Kuyu Tipi Mağara Alegorisi
Serdar Köşkeroğlu yazdı: Günün getirdikleri ve götürdükleri, Platon’un meşhur alegorisini yeniden yazmayı gerekli kılmıştır. Bu defa farklı bir adlandırmayla: Kuyu Tipi Mağara Alegorisi.

Felsefe tarihinde üzerine en çok konuşulan ve en çok tartışılan hikâyelerden birisi Platon’un mağara alegorisidir1. Mağara alegorisi, filozoflar arasında tartışılan bir hikâyenin ötesine geçmiş, okullardan sokaklara kadar birçok farklı yerde anlatılmış, böylelikle insanların sahiplendiği bir anlatıya dönüşmüştür. Bunun nedenlerinden bir tanesi, alegorinin -satır araları kırpıldığında- oldukça kullanışlı bir eğitim hikâyesi olarak anlatılabilmesidir. Mağara alegorisinin genelleşmiş birçok versiyonundan söz etmek mümkün.2 Bu genel anlatılar arasında da önemli farklar mevcuttur, bahsettiğimiz farklara daha sonra değineceğiz. Anlatının genelleşmiş hâllerinden biri şu şekilde anlatılabilir:
Mağaranın içi, karanlığın, yanılsamaların ve tutsaklığın hüküm sürdüğü bir mekân iken mağaranın dışı, ışığın, gerçeğin ve özgürlüğün hâkim olduğu bir mekandır. Mağaranın içinde, ışıktan yoksun kalan fakat zifiri karanlıkta da olmayan insanlar vardır; bunlar, yaşamlarının bütününü mağaranın girişinin tam karşısındaki duvara yüzleri dönük olacak şekilde zincirlenmiş bir hâlde geçirmişlerdir. Mağaranın girişinde ise hiç sönmeyen bir ateş vardır ve bu ateş mağaranın dışından geçen varlıkların gölgelerinin, mahkûmların baktıkları duvara yansımasına sebep olur. Mahkûmlar, kafalarını bile hareket ettiremeyecek şekilde zincirlenmişlerdir. Dolayısıyla birbirlerini hiç görmemişlerdir, yaşamları boyunca gördükleri şeyler yalnızca bu gölgelerdir. Bir gün mahkûmlardan biri serbest kalır. İlk kez mağaranın dışına çıkan mahkûm gördükleri karşısında hayretler içerisinde kalır. Yalnızca hayretler içerisinde kalmaz, bu deneyim ona acı da verir; çünkü tüm yaşamını yalnızca gölgelere bakarak geçirmiştir, dolayısıyla gözleri günışığına alışkın değildir. Tutsak, Güneş’in ışığı karşısında gözlerini açmakta zorlanır, gözleri yanar… Önce alışkın olduğu şeylere, yani gölgelere bakarak işe koyulur; aynı zamanda göz yormak konusunda en az gölgeler kadar zararsız olan yansımalara bakmaya başlar. Daha sonrasındaysa nesnelerin kendilerine bakabilmeye başlar, en sonunda da mağaranın dışındaki ışığın kaynağına, Güneş’e bakmayı başarır. Mahkûm mağaraya geri döndüğünde, mağaranın dışına çıktığında yaşadıklarına benzer şekilde gözleri acır. Tek farkla, bu kez aydınlıktan karanlığa geçmiştir; mağaradaki diğer tutsaklara dışarıda gördüklerini anlatsa da kimse ona inanmaz, onu delilikle suçlarlar.
Klasikleşen her metin, nasıl yeniden okumalara muhtaçsa bazen de klasikleşen anlatılar yeniden yazılmaya muhtaçtır. Günün getirdikleri ve götürdükleri, Platon’un meşhur alegorisini yeniden yazmayı gerekli kılmıştır. Bu defa farklı bir adlandırmayla: Kuyu Tipi Mağara Alegorisi. Kuyu Tipi Mağara Alegorisi’ni anlatmaya geçmeden önce, mağara alegorisinin genelleşmiş sürümleri arasındaki bazı farklara değinelim. Bahsi geçen sürümlerin tümünde, bir şekilde Platon’un metnindeki bazı detaylar atlanmıştır.3 Sözgelimi, bazı sürümlerde dışarı çıkan mahkûmun mağaraya geri döndüğü söylenir (bizim anlattığımız sürümde de böyleydi), metinde ise bu durum yalnızca varsayılır, “dışarı çıkan mahkûm geri dönseydi şöyle olurdu…” gibi konuşulur.
