Solun entelektüel krizi ve düşünsel haysiyet
Farklı olanın argümanlarını en güçlü hâliyle anlayıp onu bu noktadan çürütmek yerine, en zayıf ve kolay hedef alınabilir hâline odaklanmak, fikrî mücadelenin kalitesini düşürür. Sol, kendi doğrularını ancak bu nitelikli mücadele içinde yeniden üretebilir ve güçlendirebilir.

Güncel siyasete hapsolmuş basın
Sol basın ve düşünce organları ne yazık ki derinlikli teorik analizler üretmekten uzak bir şekilde, günlük siyasi telaş ve enformasyon bombardımanı içinde kaybolmuş durumda. “Malumatçılık” olarak adlandırılabilecek bu durum, olayları derinlemesine kavramsallaştıramayan, tarihsel ve teorik bir çerçeveye oturtamayan, yalnızca anlık tepkiler ve yüzeysel yorumlarla yetinen bir içerik seli yaratıyor.
Bu sığ zemin üzerinden fikir üretmeye çalışmak, sağlam temellerden yoksun, tutarsız açıklamalara yol açar. Sol, günlük bilinç cazibesine düşerek uzun vadeli stratejik düşünme yeteneğini köreltiyor ve kendini anbean akan haberlere eklemlemekten öteye gidemiyor.
Yankı odası ve eleştiri yoksunluğu
Solun en büyük zaaflarından biri, kendi ideolojik mahallesinde kalmaktır. Sürekli aynı görüşleri paylaşan, aynı kaynakları okuyan ve birbirini onaylayan bir çevre (“yankı odası”) yaratmaktadır. Bu durum, solun enerjisini içe dönük bir “kendini tekrarlama” döngüsüne yol açmaktadır.
Bu durum, dışarıdan gelen her türlü eleştiriyi ötekinin saldırısı olarak görerek saf dışı bırakma eğilimini beraberinde getirir. Bunun sonucu, ideolojik bir körlüğe yol açar ve düşünce üretiminde bir yavaşlamaya yol açmaktadır. Kendi aynasına hayranlıkla bakan bir sol, toplumun geri kalanının taleplerini, eleştirilerini ve dönüşen dilini duymakta zorlanır; bu da onu giderek marjinalleştirir ve etkisizleştirir.
Polemik geleneğinde bozulma
Türkiye solunun bir dönem övündüğü, Hikmet Kıvılcımlı’da eşsiz bir hâl alan polemik geleneği vardı. M. Yılmazer’in Türkiye solunun strateji ve taktiklerine dönük eleştirisi vardı. Bağcılar varoş deyimiyle “baltalı saldırı” olarak bildiğimiz bu gelenek, sert, hatta kıyasıya bir mücadele içinde bile entelektüel derinliği, tarihsel referansları ve teorik sağlamlığı elden bırakmazdı. Amaç, hasmı kişisel olarak rencide etmek değil, onun fikrî tutarsızlığını ve zayıflığını ortaya koymak olurdu.
Ne yazık ki günümüzde bu nitelikli kavga kültürü, yerini kişisel saldırılara, duygusal tepkiselliklere ve argoya varan söylemlere bırakmış durumda. Sosyal medya tartışmaları, bu düşüşün en net görüldüğü arenalardır. Bu durum, solun entelektüel saygınlığını zedeliyor ve onu ciddiye alınır kılan dili yozlaştırıyor. Her ne olursa olsun eleştirimizde bir derinlik oluşturamazsak, yüzeysel kalırsak, Nietzsche’nin bahsettiği “ressentiment” psikolojisinin laneti üzerimizden eksik olmaz. Acımasız dürüstlüğümüz bunu gerektirir.
Ötekinin fikriyle kavga etmemek
Belki de en tehlikeli eğilim, “kendi mahallesinden” olmayanın düşüncesini anlama ve onunla ciddi bir entelektüel mücadeleye girme iradesinin zayıflamasıdır. Farklı, hatta karşıt görüşler önyargıyla karşılanmakta, basit kalıplara indirgenmekte veya görmezden gelinmektedir. Bu, köklü bir “düşünsel tembellik” hâlidir.
Farklı olanın argümanlarını en güçlü hâliyle anlayıp onu bu noktadan çürütmek yerine, en zayıf ve kolay hedef alınabilir hâline odaklanmak, fikrî mücadelenin kalitesini düşürür. Sol, kendi doğrularını ancak bu nitelikli mücadele içinde yeniden üretebilir ve güçlendirebilir.
Düşünsel haysiyet
Toplumsal hayatta haysiyet, sadece kişisel bir erdem değil, düşüncelerimizi de şekillendiren bir ilkedir. Gündelik yaşamda doğruluk, şeffaflık ve tutarlılık nasıl önemliyse, düşünce dünyamızda da aynı haysiyeti taşımalıyız. Bu, dayanaklarımızda tutarlı olmayı, hasmımızın fikirlerine saygı duymayı, temelsiz iddialardan ve çarpıtmadan kaçınmayı, en önemlisi kendi yanılgılarımızı kabul edecek entelektüel cesareti göstermeyi gerektirir. Düşüncede haysiyet, “ne pahasına olursa olsun haklı çıkmak” değil, “hakikate sadık kalmak” demektir. Bu haysiyetten yoksun bir düşünce eylemi, Nietzsche’nin deyişiyle, ancak “ressentiment’ın” (kin ve kıskançlık duygusunun) esiri olur; yapıcı bir eleştiri ve üretim sürecine dönüşemez.
