Venezuela’ya neden bakmalıyız?

M. Sinan Mert yazdı: Hangi gerekçeyle olursa olsun Maduro iktidarının sergilediği bürokratikleşme ve yozlaşmanın soğuk kanlı bir biçimde değerlendirilmesinden, Boliburjuvazinin gelişiminin yarattığı politik ve sosyal sonuçların gözlenmesinden imtina edilemez.

21. yüzyıl sosyalizmi arayışının öncü ülkelerinden Venezuela, ABD ve AB eksenli Batı emperyalizminin yoğun müdahale girişimleri ve ekonomik ambargoları altında yolunu bulmaya çalışıyor. Venezuela’da Maduro başkanlığındaki yönetimin bu emperyalist saldırganlık karşısında savunulması enternasyonalist bir görevdir. Ancak bu görev, 21. yüzyıl sosyalizminin inşasında ortaya çıkan problem ve açmazları görmezden gelmeyi gerektirmez.

Komün, kolektif ve kooperatiflere dayalı Bolivarcı örgütlenme modeli Venezuela’da hâkim kapitalist yapıyı mutlak biçimde ortadan kaldırmadan ikili bir iktidar modeli kurmaya doğru ilerledi. Bu yaklaşım dört başı mamur ve dengeli bir kapitalist ekonomi mirasına sahip olmayan sosyalizm girişimleri için makul bir uygulamadır. Sosyalizm tarihinin açıkça ortaya koyduğu gibi erken kolektifleştirme ekonomik yapıda kireçlenmelere yol açmaktadır. Bizler de şimdiye kadar haklı olarak özel mülkiyetin derhal ilgası ve proletarya diktatörlüğünün inşasını esas alan ortodoks eleştirel konumlarla mesafeli durmayı benimsedik.

Petrol gelirlerinin kaldıraç olarak kullanılmasıyla her açıdan kendisine yeterli bir ülke ekonomisinin demokratik bir merkezî planlama ile gerçekleştirilmesi Venezuela için önemli bir olanaktı. Ancak ekonomik yeniden inşa girişimi, komünlerin görece küçük çaplı ekonomik girişimlerinin desteklenmesi kanalıyla ilerledi. Petrol fiyatlarının düşmesi ve emperyalizm tarafından uygulanan çok boyutlu ambargo sonrasında yaşanan ekonomik sorunlar, Venezuela’nın aşağıdan ekonomik inşa anlayışının yeterli sonuçlar doğuramadığını gösteriyor. Alt sınıfların rızasını petrol gelirinin sosyal harcamalar için değerlendirilmesi aracılığıyla kazanmaya çalışan Bolivar Devrimi, agresif bir sanayileşme programından uzak durdu. Bu da ülkenin kapitalist sınıfa ve dış kaynaklara bağımlı bir ekonomik yapıyı dönüştürmesini zorlaştırdı. Burada eleştiri konusu yapılması gereken üretimde özel mülkiyetin ilgasının gecikmesi değil güçlü bir sanayileşme planlamasıyla kendi kendine çok daha yeterli bir ekonomik yapının merkezî olarak inşa edilmesinde yaşanan atalettir. Özellikle petrol fiyatlarının yüksek olduğu dönemdeki gelirlerin bu yönde kullanılmamış olması bugün yaşanan patinajın önemli sebeplerinden bir tanesidir. Petrol gelirlerinin neredeyse tamamen kesildiği dönemlerde ithalatın durması, temel tüketim maddelerine ulaşımda çok ciddi sorunlara yol açtı, ülke çok hızlı bir göç sonucunda önemli bir nüfus kaybı yaşadı. Bunu ikili iktidar yapısının beklenmeyen bir sonucu olarak değerlendirebiliriz.

