İnkılâba Bütün Bir Ömrünü Veren Kadın: Fatma Nudiye Yalçı – Canan Özcan
Bu kadar azimli ve güçlü bir sosyalistin adı, çok uzun yıllar boyunca, Nazım Hikmet, Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı’nın adının yanında silikleştirilmeye çalışılmış, gereken önem ve dikkat asla verilmemiştir.
Türkiye sosyalist hareketinde yer alan isimlerden bahsedilirken ilk akla gelenler arasında bir kadının ismini görmek çok mümkün olmuyor. En iyi ihtimalle bu isimler arasında Behice Boran’ı görebilirsiniz. Oysaki bu coğrafyada yaşamış, sosyalist ve feminist mücadele içerisinde yer almış çok sayıda kadın var. İsimlerinin unutturulmuş olması ise bilinçli bir tercih. Neyse ki son dönemde bu durum biraz olsun değişiyor ve en azından kadınlar, kadınların tarihini yazmak için çaba sarf ediyorlar.
Ne yazık ki ben de bu yazının konusu olan Fatma Nudiye Yalçı ile sosyalist hareket içerisinde yer alan Hikmet Kıvılcımlı üzerine doktora tezimi yazarken tanıştım. Kıvılcımlı da esasında çeşitli sebeplerle sosyalist hareket içerisinde hak ettiği ilgiyi çok fazla görebilmiş bir isim değil fakat bu ayrı bir yazının konusu olabilir. Asıl şaşırtıcı olan ise bütün bir hayatını sosyalist mücadeleye adayan Fatma Nudiye’nin varlığının yakın bir zamana kadar söz konusu bile edilmemiş olması; Hikmet Kıvılcımlı’nın onda biri kadar dahi ilgi görmemiş olması. Hatta Fatma Nudiye yaşadığı dönemde bile yoldaşı olan sosyalistler tarafından zaman zaman haksız sözlere maruz kalmış, siyasi faaliyetinin engellendiği süreçlerden geçmiştir.
Fatma Nudiye, 1904 yılında İstanbul, Kasımpaşa’da doğmuştur. Ailesi 1934 yılında çıkarılan soyadı kanunu ile Yalçı soyadını almıştır. Fatma Nudiye’ye aile içinde Nudiye olarak hitap edilmektedir ve kendisi soyadı kanunu kabul edilene kadar yazılarında, Nudiye Hüseyin imzasını kullanmıştır. Bunun nedeni soyadı kanunundan önce babanın ya da eşin isminin soyadı olarak kullanılıyor olmasıdır. Fatma Nudiye, komünizmle tanıştıktan sonra, bütün ailesi tarafından reddedilmiştir fakat bir tek annesi, ölümüne kadar kızının arkasında durmuş, onu desteklemiştir. Annesi, Fatma Nudiye Sinop’ta cezaevindeyken bile onun üzerinden elini çekmemiş, Sinop’ta fener memuru olan kuzeninden Nudiye’ye yardımcı olmasını rica etmiştir. Yeğenlerinden Esat Yarar, Fatma Nudiye’yi az görebilmiştir ama onun aile içinde karizmatik, zeki ve parlak bir duruşu olduğunu anlatmaktadır. Maalesef ki fikirlerinden ötürü bir baskı ve uzaklaştırmaya maruz kaldığını anlatmaktadır.