Bir başka örnek vermemiz gerekirse, metnin aslında mağaranın içine yansıyan gölgeler, mağaranın dışından geçen nesnelerin gölgeleri değildir. Mağaranın girişindeki ateş ile tutsaklar arasında bir duvar bulunur; bu duvarın arkasından kafalarının üzerinde gerçek nesnelerin taklitlerini taşıyan kuklacılar geçer. Yaşamları boyunca başlarını bile kımıldatamayan tutsaklar, mağaranın duvarına yansıyan kuklaların gölgeleriyle ilgili bir çeşit tahminde bulunma oyunu oynarlar. Metinden anladığımız kadarıyla bu gölgelerin bir örüntüsü olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü her geçen gölge birbirinden farklı olsaydı böyle bir oyunu oynamalarının bir anlamı olmazdı. Yine de bu oyun bitebilen bir oyun gibi gözükmüyor, oldukça zor bir oyun.4 Tahminde bulunma oyunu, mahkûmlar arasındaki bir tür toplumsallığa da işaret etmektedir. Gölgeleri en iyi tahmin eden mahkûma övgüler düzülür, o kişinin şerefli bir insan olduğuna inanılırmış.5
Klasikleşmiş bir anlatı yeniden yazılacaksa, az önce bahsedilen detaylar büyük önem taşır. Mağara alegorisini yeniden yazmaya çalışırken elbette onun en genelleşmiş sürümlerinden çok, ana metindeki satır aralarından yararlanacağız. Kuyu Tipi Mağara Alegorisi’ni anlatmanın vakti geldi. Bu defa, önce mağaranın dışından başlayacağız:
Kendilerine sihirbaz-tüccarlar diyen bir grup insan farklı şehirlerde gösteriler yapıyorlarmış. Bu gösterilerin temelinde bir tür gölge oyunu olduğunu düşünelim. Ellerinde özel tasarlanmış bir çubukla, Güneş’in en tepede olduğu vakti seçen sihirbaz-tüccarlar, insanlara bu çubuğun gölgesini yok ettiklerini iddia ediyorlarmış. Bununla da yetinmeyip, günün birinde tüm nesnelerin gölgelerini yok edebileceklerini fakat bunun için biraz zaman gerektiğini söylüyorlarmış. Aynı gösteriyi farklı şehirlerde yaptıkları için, Güneş’in en tepede olduğu an, diğer şehirlerde başka bir saate tekabül ediyormuş; böylelikle de “sihir”lerini daha iyi gizleyebiliyorlarmış. İnsanlar ise gölgelerin yok olabildiğini gördüklerinde şaşkınlıkla seyrediyorlarmış bu gösteriyi, çünkü günlerinin büyük kısmını evlerinde, çalışarak geçiriyorlarmış. Güneş’in en tepede olduğu an -günün en güzel vakti- gösteriyi seyretmek için özellikle evlerinden çıkıyorlarmış ve göstericilere para ödüyorlarmış. Tüm bunlar olup biterken bir saka grubu varmış. Sakalar, sihirbaz-tüccarlara ve gösteriyi seyreden diğer insanlara su dağıtırlarmış. Sakalar olmadan gösteri olmazmış neredeyse, çünkü Güneş tam tepedeyken kim susamaz ki? Gösteriler devam ettikçe, sakaların dikkatini çeken bir şey olmuş. Sihirbazlar, su içmek için başlarını geriye doğru götürdüklerinde, yere kafalarının küçük bir gölgesi düşüvermiş, sakalar da bunu zamanla fark etmişler, olayı kendi aralarında da konuşup doğrulamışlar. Sonrasında ise bu meseleyi diğer insanlara anlatmayı denemişler fakat insanlar onları pek dinlememişler. En sonunda bu mesele sihirbaz-tüccarların kulağına gitmiş. Sihirbazlar ortak bir şehir belirleyip, büyük bir telaşla toplanmışlar ve sakaları tutsak etmenin zorunlu olduğu konusunda ortaklaşmışlar. Fakat bu tutsaklığın detayları önemliymiş, sakaları alelade bir mağaraya hapsetseler olmayacakmış; çünkü mağara tümüyle karanlık olursa, çıktıklarında görme yetilerini kaybedeceklermiş; mağara tüm gün ışık alırsa da, bu hem onlar için iyi bir ceza olmayacak hem de mahkûmlar çıktıklarında küçük gölgeleri yine seçebileceklermiş. Sonunda, sakaların tutsaklığı için özel bir mağara tasarlamışlar. Bu mağaranın tepesinde bir delik varmış, bu delikten yalnızca Güneş’in tam tepede olduğu çok kısa bir an mağaraya ışık giriyormuş. Böylece mahkûmlar çıktıklarında görme yetilerini kaybetmemiş olacak fakat küçük gölgeleri de seçecek kadar iyi göremeyeceklermiş. Sihirbazlar, bu dahiyane fikirle hilelerini gizlemeye devam edeceklerine inanmışlar. Sakalar kuyu tipi mağaralarda tutsaklıklarını sürdürürken, bir gün, gösteriden hemen önce (gölgelerin yok olmaya başlamadığı bir anda) parçalı bir Güneş tutulması meydana gelmiş. İnsanlar, sihirbazların büyülü çubuğu dışındaki nesnelere baktıklarında, onların da gölgelerinin silinmeye başladığını görmüşler ve kuyu tipindeki sakalara doğru koşmaya başlamışlar.
- Platon bu alegorinin detaylarını beş, altı sayfa daha anlatıp tartışıyor. Alegorinin devamındaki ayrıntıları okumak isteyenler Devlet diyaloğunun VII. kitabının başına bakabilirler. ↩︎
- Mağara alegorisinin birazdan anlatılacak olan sürümü, eksiklikleriyle ve fazlalıklarıyla bana aittir. Belirttiğim gibi, birçok farklı sürümden söz edilebilir. ↩︎
- Satır aralarının kırpıldığı da söylenebilir. ↩︎
- Mağara alegorisinin bu denli detaylı bir yakın okumasını sevgili Ömer Aygün’ün ODTÜ’deki bir konuşmasına borçluyum. Bkz: https://youtu.be/n353XRbKv8Y?si=CodqZsauoFn2iH1K ↩︎
- Platon, Devlet, çev. Hüseyin Demirhan (İstanbul: Sosyal Yayınlar, 2002), 260. ↩︎