Bolivar Devrimi’nin bu tercihine yol açan temel etkenlerden birisi de merkezî bir sanayileşme politikasının burjuvazi içinde elde edilen ittifaklarla ve devlet ihaleleriyle güçlendirilen boliburjuvaziyle ilişkiler açısından olumsuz sonuçlar yaratma kapasitesiydi. Chavez döneminden beri Venezuela’nın TÜSİAD’ı olarak nitelenebilecek Fedecamaras dışındaki bir kapitalist fraksiyonla sıcak ilişkiler hep sürdü. “2002-03’te hükümetini devirmeyi amaçlayan ve iş dünyasının desteklediği iki aylık lokavttan birkaç gün sonra Chavez, golpistaları (çeteciler) “tercihli dolar” (ithalat için daha düşük kurdan satılan dolarlar) sisteminin dışında tutacağını açıkladı. Sonraki yıllarda Chavez, iki aylık kepenk kapatma uygulamasına katılmayı reddederek geleneksel burjuvaziye meydan okuyan iş adamlarına ayrıcalıklı muamele yapmak için zımni ve zaman zaman da açık bir politika izledi. Bunu yaparak, hükümetin altını oymaya yönelik süregelen çabalarda başrolü oynayan geleneksel burjuvaziyi zayıflattı” (Ellner, 2017).

Burjuvazinin bir fraksiyonuyla geliştirilen bu tercihli ilişki yolsuzluk ekonomisinin de sistem içinde daha güçlü bir temel edinmesini sağladı. Özellikle resmî ve fiilî döviz kuru arasında ortaya çıkan fark dolayısıyla ucuz resmî kurdan dövize ulaşma olanağı bulan kesimler kamusal kaynakları kişisel zenginlikleri hâline dönüştürme olanağı buldular. Zaman zaman gerçekleşen yolsuzluk operasyonlarıysa ne sistemik yolsuzluğu ortadan kaldırmaya ne de halkta oluşan yabancılaşmayı tersine döndürmeye yetiyor.

Boliburjuvazinin artan etkinliği ve bunun halkta ortaya çıkardığı yabancılaşma komün faaliyetlerinin verimsizliğinde ve halkın giderek azalan katılımında gözlenebiliyor. Maduro hükümeti iktidarını halk örgütlerinin artan politikleşen katılımı ve örgütlülüğü sayesinde değil ancak ordu içindeki komuta kademesinin şimdiye kadar çatlama göstermemiş bağlılığı sayesinde koruyor. Etkin politik kadrolar da komünler içinde halk örgütlülüğünü güçlendirecek çalışmaları derinleştirmektense daha avantajlı gördükleri devlet aygıtı içinde bürokratik mekanizmalarda konumlanmayı tercih ediyorlar (Gilbert, 2023). Dolayısıyla 21. yüzyıl sosyalizminin geçmiş deneylerden çıkardığı derslerle halkın yönetim içindeki etkinliğini arttırma hedefinden uzaklaşılıyor, devlet ve özellikle güvenlik aygıtı göreli özerkliğini komünler karşısında da giderek artırıyor. Boliburjuvaziyle devlet bürokrasisinin oluşturduğu iktidar bloku halk örgütlenmeleri aleyhine güç kazanıyor.

ABD’nin artan baskısı doğal olarak Venezuela’yı giderek çok kutuplu hâle gelen dünyada Çin-Rusya ittifakıyla daha fazla ilişki geliştirmeye itiyor. Daha Chavez Dönemi’nde Çin ile ilişkiler Ortak Kalkınma için Stratejik Ortaklık seviyesine çıkarılmıştı. 2006 yılında Çin’le petrol karşılığı borç kapsamında büyük oranda Çin tarafından finanse edilen bir fon oluşturuldu. Chavez’in ölümü sonrasında yapılan 2013 seçimlerinde iktidara gelen Maduro hükümetleri de en önemli ekonomik desteği Çin’den gördüler. Emperyalizmin Maduro’yu devirmeye çalıştığı seçimler sonrası süreçte Çin, ikili ilişkilerin düzeyini Kapsamlı Stratejik Ortaklık seviyesine yükselterek Venezuela’ya 14 milyar dolar aktardı. Emperyalizmin Juan Guaido’yu meşru Venezuela Devlet Başkanı olarak tanıdığı dönemde Maduro’yu desteklemeye devam etti ve BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto yetkisini Maduro lehine kullandı. ABD’nin petrol ambargosu uyguladığı dönemde Venezuela petrolü Çin’de alıcı bulabiliyordu. 2024 seçimleri öncesinde Maduro, Çin’in kalkınma modelini örnek alarak yatırımları yönlendireceğine dair açıklamalarda bulundu.