Fatma Nudiye’nin Dame de Sion Fransız Lisesi’ni bitirdiği söylenegelmektedir fakat bu okuldan mezuniyeti ile ilgili somut bir belge şimdiye kadar bulunamamıştır. Diğer taraftan, şimdiye kadar hiçbir yerde geçmeyen ilginç bir ayrıntıya burada yer verebiliriz. Fatma Nudiye, Nudiye Hüseyin imzasıyla Yedigün dergisinin 26 Temmuz 1933 tarihli sayısına, “Çarşaf ve Peçe Azabını Tanımayan Genç Kıza” başlıklı bir makale yazmıştır ve bu makalede çarşaf ve peçe giyme zorunluluğunun etkilerini, kendi başından geçen örneklerle anlatmıştır. Fatma Nudiye kendi tecrübelerini anlatmadan hemen önce, bu makalenin girişinde, Darülmuallimat’ta (Kız Öğretmen Okulu) öğrenci olduğunu ifade etmektedir. Fatma Nudiye’nin bu okuldan mezun olmuş olması ve böylece muallim sıfatı alması mümkün gözükmektedir. Sonrasında ise Fatma Nudiye’nin İstanbul Üniversitesi’nde felsefe bölümünü bitirdiği de bilinmektedir.
Eğitim hayatından sonra Fatma Nudiye, o dönemin aydın çevrelerinin toplandığı Resimli Ay dergisine gidip gelmeye başlamış ve bu sırada tanıştığı yazar Nizamettin Nazif ile 14 Mart 1932 tarihinde evlenmiştir. Cumhuriyet gazetesinin 15 Mart 1932 tarihli sayısında yer alan evlenme ilanlarında (ilanda, evlenme olayının dün geçekleştiği yazmaktadır; evlilik tarihlerinin 14 Mart olduğu bilgisine buradan ulaşılmıştır) Nizamettin Nazif’in yanı sıra Fatma Nudiye’den de muharrir (yazar) olarak bahsedilmektedir. Nudiye’nin bu döneme ait herhangi bir yazısı şu ana kadar bilinmese de daha o dönemde gazetecilik yaptığı bu ifadeden çıkartılabilir.
Nudiye’nin ilk evliliğini yaptığı Nizamettin Nazif tanınmış bir aileden gelen, döneminin popüler gazeteci ve yazarlarından biridir. Fatma Nudiye ile Nizamettin Nazif’in evliliği çok uzun sürmemiştir. 1933 yılında ayrılmışlardır fakat 31 Mayıs 1933 tarihinde halen evli olduklarını biliyoruz çünkü bu tarihte, Fatma Nudiye’nin Yedigün dergisinde keşfedilmiş ilk yazısı yayımlanmıştır ve yazı, eşi Nizamettin Nazif üzerinedir. Fatma Nudiye ile ilgili ilk yakışıksız sözlerin de bu dönemde edilmeye başlandığını görüyoruz. Abidin Dino, Nazif’in etrafında çok sayıda kadın olduğu için onlara fazla bir önem atfetmediğini, bu anlamda Fatma Nudiye’ye de yazık olduğunu, neyse ki bir süre sonra, onun da bu duruma boş verdiğini ifade etmiştir. Halbuki Fatma Nudiye bu kadar ünlü ve başarılı bir gazeteciyle evliyken yazdığı yazıları dahi (sadece Nudiye Nizamettin ismiyle imzaladığı Beyoğlu 31 isimli tiyatro oyunu hariç) kendi ismiyle imzalayacak kadar kendine güveni olan bir kadındır. Ayrıca kısa süren evliliğinden sonra meslek ve siyaset hayatına güçlü bir şekilde devam etmiştir.
Fatma Nudiye ile Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın 1933 yılı sonu ile 1935 yılı arasındaki bir dönemde tanıştığı bilinmektedir (Eylül 1935 tarihli, birlikte yaptıkları gezintilerden fotoğrafları olduğuna göre, tanışmaları bu tarihten daha geç bir tarihte gerçeklemiş de olamaz). Bu dönemle ilgili Fatma Nudiye ile ilgili dikkat çeken bir gelişme de Cumhuriyet gazetesinin 10 Temmuz 1933 tarihli sayısında yayınlanan yasaklanan kitaplar listesinde onun da bütün eserlerinin sayılmış olmasıdır. Anlaşılan odur ki gazetede yer alan listeler, yasaklı kitaplar listesi değil, çok daha korkunç bir ifadeyle yakılacak kitaplar listesidir ve bu listeler Peyami Safa’nın 30 Mayıs 1933 günü yaptığı çağrıyla, gazetenin okurları tarafından oluşturulmuş listelerdir. Safa, bu çağrıyı Fransız Vu dergisinden esinlenerek yapmıştır; Fransız derginin amacı ise Hitler’in kitap yakmasını eleştirmektir. Nudiye Nizamettin’in de yer aldığı ve bir okuyucu tarafından hazırlanan listede, üstelik de sadece kadınlar yer almaktadır ve Aslan’a göre bu okuyucu, komünist düşmanından da öte belli ki bir kadın düşmanıdır. Diğer taraftan bu liste bize, Fatma Nudiye’nin o dönem tanınan bir yazar olduğunu göstermesi bakımından da önemlidir.