Kolektif aklın çözülmesi: Narsisistik salgın
Modern bireycilik kültürünün yarattığı “narsisistik salgın”, sol düşünce zeminini de kemiren ölümcül bir hastalığa dönüştü. Bu salgın, kolektif kurtuluş idealinin yerine, kişisel “kurtarılmış alan” inşasını; dayanışma yerine, kusursuz ve eleştiriye kapalı bir bireysel kimlik kurgusunu ikame ediyor. Burada kutsanan, “ben”in geleceği, “ben”in güvenliği ve “ben”in doğrularıdır. Bu narsisist kabuğun en sağlam kalesi ise bir “etkilenmezlik” vehmidir. Eleştiri, bu kutsal benliğe yönelik bir hakaret, varlığını tehdit eden bir saldırı olarak kodlanır. Bu yüzden eleştirinin içeriğine dair en ufak bir entelektüel merak duyulmaz; sadece duygusal bir savunma ve nefret refleksi geliştirilir. Sonuç, diyalog ve öğrenme kapasitesini yitirmiş, kendi öznel doğrularının lütfundan başkasına iltifat etmeyen, kırılgan ve aynı zamanda kendinden son derece emin bir özne tipolojisidir. Sol, bu bireysel narsisizm tuzağına düştüğü ölçüde, tarihsel misyonu olan evrenselcilik iddiasını ve toplumsalı dönüştürme enerjisini kaybetmektedir.
Genel sonuç
Yaşadığımız kriz, stratejik bir planın ya da örgütsel bir modelin iflası değildir. Çok daha derinde, solun ruhuna ve aklına nüfuz etmiş bir varoluş bunalımıdır. Bu bunalımın merkezinde, düşüncenin en temel erdemi olan entelektüel haysiyetin aşınması yatar.
Nietzsche’nin “ressentiment” olarak işaret ettiği, hakikati arama iradesinin yerine içe işleyen bir kin ve kırgınlık psikolojisinin geçmesi, her türlü verimli diyaloğu ve yapıcı eleştiriyi imkânsız kılan zehirli bir zihniyettir. Bu zihniyet, kendi benliğimizin ve grubumuzun dar sınırlarına hapsolmuş, kırıcı olduğu kadar kırılgan bir tutumu besler.
Ancak bu karanlık manzara, bir çözümsüzlük değil, bir uyanış çağrısıdır. Çıkış yolu, kökleri unutulmuş bir davranış kodu olan düşünsel haysiyete dönüşten geçer. Bu haysiyet;
Hakikati, kişisel çıkar ve grubumuzun doğrularının ötesinde, nesnel bir yerde arama cesaretini,
Eleştirinin kişiye değil, fikre yöneldiği, hasmımızın en güçlü argümanını bile ciddiye alarak onunla yüzleşme olgunluğunu,
Yanıldığımız noktaları görüp kabul etme ve bundan ders çıkarma erdemini,
Nihayetinde, teori ile pratiği, ahlaki bir zeminde ve kolektif bir sorumluluk duygusuyla buluşturma iradesini gerektirir.
Bu yeniden inşa, günlük siyasi telaşın kısır döngüsünden sıyrılarak uzun vadeli stratejik düşünmeyi; ideolojik yankı odalarının konforlu sessizliğini bozarak özgüvenle farklı olanla diyaloğa girmeyi; ve narsisizm salgınının bencilliğinden kurtularak dünyayı dönüştürme iddiasını taşıyan bir diğerkamlığı şart koşar.
Unutulmamalıdır: Sol, toplumu iyileştirme iddiasını ve meşruiyetini, ancak ve ancak kendi içindeki bu entelektüel hastalıkları teşhis edip, köklerine inerek iyileştirdiği ölçüde hak edecek ve daha güçlü bir şekilde yeniden kazanacaktır.
YAZIYA DEĞİŞİK ÇEVRELERDEN GELEN BAZI DEĞERLENDİRMELER
“Ressentiment” (kin ve kıskançlık) teşhisini, Türkiye’deki hegemonik zihniyetin merkezine oturtmalıyız. Bu kırıcı ve kırılgan ruh hâli, sadece solun değil, sağın da, devletin de, toplumun geniş kesimlerinin de ortak sorunudur. Solun bu hastalıktan kurtulmadan hiçbir şeyi düzeltmesi zor.”
“Düşüncenin haysiyeti olur mu yahu? Düşünce kirlenir, yanılır, sapar; ama tam da bu yüzden değerlidir. Onu kutsal bir çerçeveye yerleştirmek, dinî bir ahlâk anlayışını felsefi dille yeniden üretmektir.”
“Solun yankı odası yeni değil. Osmanlı’dan beri ‘biz biziz, ötekiler cahil’ alışkanlığıyla yaşıyor. Kendi mezhebinde vaaz verip duruyor. Herkes papaz, cemaat yok.”