Venezuela, emperyalizmin Bolivar Devrimi’ni yok etmeye yönelik baskıları karşısında Çin ile çok köklü ilişkiler geliştiriyor, BRICS üyesi olmaya çalışıyor. Ancak Çin’in temsil ettiği sosyalizm anlayışıyla 21. yüzyıl sosyalizmi perspektifi arasında kapatılması zor bir uzaklık bulunmaktadır. 21. yüzyıl sosyalizmi esas olarak emekçi sınıfların örgütlü bir güç olarak devlet karşısında dengeleyici bir unsur olarak var olabildikleri bir model üzerine inşa edilmiştir. Bugün komünlerin etkinliklerinin zayıflaması ve halkın komün faaliyetlerine yabancılaşmasıyla Venezuela’nın 21. Yüzyıl sosyalizmi yerine bürokratik Çin modeline öykünmeye başlamasının eş zamanlı yaşanması rastlantı değildir. Çin’de işçi sınıfının değil komünist parti bürokrasisinin iktidarı bulunmaktadır ve bu iktidarı dengeleyebilecek herhangi bir özerk işçi sınıfı örgütlenmesine de izin verilmemektedir. İşçi sınıfının kendi özerk örgütleri aracılığıyla iktidarı dengeleyebildiği ve bürokrasi karşısında denetleyici ve düzeltici bir rol oynayabildiği bir durum söz konusu değilse burada sosyalist değil ancak kalkınmacı ve devlet kapitalisti bir ülkeden bahsedebiliriz.

Emperyalist müdahale koşullarında sosyalizmi kurmayı hedefleyen bir ülkede devletin otoriter bir görünüm kazanmaması mümkün değildir. Bu otoriter uygulamalar kapitalizmin restorasyonunu hedefleyen güçler söz konusu olduğunda bütünüyle meşrudur. Dolayısıyla sosyalistlerin Venezuela’da yaşanan gelişmelere dönük eleştirileri liberal demokrat bir zeminden beslenmemelidir. Seçimler yoluyla iktidara gelen ve iktidarını yeni seçimlerle meşrulaştırmak durumunda olan Bolivar Devrimi, ekonomik ambargo koşullarında bunda zorlanmakta ve zaman zaman iktidarını korumak adına anayasal çerçeveyi zorlayan düzenlemeleri hayata geçirmektedir. Devrim bu istikrarsız denge koşullarında uzun bir süre daha devamlılık sağlayamaz. Kapitalist restorasyonu hedefleyen siyasi güçleri meşru siyasal alanın dışına çıkarmak durumundadır. Bu hamle yapılmadığı sürece seçimler her zaman için tartışmalı ve dış müdahaleye açık bir konjonktür üretecektir. Ancak 21. yüzyıl sosyalizmi kapitalizmin restorasyonunu hedeflemeyen siyasi özneler arasında meşru iktidar değişimi mekanizmalarına sahip olmalı, emekçi sınıfların demokratik katılım ve örgütlenme girişimlerini derinleştirmelidir. Ancak iktidarın bürokratikleşmesi ve yolsuzlukların yaygınlığı, Boliburjuvazinin hızla zenginleşmesi sosyalizme yönelik tehdidin aynı zamanda iktidarın içinden de geldiğini göstermektedir. Daha önceki deneyimlerimiz, bu tür risklerin emperyalizm karşısında alınan tutum dolayısıyla görmezden gelinmesinin ne büyük hayal kırıklıklarına yol açtığına dair örneklerle doludur.