Kıvılcımlı, Nudiye ile tanıştığı dönemde 1929 tevkifatı ile aldığı hapis cezasını henüz tamamlamıştır. Hem Kıvılcımlı için hem de Nudiye için hayatlarının en çok okuyup yazacakları ve siyasi faaliyette bulunacakları dönemin başlangıcıdır bu. Bu iki düşünce ve eylem insanı, bu tanışmayla birlikte, oldukça uzun sürecek bir duygusal ve hayat boyu sürecek bir politik ilişkiye başlamışlardır.
Kıvılcımlı, 1935 yılında, Marksizm Bibliyoteği yayınevini kurmuştur ve Fatma Nudiye de bu faaliyette yer almıştır. Marksizm Bibliyoteği’nden yedi kitap çevirisi yayımlanmıştır ve bunlardan ikisi olan Karl Marks’ın Enternasyonal’i Açış Hitabesi ve Engels’in Marksizm’in Prensipleri kitapçıkları bizzat Fatma Nudiye Yalçı tarafından çevrilmiştir. Yine bu yayınevinden çıkarılan Sosyete ve Teknik isimli telif eseri de Fatma Nudiye Yalçı yazmıştır (Kale, 2014, 30-36). Bu eser, Yalçı’nın, Yedigün dergisindeki makaleleri dışında, 1927 tarihinde Türk Yurdu Neşriyatı’ndan çıkan Çabuk Öğreten Elifba broşüründen ve 1929’da Resimli Ay matbaasından yayımlanan Millet Mektepleri için Milli Alfabe kitabından sonra yayımlanan üçüncü eseridir.
Yalçı, çocuk kitapları sorumluluğunu almıştır ve Emekçi Yavrusunun Hikâyeleri adlı seriyi hazırlamaya başlamıştır. Bu seriden ilk olarak da Gölgenin Çocuğu ile Güneşin Çocuğu kitabı yayımlanmış, Marabanın Çocuğu isimli kitabın da yayımlanacağına dair duyuru yapılmış fakat bu gerçekleşmemiştir. 1938 yılı ortalarında başlayan Donanma Davası’yla birlikte Kıvılcımlı ve Yalçı tutuklanmış ve çalışmaları da durmuştur.
