Cehennemden kaçış

M. Sinan Mert yazdı: Faşizme karşı mücadele bileşenlerinin kapasitelerinin birleşmesi ve kendisi dışındaki potansiyel direniş odaklarını harekete geçirmesi bir zorunluluk.

Fotoğraf: Kamil Kalkan / Unsplash

Toplum olarak İslamcı-Türkçü faşizmin yarattığı kıyametin altında kalmaktan nasıl kurtulacağız? İslamcı-Türkçü faşizmin Mart 2024 seçimleri sonrasında yeniden momentum kazanmasını engellemek için nasıl bir yol izlemeliyiz?

Erkek egemenliğinin cirit atma, bildiğini okuma sahası ailenin neoliberalizmin kıyımına karşı sığınılacak son kale olduğuna dair çok vaaz dinledik. Örgütlü kapitalizmin işçi sınıfının mücadelesi sonucunda benimsemek zorunda kaldığı güvence ağlarının son 50 yılda adım adım tasfiye edilmesinin yarattığı olumsuz sonuçlar ailenin sırtına taşıyamayacağı yüklerin bindirilmesiyle sonuçlandı. Aile kapitalizmin en önemli ideolojik aygıtlarından birisiyken Türkçü-İslamcı faşizm için kadının temel görev sahası olarak kodlanmıştı. Necip Fazıl’a göre İslam Devrimi’nin kadınları “esasta, muazzez ve münezzeh ev kadrosunun ve aile çevresinin sultanı olacak, hayatın yırtık seciye emredici iş sahalarından hiçbirinde görünmeyecek; buna rağmen İslami ölçülerin yasak etmediği ve kendisine icap gördüğü sahalarda da şerefle içtimai faaliyet kabul etmekten kaçınmayacaktır”. Fazıl’ın bu yaklaşımı kendi hempalarının 22 yıllık iktidarı sonrasında kadın istihdam oranının erkeklerinkinin yarısı oranında takılı kalmasını açıklıyor.

Türkçü-İslamcı faşizmin kutsadığı bu aile kurumu Narin’in canını aldı.

Bundan birkaç hafta öncesinde de Kocaeli’nde bir baba, 18 yaşındaki kızını erkek arkadaşı var diye boğarak öldürüp cesedini evdeki çekyatın sandığına gizlemişti.

İstanbul Sözleşmesi’ni tarikatlar koalisyonunun emriyle yürürlükten kaldıran iktidar aile “reisi” babalara, kocalara, “sevgililere” kız çocuklarına ve her yaştan kadına karşı açık bir katliamı yürütme yolunu sonuna kadar açmış oldu. Erkek egemenliğiyle faşizm kadının yaşamı üzerinde mutlak bir tahakküm kurma konusunda uzlaşmış görünüyorlar.

Bu tablo kadın özgürlük mücadelesinin, faşizme karşı mücadelenin en enerjik kolonlarından birini oluşturmasının sebebini açıkça ortaya koyuyor.

Sorun şu ki faşizme karşı mücadelenin bileşenlerinin rejime karşı kendi tikelliklerinde yıkıcı bir tehdit yaratma kapasiteleri yok. Bu bileşenlerin mücadele kapasitelerinin birleşmesi ve kendisi dışındaki potansiyel direniş odaklarını harekete geçirmesi bir zorunluluk.

Reşit Kibar’ın orman katliamına direnirken iktidardan ihaleyi alan bir müteahhidin kurşunuyla katledilmesi de ekoloji mücadelesinin geldiği eşik açısından çok önemli sonuçlar ortaya koyuyor. Orta Vadeli Program kapsamında vatanımızın dört bir yanı yerli ve yabancı maden şirketlerine peşkeş çekilmişken İslamcı-Türkçü faşizmin yarattığı kıyametin ekoloji açısından yarattığı tehdit ve buna karşı direniş olanakları üzerinde daha fazla ısrarcı olmamız gerekiyor. Sokak hayvanlarına karşı gelişecek katliam girişimlerine karşı mücadeleyle doğamızı-suyumuzu-havamızı korumak için büyütülen mücadelenin de hedefine faşizmi yenmeyi koyması bir zorunluluk olarak görünüyor.