Venezuela’nın Türkiye’deki faşist Saray Rejimi ile kurduğu sıkı fıkı ilişkiler asla reel politik gerekçelerle mazur ve meşru kabul edilemez. Çin’in açık desteğine sahip Venezuela’nın Türkiye ile ilişkilenme zorunluluğu yoktur. Sovyetler Birliği, 2. Dünya Savaşı öncesinde Nazi Almanya’sıyla bir saldırmazlık paktı imzalayarak dünya komünist hareketinde şok dalgaları yaratmıştı. Sovyetler Birliği’nin kendisine yönelik Alman saldırganlığına karşı zaman kazanmak için böyle bir taktik izlemesi bir biçimde anlaşılabilir ancak Maduro Hükümeti’nin Türkiye’deki sosyalist güçlerle temas girişiminde bulunmaksızın Saray Rejimiyle “derin” ilişkiler geliştirmesinin bu rejimin içindeki bürokratikleşme ve yozlaşma eğilimleriyle ilgili ortaya koyduklarına gözlerimizi yumma imkânımız yoktur.

Soğuk Savaş’ın kapitalizm-komünizm dengesi koşullarında dahi hiçbir devlete bu düzeyde açık çek verme zorunluluğu yoktu ki bugün aslında kapitalizmin türevleri arasındaki gerilimlerin tetiklediği bir çok kutuplulukta Çin-Rusya kampına yaklaşan her devletin her adımını eleştiri dışı tutma yükümlülüğümüz olmaz. Çoğu zaman rolü gereğinden fazla abartılan BRICS’in I’sı Hindistan’da da faşist Modi iktidarının icraatları ortadayken küresel kutuplaşmanın gerçek niteliğini unutmak sosyalistleri sadece ABD karşıtlığı üzerinden son derece çelişkili politik konumların içine düşürebilir.

Sonuç olarak Venezuela’da 1998’de iktidara gelen Chavez tarafından inşa edilen sol popülist rejimin giderek 21. yüzyıl sosyalizmine yönelmesi sonrasında ortaya çıkan gelişmeler ve deneyim son derece değerlidir ve her açıdan büyük dersler barındırmaktadır. Ancak hangi gerekçeyle olursa olsun Maduro iktidarının sergilediği bürokratikleşme ve yozlaşmanın soğuk kanlı bir biçimde değerlendirilmesinden, Boliburjuvazinin gelişiminin yarattığı politik ve sosyal sonuçların gözlenmesinden imtina edilemez. Bu tür görmezden gelmelerin geçmişte ne büyük facialara yol açtığı ortadadır. Venezuela’da sosyalizmi inşa etme yolunda enerjik bir mücadele ortaya koyan unsurların ihtiyacı iktidarın zaman zaman içine düştüğü yetersizliklerin görmezden gelinmesi ve halı altına süpürülmesi değil açıkça ortaya konması ve deneyimleştirilmesidir.

Venezuela halkının ortaya koyduğu 21. yüzyıl sosyalizmi deneyimi kutsallaştırılmadan ve idealize edilmeden sahiplenilmeyi, desteklenmeyi, eleştirilmeyi ve geliştirilmeyi hak ediyor. Bu görkemli deneyimden öğrenmeye, sosyalist kurucu iradenin hem emperyalizme hem de bürokratik yozlaşmaya karşı mücadelesinde zafere ulaşmasına katkıda bulunmaya devam edeceğiz.


KAYNAKÇA

Ellner, S. (2017) “Venezuella’s Fragile Revolution-From Chavez to Maduro” , October 2017, Volume: 69, No:5

Gilbert, C. (2023) “’Where Danger Lies….’: The Communal Aletrnative in Venezuela, Monthly Review, July-August 2023, Volume 75, No: 3.  

Pina, C.E.(2024) “China: A Silent Ally Protecting Venezuela’s Maduro”, The Diplomat, China: A Silent Ally Protecting Venezuela’s Maduro – The Diplomat, indirilme tarihi: 12.09.2024