Kıvılcımlı ve Yalçı, 13 Haziran 1938 günü Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin gıyabi tutuklama kararıyla tutuklanmıştır. Donanma Davası’nda, 29 Ağustos 1938 günü karar açıklanmış ve Nazım Hikmet 20 seneye, Doktor Hikmet Kıvılcımlı 15 seneye, Kemal Tahir Benerci 15 seneye, Kerim Korcan 12 seneye ve Fatma Nudiye Yalçı 10 seneye mahkûm edilmiştir. Fatma Nudiye Yalçı bu davadan tam 10 sene ağır müebbet hapis cezasına çaptırılmış ve bu sürenin tamamını yatmıştır. Bunun ötesinde, karara baktığımızda görüyoruz ki hem hayatının geri kalanında kamu hizmetlerinden men edilmiş hem de ceza müddeti kadar hacir altında bulundurulmasına karar verilmiş yani medeni haklarını kullanma ehliyeti kaldırılmıştır. Varlıklı bir ailenin, iyi eğitimli kızı olan Fatma Nudiye Yalçı gibi bir kadının, bir anda, 10 yıllık bir ağır hapis cezası ile cezaevine girmesinin ve o koşullara adapte olmasının ne kadar zor olduğunu ancak tahayyül edebiliriz. Kaldı ki bu kadar azimli ve güçlü bir sosyalistin adı, çok uzun yıllar boyunca, Nazım Hikmet, Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı’nın adının yanında silikleştirilmeye çalışılmış, gereken önem ve dikkat asla verilmemiştir. Üstelik Yalçı, bu hapislikten sonra da asla yılmamış, politik faaliyetlerine devam etmiş ve hatta ikinci kere hapishaneye girmeyi dahi göze almıştır. Kıvılcımlı ise Günlük Anılar isimli yazılarında, Yalçı’dan bahsederken isim vermeyerek “bana yakın olan kadın”, “…yalnız yayın işlerinde yardımı dokunan Fatma Yalçı adlı kadına karşı da haksız imalarla karşılaştım.” gibi ifadeler kullanmıştır. Kıvılcımlı belki özel hayatı ile ilgili çok fazla konuşmamak adına bu şekilde ifadeler kullanmıştır fakat şüphesiz ki özel hayatı dışında, hayatı boyunca yoldaşı olmuş bir sosyaliste karşı bu şekilde önemini azaltıcı ifadeler kullanması, eleştirilmesi gereken bir durumdur. Elbette ki Fatma Nudiye korunmaya muhtaç bir durumda değildir ve kendisini savunabilecek bir pozisyondadır fakat bana yakın olan kadın gibi isminin bile anılmayacağı ya da sadece bir yardımcı konumuna indirgeneceği ifadeleri kesinlikle hak etmemektedir. Hikmet Kıvılcımlı gibi ömrünü sosyalist mücadeleye adamış bir komünistin, kadın yoldaşına karşı böyle bir tavır takınması Fatma Nudiye’nin neden bunca zaman gölgede kaldığının anlaşılabilmesi için çok önemli bir ipucudur.
Fatma Nudiye’nin cezasını Sinop’ta tamamlamadığını, 1942 yılı sonlarında Kıvılcımlı’nın bulunduğu Kırşehir’e nakledildiğini söyleyenler vardır. Fatma Nudiye, Kıvılcımlı’ya 7 Ocak 1946 tarihli siyah beyaz bir fotoğrafını göndermiş ve bu fotoğrafın arkasına, “Kayseri Merkez Cezaevinden Hasretler” yazmış ve Fatma Kıvılcımlı şeklinde imzalamıştır. Bu fotoğrafa göre Fatma Nudiye’nin 1946’da Kayseri Cezaevi’nde olduğu kesin bilgidir. Fatma Nudiye’nin 1946 yılında gönderdiği fotoğrafı, Kıvılcımlı soyadı ile imzalaması oldukça anlamlıdır; diğer taraftan Kıvılcımlı, daha Sultanahmet Cezaevi’nde kaldığı dönemde, hapisten çıktıktan sonra evleneceği Emine Hanım ile haberleşmeye başlamıştır bile.