Faşizme karşı mücadelenin kilit noktasının işçi sınıfının İslamcı hegemonyadan mutlak biçimde koparılıp onun karşısına dikilmesi olduğu ortada. OVP’nin yarattığı büyük tahribata rağmen enflasyonu beklenen hızda düşüremeyeceği iktidar tarafından da anlaşıldı ki %36,5 olan yılsonu beklentisi %41,5’e yükseltildi. 2025 hedefiyse %17 olarak revize edildi. Akıl almaz pahalılık ve artmayan ücretler neredeyse tüm emekçilerin hayatını kıyamet alanına çevirmiş durumda ve bunun çok somut siyasi sonuçlarının ipuçları görülüyor. İktidarın özellikle işçi sınıfı içindeki tabanı hızla iktidara yabancılaşıyor. Ancak bu kopuşun eylemli bir öfkeye dönüştürülemediği koşullarda da İslamcı-Türkçü faşizm tarafından birkaç ay içinde yeniden kazanılabildiğini 2023 Mayıs seçimlerinde açıkça deneyimledik.

Bu eylemli öfkenin bir kıvılcımı olarak Polonez Direnişi çok kritik bir rol oynuyor. İşçilerin kararlılığı ve tüm devrimci demokrasi güçleriyle buluşma konusundaki açıklıkları direnişin zaferle sonuçlanmasının tüm işçi sınıfı açısından önemli sonuçlar doğurmasını sağlayacaktır. Polonez Direnişi’nin kazanımla sonuçlanması yeni direnişlerin kararlılığını artıracaktır. Faşizm işçi direnişlerine bu bilinçle yaklaşıyor, polis şefi işçilere saldırırken onların çocuklarını dahi işsiz bırakmakla tehdit ediyor. Devrimci demokrasi güçlerinin başta Polonez Direnişi olmak üzere tüm işçi direnişlerine enerji katma çabası – tabii ki anlamsız sekter tutumlardan uzak durarak- bu kritik kırılma anında hayati önemde olacaktır.

Sıra dışı bir yoksullaşma sarmalından geçen ülkemizde devrimci demokrasi güçlerinin en önemli unsurlarından Dem Parti’nin Örgütlenme Konferansı’na aslında bu krizin yarattığı imkânlardan devrimci demokrasi mücadelesini büyütmek amacıyla nasıl değerlendirilebileceğine dair tartışmaların damgasını vurması beklenir. Dem Parti düzene yabancılaşan milyonlarca emekçi için nasıl bir çekim merkezi hâline dönüşecek? Açıkçası Dem Parti’nin çoğu zaman kendi ezberine, kendi gündemine gömüldüğü bir tarzda ilerlediği müddetçe ne yeni dinamik kadro yapısıyla ne de artan bir toplumsal destekle buluşması kolay görünmüyor. Kürt halkının devrimci demokratik mücadelesi kendisine yönelen kapsamlı saldırıyı kendi dar gündemlerinin dışına yönelik bir enerjik yığınakla püskürtebilir. Ancak henüz bunun görülebildiğine dair güçlü sinyaller alamıyoruz.

Poulantzas faşist devletin tüm arzusuna rağmen sınıflar mücadelesini kesintiye uğratamadığının altını çizer ve iktidar bloğu içinde oluşan çatlakların da bu mücadelelerin yarattığı fay hatlarından oluştuğunu belirtir: “Burada kollar ve aygıtlar arasındaki çelişkilerden çok bizzat her kol ve aygıtın içinde şiddetli çelişkiler söz konusudur, kendisi de şiddetli çelişkilerin etkisinde olan egemen kol veya aygıt-ordu, tek parti, siyasi polis vb.- öbürlerine nüfuz etmek veya bunları ele geçirmek yoluyla kendi egemenliğini kurar. Dıştan birleşik ve merkezileşmiş görünen bir olağanüstü devletin ‘iç çelişkileri’ sınıf mücadelesinin ifadesidirler. Bu çelişkiler ‘ekipler’ veya ‘baskı grupları’ arasında kulis savaşları şeklinde somutlaşmaktadırlar.” Bizde bu ekipler ve baskı gruplarının içinde tarikatların ve AKP’nin de facto ittifaklarının bulunduğu açıktır. En son Teğmenler Krizi olarak patlayan olayın da bu ekiplerin mücadelesinin ve iktidar sarhoşluğundan kaynaklanan sallapati keyfîliklerinin bir sonucu olduğu düşünülmelidir. Kriz iktidar içindeki kliklerin konumlarını açıkça göstermek gibi bir boyut kazandı. Erdoğan’ın bu olayı bir kamplaşma ve Yeni Anayasa tartışması yakıtı olarak kullanıp kullanamayacağını işçi sınıfının direnişlerinin kazanacağı hacim belirleyecek. Özel’in yumuşama peşrevlerinden “erken seçim” salvolarına geçişi de yükselen mücadeleler ve iç çelişkilerin tansiyonuyla paralellik arz ediyor.

Tüm mücadeleleri sınıf mücadelesini büyüten ve ondan güç alan bir hatta birleştirebilirsek kurucu bir rol oynamayı başarabileceğimiz bir dönemdeyiz.