4. Vardiya’dan mektup: İnsanca yaşayacak ücret, insanca çalışma koşulları

4. Vardiya İşçi Dayanışması‘ndan mektup var: İnsanca yaşayacak ücret, insanca çalışma koşulları! Emekçilerin en öne çıkan talepleri bunlar. 

İşçi sınıfının ekonomik ve sosyal bir yıkımla karşı karşıya kaldığı günleri yaşıyoruz. Ücretler aşağı doğru baskılanıyor, milyonlarca emekçi açlık sınırının altında ücretlere mahkûm edilmek isteniyor. Mehmet Şimşek’in “enflasyonu düşürme” hedefli programı bu. Patronları ihya eden bu program, işçileri derin yoksulluğa sürüklüyor. Geçim derdi, en yakıcı toplumsal sorun bugün.

AKP Türkiyesi’nde büyük çoğunluk daha da yoksullaşırken diğer yanda dolar milyarderleri listesine yenileri ekleniyor. Ülkede muazzam bir servet transferi yaşanıyor. Sistem, sürekli “yoksuldan alıp zengine veren” emme basma tulumba gibi çalışıyor.

Çalışma koşulları ağırlaşıyor, güvencesizlik derinleşiyor. Uzun ve esnek çalışma saatleri, ağır iş yükü, sürekli işten atılma tehdidi, patronların maliyet yükü olarak gördüğü için kaçındığı işçi sağlığı iş güvenliği önlemleri, iş cinayetleri… Sefalet ücretlerinin yanı sıra işçi sınıfına böylesi bir çalışma hayatı reva görülüyor.

İnsanca yaşayacak ücret, insanca çalışma koşulları! Emekçilerin en öne çıkan talepleri bunlar. Grevler, direnişler, eylemler bu ortaklaşan talepler ekseninde gelişiyor.

Bıçak kemikte, işçi sınıfı mahkûm edilmek istendiği yaşamdan çıkışın arayışı içerisinde. Direnişler şimdilik saman alevleri gibi, birbirleriyle buluşamadan, yaygınlaşamadan -kazanımla ya da kazanımsız- noktalanıyor. Fakat nefes almak isteyen emekçiler arayışlarını sürdürüyor. Bu saman alevleri, bütün bu arayışlar, kıpırdanışlar, yarınki toplumsal yangının habercileri. Küçük küçük provalarla işçi sınıfı, oynayacağı büyük tarihsel role hazırlanıyor. Süreci hızlandırmak için birbirlerinden kopuk direnişleri “insanca yaşayacak ücret, insanca çalışma koşulları” talepleri ekseninde buluşturacak, birbirlerinden öğrenmelerini, güç almalarını sağlayacak bir sınıf dayanışması ağının inşa edilmesi gerekiyor.

En zayıf tarafımız örgütsüzlüğümüz. İşçi sınıfımız ve bir bütün olarak halkımız örgütsüz. Yakın tarihimizde örgütlü var oluşumuzu yitirişimizin miladı 12 Eylül 1980 askerî faşist darbesi. Dünyada yaşanan sürece paralel olarak ülkemizde de finans kapitalin neoliberal talanının yolunu açmak için saldırıldı örgütlülüğümüze. Bu saldırıyı püskürtemediğimizde örgütlülüğümüzle birlikte yaşamı değiştirebilme gücümüzü, özgüvenimizi ve umudumuzu da kaybettik. İşçi sınıfının direnci kırıldığında, tüm saldırılar ve kayıplar ardı ardına geldi. İlk kaybettiğimizi ilk olarak kazanmak zorundayız. Örgütlenmeyle birlikte, özgüven ve umut! Bunlara hava, su kadar ihtiyacımız var.

Kapitalist sistemde yaşanan dönüşümle birlikte işçi sınıfı parçalı bir hâl almış durumda. Taşeronlaşma, bir işyerinin farklı şirketlere bölünmesi, geçici işçiler, stajyer işçiler, beyaz/mavi yakalı işçiler vesaire vesaire. Sınıfın bu katmanlı yapısı, örgütlenmeyi daha da güçleştiriyor, işçi sınıfını zayıflatıyor, sömürüyü derinleştiriyor. Yine kapitalizmin dönüşümüyle birlikte hizmet sektörü büyüyor. Bu sektördeki parçalılık ve dağınıklık, sınıfın topyekûn davranabilme kapasitesini zayıflatıyor. Parçalılığın, dağınıklığın örgütlenmede yarattığı zorlukları aşmak için de işçi sınıfının tüm katmanları arasında bir sınıf dayanışması ağının örülmesi gerekiyor.