1946’da halen haberleştikleri sırada ilişkilerinin niteliği nasıldı veya ne zaman bir ayrılık yaşamışlardı bilemiyoruz fakat bu iki devrimcinin yoldaşlığı hayatları boyunca devam etmiştir ve birbirilerinin hep yanında olmuşlardır. Kıvılcımlı’nın annesi Münire Hanım, 1944 yılında hapisteki oğluna yazdığı bir mektubunun sonuna şöyle bir cümle eklemiştir: “Huriye Hanımlara pestili götürdüm.” Herhalde burada bahsedilen Huriye Hanım, Fatma Nudiye’nin annesi Huriye Hanım’dır. Yine Kıvılcımlı’nın 1961 yılında vefat eden Huriye Hanım’ın cenazesinde bulunduğu ve alakadar olduğu da bilinmektedir. Yalçı’nın hayatının son döneminde, 1964 yılında, yurt dışına çıkmadan önce satacağı arsaların yer tespiti ve değerlendirmesini de yine Kıvılcımlı, Suat Şükrü Kundakçı ile birlikte yapmıştır. Yani Kıvılcımlı ile Yalçı’nın hem siyasi yoldaşlıkları hem de gündelik ilişkileri ve arkadaşlıkları hayatlarının sonuna kadar devam etmiştir diyebiliriz. Ayrıca Kıvılcımlı’nın evlendiği 1950 yılında, Kıvılcımlı 48 ve Yalçı 46 yaşındadır; yani ikisi de olgunluk çağlarındadır ve belki de kendilerine has bir ilişki geliştirebilecek düzeydedirler çünkü çok özel bir ilişkilerinin olduğu önümüze çıkan her belgede kendini hissettirmektedir.
Fatma Nudiye Yalçı, 1954 yılında kurulan Vatan Partisi’nde de Kıvılcımlı ile birliktedir ve hatta Haysiyet Divanı Başkanı’dır. Zaten Yalçı, partinin Edebiyat Kültür kolunu da idare etmekte ve devamlı yazılar yazmakta, geziler tertip etmektedir. 1957 erken seçimlerine giden süreçte yapılan mitinglerde Yalçı parti adına konuşan isimlerdendir. Bu mitinglerde zaman zaman saldırıya da uğramışlardır. Fatih mitinginde saldırıya uğramış; konuşmasını yaptığı sırada boğazına kırık bir kiremit parçası gelmiş ve boğazından yaralanmıştır. Görülebileceği gibi Fatma Nudiye, on yıllık bir hapislik sürecinden sonra hem düşünceleriyle hem eylemleriyle yine siyasetin içinde olmaktan çekinmemiş, salt birinin yardımcısı ya da hayat arkadaşı sıfatıyla değil kendi varlığıyla tarih sahnesinde yerini almıştır.
Kıvılcımlı 1957 Kasım ayı sonunda tutuklanmıştır. Kıvılcımlı tutuklanırken partinin başına Fatma Nudiye Yalçı’nın geçirilmesini istemiş fakat Kerim Korcan buna karşı çıkmış ve karşı çıkmakla da kalmayarak Yalçı’nın partiden ihraç edilmesini sağlamıştır. Korcan, Kıvılcımlı’nın kararına karşı çıkarken, bunun Kıvılcımlı’nın tek başına karar veremeyeceği bir durum olduğunu, parti organlarına sormak gerektiğini söylemiş ve Yalçı’nın sadece amatörce yazı işleriyle ilgilenen bir insan olduğunu ifade etmiştir. Bu, her şeyden önce somut gerçekliğe aykırı bir ifadedir. Fatma Nudiye, partinin kuruluşundan beri aktif görev almış, partinin organlarında bulunmuş ve parti yöneticiliği yapabilme kapasitesi çok defa kanıtlanmış biridir. Korcan’ın ifadesine bakılırsa o, parti organlarına danışılsa bile Yalçı’yı yöneticilik yapabilecek yetkinlikte görmemektedir; bu durumda Yalçı’nın bir kadın olmasının etkisi olduğu görülebilir ki bu da Korcan’ın düpedüz cinsiyetçilik ve kadın düşmanlığı yaptığını göstermektedir. Üstelik sadece Yalçı’nın genel başkanlığını engellemekle kalmamış onu bir rakip olarak görerek partiden ihraç da ettirmiştir.