“Evet, Kıvılcımlı zeki bir herifti. Ama siz hâlâ ‘baltalı tartışma’ dönemine nostaljiyle bakıyorsunuz. Oysa bugün baltalar değil, klavyeler konuşuyor. Ve klavyenin baltasından daha sığ bir şey yok.”
“Herkesi narsist olmakla suçluyorsunuz ama metin boyunca ‘biz’ sürekli haklıyız diyorsunuz. Bu da bir tür entelektüel narsisizm değil mi?”
“İnternet yüzeyselliği artırıyor, doğru. Ama yüzeysel olan biziz. İnternet, insanın aptallığını çoğaltan bir ayna sadece. Suçu mecraya atmayın.”
“Metin iyi niyetli, derdi samimi. Ama biraz fazla ciddi, fazla düzgün. Biraz kirlenmeli, biraz yanılmalı. Düşünce, steril laboratuvarda değil, kavgada pişer. Solun yeniden doğması için önce yanılmaya, sonra gülmeye ihtiyacı var.”
“‘Ben’in kutsanması, küçük burjuva aydınının en tipik hastalığıdır. Proleter devrimciliği, kolektivizm ve disiplin demektir. Bireyin önemsiz duygusal kırılganlıkları, tarihin akışını değiştirecek olan kitlelerin mücadelesi yanında hiçbir değer taşımaz. Eleştiriden nefret etmek, kişinin kendi küçük, kusursuz dünyasında yaşamak istemesindendir. Oysa devrim, dünyayı altüst etmektir ve bu, kişinin kendisinin de sarsılmasını, dönüşmesini gerektirir.”
“Mevcut durum, eleştiri-özeleştiri mekanizmasının işlemediğini gösterir. Polemik geleneğinin yozlaşması, entelektüel dürüstlüğün kaybıdır. Polemik, bir ego tatmini değil, ideolojik berraklığı sağlamanın, yani düşmanla aramızdaki çizgiyi keskinleştirmenin aracıdır. Tartışmadan kaçınan, kolay yoldan onay arayan her hareket, kendi mezarını kazar.”
“Yankı odası dediğiniz şey, ideolojik değil duygusal bir savunma mekanizmasıdır. Grup narsisizmi, kendi iç eleştirisini ‘ihanet’, dış eleştiriyi ‘düşmanlık’ sayar. Bu, paranoid bir kimlik savunmasıdır.”
“Eskiden entelektüel öfke vardı; şimdi libidinal boşalım var. Kıvılcımlı’nın polemiği, bilinçli bir zihinsel saldırıydı; bugünkülerse duygusal tahliye.”
“Yazar haysiyeti bir ahlak kategorisi olarak kurmuş. Oysa haysiyet, süperego baskısından değil, içgörüden doğar. Kendini dürüstçe görmek, en ahlaklı eylemdir.”
“Evet, modern sol bireyselleşti. Ama bu narsisizm, sadece kültürel değil, travmatik bir mirasın sonucu. Yenilgi, ihanet ve dışlanma deneyimleri, toplumsal bir aşağılık kompleksine dönüştü.”
“Siz teori diyorsunuz, ben irade diyorum. Halktan kopan her teori çürür. Çünkü halk, soyut fikirlerle değil, ekmekle, adaletle, onurla yaşar.”
“Söylemek istediğiniz berrak, ama diliniz akademik bir bürokrasiye teslim olmuş. Solun sorunu da bu: Halktan kopmuş, kendi jargonunun içinde boğuluyor. Teoriyi sadeleştirin ki işe yarasın.”
“Bu yazı, hasta için doğru teşhisi koyan ancak reçeteyi yazmakta biraz ürkek davranan bir doktor gibi.”
“Solun düşünsel tembelliği kadar, örgütsel çözülmesi de tartışılmalıydı. Sadece entelektüel düzeyde değil, kurumsal düzeyde bir krizden söz ediyoruz.”
“Yine de ‘düşünsel haysiyet’ vurgusu, Türkiye’de çok az kişinin dile getirdiği ahlaki bir meseleye işaret ediyor. Bu açıdan metin değerli.”
“Güzel kardeşim, bu yazı tam bir entelektüel manifesto olmuş ama halk bunu anlamaz! Yani bu dil, akademik camiada alkış alır ama sokaktaki yurttaşın umurunda olmaz.”
“Bu metin, epistemik ahlakın çöküşüne dair bir ağıttır. ‘Düşünsel haysiyet’ kavramını bu kadar merkezine almak çok kıymetli; zira bugün kimse düşüncesinin namusundan bahsetmiyor.”
“Ancak metin, modernliğin hastalıklarını teşhis ederken yine modern aklın diliyle konuşuyor. Bu bir paradokstur. Gerçek bir haysiyet, ‘bilgi’ üzerinden değil, ‘hikmet’ üzerinden inşa edilir.”
“Yine de ahlaki boyutun bu kadar açık biçimde dile getirilmesi, düşünceyi sadece zekâ değil, vicdan meselesi olarak görenler için umut verici.”