Türkiye’de kayıtlı çalışan işçilerin ancak yüzde 15’i bir sendikaya üye. Kayıt dışı çalışanları hesaba kattığımızda toplam işçi sayısı içerisinde sendikalılık oranı çok daha düşük. Sendikalı olanların büyük çoğunluğunu da örgütlü olarak değerlendirmek mümkün değil. İşçilere söz ve karar hakkı tanımayan bürokratik, uzlaşmacı sendikal yapılar içerisinde işçiler yine örgütsüz. Kıvılcımlı’nın 58 yıl önceki “Türkiye’de bugün bir sendikalar meselesi yok, bir sendikalar faciası vardır” tespiti, etkisini artırarak geçerliliğini günümüzde de koruyor.

Bugün uzlaşmacı sarı sendikalardan kopuşun ipuçları ortaya çıkıyor. İşçi sınıfı, mücadeleci sendikalara yüzünü çeviriyor. Urfa’daki Özak Tekstil’de, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki İstanbul Enerji ’de, Ağaç A.Ş.’de, Metro İstanbul’da ve Beltur’da yaşananlar, bu kopuşun güncel örnekleri. İşçilerin söz ve karar hakkına sahip olduğu demokratik, devrimci, direnişçi sendikal örgütlenme seçeneğinin büyütülmesi gerekiyor.

Eş zamanlı olarak bir kopuş da AKP-MHP iktidar bloğunun hegemonya alanında yaşanıyor. İşçi sınıfı, yaşadığı yıkımın faturasını siyasi iktidara kesmeye başlıyor. Yaşamın her alanını sermayenin sınırsız talanına açanlar, asgari ücreti açlık sınırının altında tutanlar, grevleri yasaklayanlar, yavaş yavaş altına imza attıkları kararların bedellerini ödüyor. Ücretlerin satın alma gücü erirken, siyasi iktidarın toplumsal tabanı da beraberinde günden güne eriyor. Sınıf mücadelesi alanı, iktidar bloğundan kopan emekçilerle bağ kurabilmenin en elverişli zemini olma işlevini görüyor.

Uluslararası sözleşmelerin, Anayasanın, yasaların yok sayıldığı bir “Anayasasızlaşma” sürecini yaşıyor Türkiye. Bu tablodan işçilerin payına, patronların hiçbir sınır tanımadan keyfince belirlediği bir çalışma hayatı düşüyor. Hakkını arayan işçilere de büyük bir pişkinlikle yasal sınırlar hatırlatılıyor. Her gün bu gerçekliği deneyimleyen işçi sınıfının bilincinde artık bu sınırlar yavaş yavaş anlamsızlaşıyor. Yasal sınırlara hapsolunmayan meşru mücadele zemini genişliyor. İşçi sınıfının kendi örgütlü gücüne, haklılığına dayanan meşru mücadele çizgisinin büyütülmesi gerekiyor.

Ülkede milyonlarca emekli ve işsiz var. Yaşatılan ekonomik ve sosyal yıkımdan en büyük pay onlara düşüyor. Emekliler dibe vuran ücretlerle yaşam savaşı verirken işsizlerin adı bile anılmıyor. Bu sistem, emeklileri ve işsizleri bir yük olarak görüyor. Bugün emeklilerin örgütlenme ve sesini yükseltme çabaları hız kazanmış durumda. Emeklileri ve işsizleri de kapsayacak bir sınıf mücadelesi hattının inşa edilmesi gerekiyor.

Sendikalaşma hakkını kullanan işçi işten atılıyor, direndiğinde devletin şiddetiyle karşı karşıya kalıyor. İnsanca yaşayacak ücret hakkı için sokağa çıkan işçi, devletin şiddetiyle karşı karşıya kalıyor. Grev hakkını kullanan sendikalı işçinin grevi devlet tarafından yasaklanıyor. Hak arayan işçilerin karşısına, devlet tüm baskı aygıtlarıyla dikiliyor. Demokrasi yoksa ekmek de yok! Ekmek mücadelesinin, faşizme karşı demokrasi ve özgürlük mücadelesiyle birlikte yürütülmesi gerekiyor.

İşçi sınıfının mücadelesini büyütme adına işaret ettiğimiz tüm gereklilikler, 4. Vardiya İşçi Dayanışması’nın önüne koyduğu görevlerdir. Tüm işçileri, emeklileri, işsizleri, bu görevleri yerine getirebilmek için gücümüze güç katmaya, birlikte mücadeleye çağırıyoruz!

Örgütleneceğiz, güçleneceğiz, bu düzeni değiştireceğiz!

Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan bir ülkeyi birlikte kuracağız!