Yalçı’nın da içinde olduğu pek çok partili tutuklanmıştır. 1957 Vatan Partisi tutuklularından Zehra Kosova, aynı cezaevinde birlikte kaldığı Fatma Nudiye Yalçı’ya anılarında yer vermiştir fakat kendisini pek olumlu anmamıştır. Kosova, Yalçı’nın kendisini, okumuş yazmış bir insan olarak ayrı bir yerde konumlandırdığını, annesinden gelen parayı dahi kullanmayıp kendisini de bir süre sonra hizmetçisi yerine koymaya başladığını ifade etmekte ve bu nedenlerle de bir süre sonra kavga ettiklerini anlatmaktadır. Bu kavga üzerine, Kosova’nın iddiasına göre Yalçı, Kosova’yı müdüre şikâyet etmiş, Kosova da müdüre, başka bir odaya geçmek istediğini söylemiştir. Kosova, bir aydının böyle yapmaması gerektiğini ifade etmektedir ve Yalçı’nın özellikle de kendisinin, münevverlerin işçi davasını kendi çıkarları için suiistimal ettiklerine yönelik sözlerine çok kızdığını aktarmaktadır. Kosova, geçtiği yeni hapishane odasında esrarcılar, hırsızlar, katillerle birlikte olduğunu ama en azından bu kişilerin halkın bir parçası olduğunu ve daha samimi olduklarını söyleyip onları yoldaşlarına da yeğ tutmaktadır. Esasında zor hapishane şartlarında komünistler arasında bu tip tartışmalar ve tatsızlıklar her dönem olmuştur. Nazım Hikmet ile Kıvılcımlı arasında, Kıvılcımlı ile Zihni Anadol arasında ve şimdi gördüğümüz gibi Yalçı ile Kosova arasında bu tip tatsızlıklar olduğunu, hepsinin anılarında görebiliyoruz. Burada önemli olan Kosova gibi bir çeşit aydın düşmanlığına sapmamış olmaktır ki nispeten rahat bir hayatın içinden çıkıp inandıkları uğruna çileli bir yola giren ve bu uğurda 10 yıl hapis yatan, çıktığında geri adım atmayıp yine mücadelenin ön saflarında yer alan bir kadına, işçi davasını suistimal ettiğini söylemek herhalde en hafif ifadeyle haksızlık olacaktır. Kosova, kendi ifadeleriyle, ilkokul mezunu bir tütün işçisidir ve çok kolay bir hayat yaşamadığı ortadır. Belki de Yalçı’ya karşı olan bu sert tavrında onun burjuva denebilecek bir aileden gelmiş olmasına duyulan bir öfke olabilir; belki de kendisinin daha çok bedel ödediğini düşünüp, sosyalist mücadelede bir çeşit rekabet içerisinde hissetmiş olabilir. Ne var ki Fatma Nudiye, 53 yaşında ikinci kez hapse girmiş ve hayatı boyunca zaten pek çok bedel ödemiş bir kadındır artık ve tepkileri de bunlar göz önüne alınarak değerlendirilmelidir.
Hapisten çıktığı tarih ile yurt dışına çıkacağı yıl olan 1965 arası dönem, Fatma Nudiye için nispeten durgun bir dönem olmuştur. Babasından kalan emekli maaşı ve sattığı bir arsadan elde ettiği gelir ile yaşamını devam ettirmiştir. Bu sırada, Hikmet Kıvılcımlı ile de düzenli olarak görüştükleri bilinmektedir. Yine daha önce de belirttiğimiz gibi Yalçı’nın annesinin 1961 yılındaki cenazesine de Kıvılcımlı’nın katıldığı bilinmektedir.
