern tarihte gerçekleşecek olan, bir sınıfın diğer sınıfı yıkarak yerine geçmesi anlamına gelen sosyal devrimlerdir. Tarihsel devrimler bilinçsizce, tamamen bilinçaltı şeklinde gelişirken; sosyal devrimler bir o kadar şuurlu bir gidiş içinde ilerlemektedir. Mrozek, belki de içinde yaşadığı dönemin otoriter koşulları içerisinde ve ona karşı bir şekilde tarihsel bir devrim kurgulamıştır. Kıvılcımlı açısından bakacak olursak ise artık konuşulması gereken ya gerçek bir barbarlık ya da sosyalizmi kuracak olan sosyal bir devrimdir. Mrozek’te de Kıvılcımlı’da da bu umudun ve inancın olduğu görülmektedir.  


[i] Kıvılcımlı’nın tarih çalışmaları üzerine bu düşüncelerine, Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü’nde bulunan ve ilk kez Osmanlıca’dan Türkçe’ye çevrilen yazılarından ulaşılmıştır:

“Cennet”, “Allah önce kadındı” and other manuscripts on religion, 1960, Klasör No: 76, USTE, Kıvılcımlı Papers.

Yazarın Diğer Yazıları