Yarışın başladığı an hayallerin bittiği yer

Mehmet Yeşil yazdı: Eğitimde fırsat eşitliği ve toplumsal adalet, gençlerin örgütlü mücadelesi ve dayanışması ile mümkün olabilir.

Bir çocuğun okula adım attığı ilk günden itibaren başlayan bu sistematik yarış, Türkiye’de öğrenci olmanın acı gerçeğini gözler önüne seriyor. Eğitimin bir hak değil, bir ayrıcalık olarak sunulduğu bir ülkede, öğrenciler için okul sıraları bilgi edinmenin değil, geleceğe dair umutsuzluğun tohumlarının atıldığı yerler hâline gelmiştir. Hayalleri olan gençler, kapitalist sistemin acımasız çarkları arasında sıkışıp kalırken sınıfsal ayrımlar derinleşir, gelecek kaygısı büyür ve gençler daha başlamadan biten bir hayatın yükünü taşımak zorunda bırakılır.

Türkiye’de sınav sistemi, kapitalist rekabetin en görünür örneklerinden biridir. Milyonlarca öğrenci her yıl adeta bir “yarış atı” gibi hayal ettikleri geleceği kazanabilmek adına sınavlara koşar. Ancak bu yarış adil değildir. Maddi durumu iyi olanlar özel derslerle, özel okullarla, kolejlerle sınav maratonuna hazırlanırken emekçi ailelerin çocukları devlet okullarında eşitsiz şartlarda eğitim alır.

Sınavın sonuçları sadece öğrencinin bilgisini değil, sınıfsal konumunu da belirler. Zenginler her zaman bir adım önde başlar, yoksullar ise bu yarışta çoğu zaman en geride kalır. Eğitimde fırsat eşitsizliği kapitalizmin derinleşen uçurumlarını bir kez daha gözler önüne serer. Çocuklar, daha doğdukları anda bu sistemin dişlileri arasında ezilmeye mahkûm edilir. Sınavlar, gençlerin gelecek umutlarını ellerinden alan birer araç hâline gelmiştir.

Türkiye’de lise öğrencileri kapitalist sistemin getirdiği adaletsizlikleri en derinden hisseden gruplardan biridir. Lise döneminde, üzerlerinde büyük bir gelecek kaygısı hissederler. Henüz 15-18 yaş arasında olan gençler, hayatlarını belirleyecek sınavlara hazırlanmak zorunda bırakılırlar. Üniversiteye giriş sınavı (YKS), birçok genç için sadece bilgi ölçen bir test değil, onların hayatını belirleyen bir dönüm noktasıdır. Bu baskı, öğrenciler üzerinde ağır bir psikolojik yük oluşturur.

Aynı zamanda lise öğrencileri, okulda sadece akademik zorluklarla değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel yozlaşma ile de mücadele etmek zorunda kalırlar. Özellikle yoksul mahallerde artan uyuşturucu kullanımı ve çeteleşme biz gençleri tehdit eden en büyük tehlikelerden biridir. Ekonomik ve sosyal sorunların bir sonucu olarak, gençler arasında yaygınlaşan bu tür sorunlar, eğitim hayatlarını da olumsuz etkiler. Yozlaşmış bir toplumsal yapıda gençler doğru yönlendirme ve destekten mahrum bırakılır, bu da hem okul başarısını hem de kişisel gelişimlerini olumsuz etkiler.

Lise öğrencileri, sosyal çevrelerinde kendilerini var etmeye çalışırken aynı zamanda aile baskısı, toplumsal beklentiler ve arkadaş grubu etkileri arasında sıkışıp kalırlar. Gelecek kaygısı altında ezilen bu gençler, eğitim sisteminin içinde yalnızca bir sınav kazanmak için değil, topluma uyum sağlamak ve kabul görmek için de mücadele etmek zorundadır. Ancak bu kabul görme arayışı çoğu zaman kapitalist sistemin dayattığı bireyci ve rekabetçi yapının içinde gerçekleşir.

Üniversiteler, sermaye düzeninin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmiş; bilimi ve düşünceyi değil, piyasayı merkeze alan kurumlar hâline gelmiştir. Akademik özgürlükler daraltılmış, bilimsel çalışmalar sermayenin taleplerine göre finanse edilir olmuştur. Üniversiteler, öğrencileri düşünmeye, sorgulamaya değil; mevcut düzenin çarklarına entegre olmaya zorlar.

Eğitim hakkı bir ayrıcalık değil, her bireyin temel hakkı olmalıdır. Ancak kapitalist sistemde bu hak, parası olanın erişebildiği bir “lüks” hâline getirilmiştir. Devlet üniversiteleri bile her geçen gün ticarileşmekte, harçlar ve öğrenim ücretleriyle öğrencilerden daha fazla para talep edilmektedir. Bu durum, yoksullar ailelerin çocukları için üniversiteyi bir hayal hâline getirmekte ya da öğrencileri borç batağına sürüklemektedir.

Türkiye’de üniversiteye giren öğrencilerin büyük bir kısmı, eğitim hayatları boyunca ciddi maddi zorluklar yaşar. Yurt sayılarının yetersizliği, fahiş kira fiyatları, öğrencileri kalabalık evlerde, kötü şartlarda yaşamaya zorlar. Kapitalist sistemin kâr hırsı, öğrencilerin en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak hâle getirmiştir.

Barınma sorunuyla birlikte öğrencilerin çoğu, geçimlerini sağlamak için yarı zamanlı işlerde çalışmak zorunda kalır. Bu işler çoğu zaman güvencesiz, düşük ücretli ve sömürüye dayalıdır. Bu çalışma şartları, öğrencilerin hem fiziksel hem de zihinsel sağlığını olumsuz etkiler. Eğitim hayatlarını sürdürebilmek için kapitalist düzende ucuz işgücü olarak sömürülürler.

Kapitalist düzen öğrenciler üzerinde yalnızca maddi değil, aynı zamanda ciddi psikolojik baskılar da yaratır. Ailelerin, toplumun ve sistemin yarattığı beklentiler gençlerin üzerindeki stresi artırır. İyi bir gelecek ancak mevcut kapitalist sistemde başarılı olmakla ilişkilendirilir. Ancak bu başarı sadece bireysel çabayla değil, sınıfsal avantajlarla da doğrudan bağlantılıdır.

Kapitalizmin rekabetçi yapısı öğrencileri yalnızlaştırır, dayanışmayı değil bireyciliği ön plana çıkarır. Gençler sürekli olarak birbiriyle yarış içinde tutulur, bireysel başarının kutsandığı bir düzende kendilerini değersiz hissederler. Bu durum ruhsal sağlık sorunlarını artırırken intihar oranlarının yükselmesine bile neden olur.

Ancak bu karanlık tablo değiştirilemez değildir. Eğitimde fırsat eşitliği ve toplumsal adalet, gençlerin örgütlü mücadelesi ve dayanışması ile mümkün olabilir. Gençlik sadece sınavlara ve ekonomik zorluklara karşı değil, aynı zamanda kapitalist sisteme karşı da kolektif bir direniş sergileyerek parasız, bilimsel, anadilde eğitim ve eşit, adil, özgür bir gelecek inşa edebilir.