Yalçı, 1965 yılında ciddi bir guatr rahatsızlığına yakalanmıştır. Kıvılcımlı ona Romanya’da bir doktorun ismini vererek orada tedavi olmasını önermiştir. 27 Kasım 1965 günü yeğenleri Esat Yarar, Beklan Algan ve kuzeninin kızı Aysel Tansuker tarafından Sirkeci’den Bulgaristan’a gitmek üzere uğurlanmıştır. Fatma Nudiye’nin yurt dışı günleri, yaşamının şimdiye kadar belki de en az aydınlatılabilmiş dönemidir. TKP’nin Leipzig’deki kadrolarından Gün Benderli de Yalçı’nın bu dönemine ait bazı bilgileri aktarmaktadır. Fatma Nudiye’nin, 1967-69 arası bir dönemde Leipzig’e geldiğini ve bir süre Bizim Radyo yayınlarında çalıştığını ifade eden Benderli, daha sonra Zeki Baştımar ve İsmail Bilen tarafından Bulgaristan’a gönderildiğini belirtmektedir. Ona göre, Yalçı’nın gelişi başından beri Baştımar’ı ve Bilen’i rahatsız etmiştir. Yalçı’nın, kendisini tanımayanlara Kıvılcımlı’nın hayat arkadaşı olarak tanıtıldığını söyleyen Benderli, Fatma Nudiye’den çok bir şey sorup öğrenmeyi akıl edemediklerini de ifade etmektedir. Yalnız bir keresinde Yalçı’nın kendisine ve Kıvılcımlı’ya karşı hakarete varacak şekilde laflar eden Bilen’e, “Kıvılcımlı senin boyun kadar kitap yazmıştır” dediğini de hatırlamaktadır Benderli.
Yalçı’nın Bulgaristan’a dönüş tarihi tam olarak bilinmese de hayatını kaybettiği 1969 yılına kadar Varna’da yaşadığı bilinmektedir. Ölümünden bir süre önce, yeğeni Beklan Algan yanına uğramış ve onu sağlıklı ve rahat görmüştür. Yaklaşık bir ay sonra tekrar uğradığında ise ona, teyzesinin vefat ettiği söylenmiş ve eşyaları teslim edilmiştir. Daha sonra Fatma Nudiye’nin, kaldığı misafirhanenin banyosunda, sabuna basarak düşüp öldüğüne dair duyumlar alınmıştır. Hatta Yalçı, burada çevirmen olarak bilinmektedir ve nedense bu misafirhanede hep çevirmenlerin sabuna basarak düşüp öldüğüne dair ifadeler vardır. Bu konu hakkında somut bir bilgi olmadığı için maalesef net bir şey söylemek de mümkün değildir.
Fatma Nudiye ilk eserini 1927 yılında kaleme almıştır. Kitabın ismi Çabuk Öğreten Elifba’dır ve yayımlandığı dönemde alfabe kitapları yayımlamak popüler bir durumdadır. Nudiye’nin bu kadar genç yaşta böyle bir eser kaleme alması şaşırtıcı bulunmuştur. Kimilerince kitabı Sadrettin Celal Antel’in yazdığı ve mahkûmiyetinden dolayı kendi ismiyle değil de öğrencisi olduğu varsayılan Yalçı’nın ismiyle imzalandığı dahi söylenegelmiştir. Benzer bir durum 1935 yılında yayımlanan Sosyete ve Teknik isimli kitap için de yaşanmıştır. Eser, Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni isimli eserinin bir özeti gibidir ve Yalçı, kitabın başında yazdığı şu ifade ile kitabı Kıvılcımlı’ya ithaf etmiştir: “Boş saatlerini değil, inkılâba bütün bir ömrünü ver’en Hikmet Kıvılcım yoldaşa armağanımdır.”. Bu ithafa ve diğer birçok kanıta rağmen, bu kitabın aslında Yalçı’ya değil de Kıvılcımlı’ya ait olduğuna dair bir dizi tartışma yapılmıştır. Kitabın Yalçı’ya ait olduğuna dair birçok somut kanıt varken aksini ispatlayacak hiçbir bilgi ve belgeye ulaşılamamıştır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Yalçı’nın eserlerini başkalarına mal etmek, herhalde bu eserleri o dönemde bir kadının yazmış olabileceğine inanamamakla açıklanabilir ki bu durum o dönem için bile oldukça geri sayılabilecek bir bakış açısıdır. Hele de kendini sosyalist olarak tanımlayan kişilerin böyle bir gerilik içerisinde olması ancak acınası bir durumdur.
Nudiye’nin başkalarının eserlerine imzasının atılması bir tarafa kendi yazdığı bazı yazılara başkasının imzasının atıldığı bilinmektedir. Sadık Göksu, 1962 yılında İşçi Postası gazetesi tarafından kendisinden doldurulması istenen bir anketi Yalçı’nın yazdığını ve bu yazının kendi adıyla yayımlandığını ifade etmektedir. Göksu, disiplinli bir önder ve otoriter bir hoca olarak tanımladığı Yalçı’nın bu yazıyı, bir oturuşta kendisine dikte ettirdiğini anlatmaktadır. Büyük İşçi Anketimiz adlı yazıda, Türk-İş’in artık işe yaramayan bir örgüt olduğu, faydalı işlerin yapılmasının da önünde de engel olarak bulunduğu, miktarı belirsiz paraların sendika yöneticileri tarafından yenildiği açık açık kaleme alınmıştır.
Yalçı’nın eserlerinden bahsedereken onun, Cumhuriyet Dönemi’nde tiyatroya oynanacak düzeyde oyun vermiş ilk kadın yazar olarak nitelendirildiğini de söylemek gerekmektedir. Yalçı 1932 yılında, “Beyoğlu 1931” isimli beş perdelik bir piyes yazmıştır. Son olarak Fatma Nudiye Yalçı’nın hayatını anlatan bir tiyatro eserinden de bahsetmek gerekmektedir. Tiyatrocu Bilgesu Erenus, 2016 yılının 8 Mart’ında Fatma Nudiye Yalçı’nın hayatından esinlenerek yazdığı tiyatro oyununu, Devlet Tiyatroları Dramaturgluğuna ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’na teslim ettiğini açıklamıştır. 21 Mart 2017 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları tarafından oyunun genel repertuara alındığı duyurulmuştur. Oyunun sahnelenip sahnelenmeyeceği ya da ne zaman sahneleneceği ise şu an için bilinmemektedir.
Fatma Nudiye Yalçı, varlıklı bir aileden gelen iyi eğitimli bir kadındır. Hayatı boyunca değişik konularda çok sayıda eser vermiştir. Eğitimi ve donanımı bu eserleri kaleme almaya fazlasıyla yetecek nitelikte olsa da sürekli eserleri bir şekilde iletişimde olduğu erkeklere mal edilmeye çalışılmıştır. Üstelik de bu eserleri kendisinin kaleme aldığına dair birçok kanıt varken ve başkasının yazdığına dair hiçbir kanıt yokken yapılmıştır bu. Ancak son yapılan araştırmalarla bu durum yeni yeni değişmeye başlamıştır. Yalçı, entelektüel faaliyetlerine devam ederken siyasi faaliyetlerine de neredeyse hiç ara vermemiştir. İki kere hapse girmiş, ilk girdiğinde on sene cezasının tamamını çekmiştir. Üyesi olduğu parti faaliyetlerinden hiç ayrılmamıştır. Buna rağmen en yakınında olan kişilerden en uzağında olan yoldaşlarına kadar sürekli çalışmalarını yok sayacak, özel hayatını hedef alan dedikodulara maruz kalmıştır. Şimdi artık konuşulması gereken bütün hayatını sosyalist mücadeleye adayan Fatma Nudiye Yalçı’nın kendi mücadele hayatı ve eserleridir.
Bu yazı “Kadınlar Hep Vardı: Türkiye Solundan Kadın Portreleri” (Dipnot Yayınları: 2017) isimli kitapta yer alan “Fatma Nudiye Yalçı: İnkılaba Bütün Bir Ömrünü Veren Kadın” başlıklı bölümden faydalanılarak yazılmıştır.
Yazıda kullanılan fotoğraflar Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü’nde bulunan Hikmet Kıvılcımlı arşivinden alınmıştır.